07.11.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal zeynep.ozkartal@milliyet.com.tr
Mahinur Özdemir, Belçika meclisine giren ilk başörtülü vekil. Aynı zamanda da Belçika meclisinin en genç vekili, henüz 27 yaşında...
1969’da Brüksel’e çalışmaya giden bir ailenin üçüncü kuşağı ve artık yaşadığı ülkede söz sahibi olanlardan. Özdemir geçen hafta tatil için Türkiye’deydi. İstanbul’u çok seviyor, zaten geçtiğimiz yaz evlendiği avukat Rahmi Göktaş da henüz Brüksel’e taşınmadı. İki ülke arasında gidip geliyorlar.
Özdemir’in düğününe Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılmıştı. “Yakın mısınız?” diye soruyorum. İlk kez Mahinur Özdemir meclise girdiğinde aramış onu Başbakan, sonra da iletişimleri devam etmiş.
Özdemir’i söyleşi talebiyle aradığımda “Türkiye siyasetine çok hakim değilim, ne konuşacağız?” dedi. Kendisini merak ettiğimi söyledim ve Rumelihisarı’nda bir kafede buluştuk.
Laf lafı açtı... Türkiye’de türban tartışmaları Cumhuriyet bayramı ertesinde yeniden hız kazanmışken; kamusal alanda türban nereye kadar girebilir, başı kapalı bir kadın kariyerinde ne kadar ilerleyebilir... Bu soruları Mahinur Özdemir’e sormak istedim.
İster istemez söz hep başörtüsüne geldi. Aslında avukat olmak isteyip, bu meslek ona başını açmaya dayatır diye vazgeçen genç bir kadının Avrupa’nın ilk başı kapalı vekili olduğu bir öyküde nasıl gelmesin?
Ama o mutlu olmadı bu durumdan. Üstü kapalı da olsa sitem etti, hatta garipsediğini söyledi. Belçika’daki yaşamına bakarsak, haksız değil... Türkiye’dekinden çok daha az gündemde başının örtüsü. Ama kendisinin de söylediği gibi, burada kendisini daha “öteki” hissediyor. Hissettiriliyor.
Sizin hikayeniz nerede, nasıl başlıyor?
Aslında hikayesiz, Belçika’da yaşayan bir ailenin üçüncü kuşağıyım. 30 torunlu bir ailenin en büyüğü olduğum için ailenin benden ümitleri çok fazlaydı. Anne tarafım Afyonlu, baba tarafım Konyalı... Ben Brüksel doğumluyum.
Ailenizin Belçika macerası nasıl başlamış?
1969’da ilk olarak annemin babası gitmiş Belçika’ya. Beş çocukluyken orada da üç çocuk dünyaya getirmişler. En küçük dayımla aramda dört yaş var. Annem hep doktor olmak istemiş. Babamla görücü usulü ama tanışıp evlenmişler. Babam ‘80 döneminde İstanbul Üniversitesi’nde tarih okuyormuş, siyasi meseleler yüzünden ara vermiş, köyüne gitmiş. Bir şekilde annemle tanıştırılmışlar. Evlendikten sonra babam da Brüksel’e gelmiş.
Nasıl değiştirebilmiş hayatını?Zor olmuş tabii. Babam dar gelirli bir ailenin çocuğu, devlet burslarıyla okumuş. Hem siyasi açıdan hem de maddi açıdan zor bir hayatı olmuş. Brüksel’e ilk geldiğinde çok farklı işler yapmış, mesela marketlerde sepet toplamış. Belçika’da İslam resmi olarak kabul edilen dinlerden biri ve o zamanlar da okullarda din dersi eğitimi verecek hocalar aranıyormuş. Babam imam hatip lisesi mezunu olduğu için sınavlara girip 11 yıl öğretmen olarak çalıştı. 1998’de de ticarete atıldı, Brüksel’de Türk mahallesinde halen market işletiyor.
“Çocukken askeri eğitim alıp komutan olmak istiyordum”
Siz ilk çocuk musunuz?
Evet, beş kardeşin en büyüğüyüm. Aslında doktorlar benim için erkek tahmini yapmışlar. İsmim de hazırmış: Abdülkerim Saltık Buğrahan. Sonra kız olunca üç gün isim bulamamışlar. İşin ilginç yanı üç erkek kardeşim var ve babam hiçbirine bu ismi koymadı.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Çok aktif bir çocuktum, aynı zamanda da başarılı. Ailem hem sosyal hem de kültürel eğitime önem verdi. Uzun süre solfej ve piyano dersleri aldım. Annem ve babam paranın nasıl kazanıldığını da bilelim diye ayrıca markette çalışmamızı istedi. Kasiyerlik yaptım ve bu süreç benim sosyalleşmemi kolaylaştırdı.
Çocukken avukat olmak istiyormuşsunuz.
Aslında askeri eğitim alıp komutan olmak istiyordum. Belçika’da kadın komutanlar da var çünkü. Fakat çevrem “Zor bir alan, bu bünye ile sen dayanamazsın” dedi.
Neden böyle bir meslek istiyordunuz?
Muhtemelen disiplinden ötürü. O disiplin hoşuma gidiyordu. Daha sonra avukatlığa yöneldim. Babamın hayali de doktor olmamdı. Belli noktalarda çekişmelerimiz oldu. Benim tüm eğitimim Katolik okulunda gerçekleşti çünkü daha iyi bir eğitimi vardı.
Hangi konularda çekiştiniz babanızla?
Ben ortaokula başladığımda Latince okumak istedim, babamla zıtlaştık, “ölü bir dil” dedi ve İngilizceye yönelmemi istedi. Fakat ben Latince okudum. Latince kimya, matematikten mezun oldum. Üniversitede de ailemin eczacılık okumam isteğine karşın ben ekonomi bölümüne kaydoldum. Aynı anda siyasi bilimler okudum ve kamu yönetimi mastırımı tamamladım.
Anadiliniz hangisi?
Fransızca. Türkçe de düşünebiliyorum, rüyalarımı Türkçe de görebiliyorum. Evde Annemle Fransızca, babamla Türkçe konuştuk hep.
Kimliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz; Türk müsünüz, Belçikalı mı?
Ben kendimi Belçikalı bir Türk olarak görüyorum. Ayrışım yok.
“Hem milletvekili hem de dört yıldır belediye meclis üyesiyim. Enerji-çevre, imar-şehir planlama ve sosyal meseleler komisyonlarında çalışıyorum”
Siyaset hayatınıza nasıl girdi?
Üniversitedeyken çok aktif bir öğrenciydim. Bir yurttaşlık misyonu üstlenmek istedim. Şuna inanıyorum: insanlar hayatlarında ya aktördür ya da figüran. Ben aktör olmaya karar verdim çünkü sorunlardan şikayet etmek yerine çözümün bir parçası olmak istedim.
Sosyalist partiden bir milletvekili sizi “Toplumun her kesimi temsil etmemekle” eleştirmiş.
Parlamento toplumun her kesimini temsil eder ama pratik olarak bir vekilin toplumun her kesimini temsil etmesi mümkün değil. Siyasetçi zaten taraftır.
Siz toplumun hangi kesimini temsil ediyorsunuz?
Gençleri ve kadınları temsil etmeye gayret ediyorum çünkü onlar siyasette yeterince ve güçlü bir şekilde temsil edilmiyorlar. Enerjimin tamamını buna harcamak isterdim ama sonradan bu başörtü polemiğinin bir parçası oldum. Artık bu konunun konuşulmaması gerekir ama konuşuluyor. Halbuki bu benim kişisel özgürlüğüm. Hem milletvekili hem de dört yıldır belediye meclis üyesiyim. Enerji-çevre, imar-şehir planlama ve sosyal meseleler komisyonlarında çalışıyorum ve bu alanlarda pek çok kesimin de sözcülüğünü de yapıyorum.
Peki şu argümana ne diyorsunuz: Başörtüsü kısıtlayıcı bir objedir, bu nasıl özgürlükle tanımlanabilir?
Zorla takıldığı düşüncesinden hareket edenlerin görüşü bu. Ben her türlü zorlamaya karşıyım. Ama birileri zorla kapanıyor diye isteyerek kapananları da açmamız mı lazım?
Belçika’da yarım milyon Müslüman yaşıyor. Onların temsilcileri olarak görüyor musunuz kendinizi?
Herkes için siyaset yapıyorum ama elbette içinden geldiğim toplumu da temsil ediyorum.
“Seçimde benim de aldığım tercihli oylar sayesinde bir sandalye kazandığımız için koalisyon ortaklığına girdik”
Meclisteki ilk gününüzde neler yaşadınız?
O gün heyecanlı bir gündü. Fakat benimle ilgili bazı kişilerin söylemlerinden dolayı da stresliydim. “Başörtüsünü yasaklayacak mıyız?” sorusu gündemdeydi. Ama ilk günüm rahat geçti. Mecliste vekil sayısından çok dünyanın dört bir yanından gelen gazeteciler vardı. Beni üzen tek şey, bazı Türkiye medyasının o günü olduğu gibi yansıtmamasıydı. Türban krizi diye yazılar çıktı ki zerre kadar gerçekle alakası yoktu.
“Merve Kavakçı beni arayıp tebrik etti”
İtirazlar kimlerden geldi?
Meclis başkanımız feminist liberaldi. Yıllarca Mısır’da ve bazı sömürgelerde başörtüsünü çıkarmak özgürleştirmeyle eşanlamlıydı. Onun yaşadığı tecrübeler nedeniyle olumsuz düşünceleri vardı. “Kişisel tercihim takmaman ama iç tüzükte böyle bir kısıtlama yok” dedi. Ben onunla yemin töreninden önce görüştüm ve her türlü zorlamalara karşı olduğumu anlattım.
1999’da Merve Kavakçı TBMM’ye türbanla girdiğinde büyük bir tepkiyle karşılaşmıştı. İletişiminiz var mı Kavakçı’yla?
Beni seçimlerden sonra arayıp tebrik etti. Sonra bir daha görüşmedik.
Sizin varlığınız partinize oy kazandırdı mı, kaybettirdi mi?
Kaybettiğimizi söyleyenler de var, kazandığımızı söyleyenler de. Seçim bölgemde benim de aldığım tercihli oylar sayesinde bir sandalye daha kazandığımız için koalisyon ortaklığına girdik. Şu anda Avrupa’da İslamofobi yükseliyor, bazı siyasetçiler söylemlerini İslam üzerine kurabiliyor.
Türkiye’de mi daha rahatsınız, Belçika’da mı?
Ötekileştirmeyi Türkiye’de daha çok seziyorum. Bir kere arkadaşımla Bebek’te bir kafeye girdik, sanki yanlış bir yerdeymişim gibi hissettim.
29 Ekim resepsiyonları türban nedeniyle hem Çankaya’da hem de Adana’da kriz yarattı. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Endişeleniyorum. Bunların bu kadar çok gündem olmasına da anlam veremiyorum.
Ama bu bir kesim için bu temel bir dert. Cumhuriyet rejimi için bir tehdit olarak algılayanlar var.
Bunlar hiç alışık olmadığım cümleler, çok komik. Bana göre bu kişisel hak ve özgürlüklerin ta kendisi.
“Başımı Katolik okulunda okurken kapadım. Okulun kuralları gereği içeride başımı açıyordum. Dışarıdaki faaliyetlerde gereken esnekliği görüyordum”
Avukat olmaktan neden vazgeçtiniz?
Üniversiteye kayıt olacağım sıralarda, bir gün babam, “Biliyor musun sanırım Belçika’da hiç başörtülü avukat yok. Ama sen yine de oku, daha sonra durumu değerlendirirsin ” dedi. Araştırdım, hakikaten de yokmuş. Bu da hayatımdaki en büyük hayal kırıklıklarından biri oldu.
İlki olamaz mıydınız?
O zamanlar böyle bir mücadelenin içerisine girmek istemedim.
Başörtüsünü çıkarmak hiçbir zaman seçenek değil miydi?
Hayır. Çünkü bu benim kişisel tercihim. Başörtümü rahatlıkla takacağım bir alan seçmek istedim ben de ve ekonomi okudum. Şu anda hâlâ başörtülü bir avukat yok Belçika’da.
“Türban sultanların taktıklarına denir, benimki başörtüsü”
Belçika’da başı örtülü ilk avukat olmayı göze alamadınız ama sonra başı örtülü ilk milletvekili oldunuz. Ne değişti o arada?
Siyasete yurttaşlık bilinciyle girdim. Sivil toplumdan başlayarak, önce partiye üye olup teşkilat toplantılarına katıldım. 2006’da belediye seçimlerinde geri sıradan da olsa aday gösterildim. İyi bir çıkış yaptım, partide farklı görevler üstlendim. En son genel başkanımızın siyasi danışmanlığını yaptıktan sonra da milletvekilliğine aday gösterildim. Yani kolay bir süreç geçirmedim, mücadele ettim.
Başınızı ne zaman örttünüz?
14-15 yaşında, ortaokuldayken. Fakat sadece kızların yer aldığı Katolik okulunda okuyordum. Okulun kuralları gereği içeride açıyordum, okulun dışarıdaki faaliyetlerinde gereken esnekliği görüyordum.
Başınızı örtmek, aile yapısı gereği zaten yapacağınız bir şey miydi? Yoksa siz mi tercih ettiniz?
Hayır, demokratik bir aileden geliyorum, çevremde çok fazla kapanan yoktu. Annem başörtülüydü ama evlendikten çok sonra karar vermiş buna. Ben bir arkadaşımın özel bir durumundan etkilenip kapandım. Kimseye sormadım bile, zaten namazımı kılıyordum, ibadetime düşkün bir insandım. Ailede karşı çıkanlar, “Çok küçüksün” diyenler oldu. Birkaç sert eleştiri almış olsam da kararıma saygı gösterdiler.
Nasıl aştınız bu engelleri?
Çok da sıkıntı yaşamadım aslına bakarsanız. Okulda da çok sorun olmadı, anlayışla karşıladılar. Okulun voleybol takımında kaptandım, turnuvalara da başörtümle katıldım.
Kimse sizi yadırgamadı mı?
Hayır. Ya da ben çok şanslıydım... Brüksel çokkültürlü bir yer. Bana göre bir insanı zorla kapatmak zorla açmak gibi bir şey. Bir farkı yok ikisinin çünkü her iki zorlamada da insanların kılık kıyafetine başkaları karar veriyor.
Kılık kıyafet kategorisinde mi sizce başörtüsü?
Benim için başörtüsü dini bir vecibe. Başımı kapadığımda bir gün siyasete gireceğim aklıma gelmezdi. Müslümanlar açık ya da kapalı diye ayırt edilemez. Ben bu konuda ciddi mağduriyetler yaşamadım.
Türban değil de başörtüsü demeyi tercih ediyorsunuz. Neden?
Bana göre türban sultanların ya da Hintlilerin kafasına taktıklarına denir. Bu bir başörtüsü.