18.03.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Buket Aydın - Pazardan pazara
Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem?” Bu hafta Ahmet Ümit’le bu soruyu tartışmak, yani yeni çıkan kitabı “Kırlangıç Çığlığı”nı konuşmak için buluştuk. Sonuçta bu bir Başkomser Nevzat romanı, o yüzden yer tabii ki Beyoğlu. Romanı okurken göreceksiniz; devamlı yapış yapış bir sıcaklık vurgusu yapılıyor. O kadar çok yapmış ki Ahmet Ümit bunu; kitabı üzerinizde kalın giysiler varken okumamanızı tavsiye ederim. Çünkü ölmeden, günahlarımızla dünyayı cehenneme çevirmemiz bir romanda en çok bu kadar tasvir edilip, okuyucuya hissettirilebilir. Ahmet Ümit’i senelerdir tanırım, empati duygusu çok yüksek bir adamdır. Çocuk tacizi, organ mafyası pençesindeki Suriyeli çocuklar, sadece kötüleri öldüren bir seri katil ve bunları yazarken çok etkilenmiş bir yazar. Bu röportaj sadece kitapla ilgili diyemem adeta dünyanın şu an içinde bulunduğu durumu özetlemeye çalışmak oldu bizim için. Ahmet Ümit’e göre en büyük sorun yüceltilen erkeklik. Bu zihniyet şiddetin ve tacizin kapısını aralıyor. Bir de “Yazar olmasaydım politikacı olurdum” diyerek beni şaşırttı. Hepinize keyifli okumalar, iyi pazarlar.
- Sizin kitap yazma sürecinizi biliyorum, bu kitabı yazmaya başladığınızda biz bu kadar çok çocuk tacizi konuşmuyorduk aslında fakat öyle bir döneme denk geldi ki, çocuk tacizi, istismar tartışmalarının göbeğinde bu kitap çıktı. Nasıl bir okuma yaptınız, geleceği mi gördünüz?
Evet, bu kitap aslında 1.5- 2 yıl önce yazılmaya başlanan, öncesinde üzerinde çalışılmış bir kitap ama o zaman da bu durum beni rahatsız ediyordu. Asıl mesele şu tabii: Yetişkin bir insan bir çocuğu nasıl taciz eder, bir insan bunu nasıl yapabilir, bu nasıl bir mantıktır? Sapık, ruh hastası, psikopat deyip geçiyoruz, bir sürü tanımlama yapıyoruz ama sonuç bu kişilerin de insan olduğu gerçeğini değiştirmiyor! Benim işim de insanları anlatmak, bu da tam olarak öyle bir mesele.
“3 tür çocuk istismarcısı var”
- Siz belli ki bu pedofili sorunuyla ilgili ciddi araştırma yapmışsınız. Bu araştırmaların ışığında ne yapılmalı, nasıl cezalar verilmeli bu insanlara, bu sorun nasıl çözülmeli?
İnsanın ruhsal eğitiminin doğru bir şekilde yapılması, kültürün doğru bir şekilde sunulması gerekiyor. Cinsel açlığın olmaması için doğru bir cinsel eğitim önemli, ikincisi empati duygusunun gelişmiş olması önemli, üçüncüsü de insanı insan yapan sadece bedensel ihtiyaçlarının karşılanması değildir bu nedenle aynı zamanda ruhsal ihtiyaçları da karşılanmalı.
- Çocuk tacizinde bulunanların profili nasıl?
Bir, küçükken tacize uğramış insanlar, bunu kendi de yaparak sıradanlaştırıyor, travmadan kurtulmaya çalışıyor. İki, aç olanlar, çevresinde hiçbir kadın yok ve kendisine en yakın savunmasız kişi kimse ona saldırıyor, üç cinsel açıdan yetersiz olanlar, erişkin biriyle bir cinsel birlikteliği sürdürebilecek ruhsal olgunluğa sahip olmayanlar, doğrudan sapık olanlar. Bunların hepsinden pedofili ortaya çıkıyor.
- Nasıl bir araştırma sürecinden geçtiniz?
Çok yoğun bir şekilde bu konuda yayımlanmış kitapları, ensest raporlarını, gazete haberlerini okudum. Tacize uğramış kişilerle de görüştüm. Örneğin Nabokov’un “Lolita”sı çok büyük ve önemli bir romandır. Aslında bildiğiniz pedofiliyi anlatır. Adam bir kadınla evlenir ama evlenmesinin nedeni aslında kadının 13 yaşındaki kızıdır. Bu tür romanları da okudum.
- Bir cevap bulabildiniz mi?
Soru soruyorum, cevabını bilmiyorum, keşke cevabını bilsem sorunun ama yazar olarak bilemem ki. “Biz bunu neden yapıyoruz?” sorusuna cevap arıyorum. Bakın biz diyorum, bence yapılan her çocuk tacizinden hepimiz sorumluyuz. Onu lanetliyor oluşumuz, benim bu konu hakkında roman yazıyor oluşum, bunları linç edelim diyenler, hatta onları hapishanede öldürenler sorumluluktan kurtulmuyor. Böyle bir toplum içinde yaşıyoruz ve toplum bunu üretiyor. Dolayısıyla burada artık “Onlar kötü insanlar, biz de onları lanetledik, ben de böyle bir şey yapmadım, iyi biriyim” düşüncesi bizi kurtarmıyor.
“Ruhu doymayan erkek canavarlaşır”
- Toplumun nasıl bir görevi var sizce?
Esas olarak bu konuyla ilgili aile içinde sessiz kalmamak lazım, bu ülkede kızlar kardeşlerini, yeğenlerini doğuruyor. Bu ülkede kızlar regl gördüğü için utanıyor, böyle başlıyor. Erkek çocuk kendi cinselliğinin farkında değil. Kendi bedeninin biricik olduğunun farkında olmayan bir çocuk biri gelip onu severken ayırt edemiyor ki, bu amca bana şefkatle mi davranıyor, şehvetle mi davranıyor? Erkeklik yüceltiliyor ve erkek olmak değerli, kadın olmak değersiz bir şey olarak görülüyor. Yetişkin insanlarla ilişkiye giremeyip, çocuklara tacizde bulunmanın da altında bu yüceltilen erkeklik var. Her erkeğin mutlaka yatakta başarılı olması gerekir düşüncesi hakim topluma. Neden? Kadın diyor ki, “Benim başım ağrıyor” benim de bir erkek olarak başım ağrımaz mı ya, benim de psikolojik problemlerim olamaz mı? Yalandan oluşan, abartılan ve gerçekte doyurucu olmayan palavra bir cinsellik aslında bu bazen… Tacizden bahsettiğimiz zaman, önce Türkiye’de cinselliği tartışmak lazım. Kadınların kaçı orgazm olabiliyor? Eğitimli kadınlardan bahsediyorum üstelik. Çoğunlukla aile ilişkilerinde yasal tecavüz yaşanıyor. Cinselliğin böyle yaşandığı bir yerde de anormal, sapık ilişkilerin çıkması çok doğal. Ruhu doymamış erkekler, sadece bedensel zevk yaşayan erkekler vahşileşir, canavarlaşır.
- Empati yoksunuyuz neden? Dünyanın da böyle bir problemi var mı yoksa bu Türkiye’ye özel mi?
Son dönemde Türkiye’de çok arttı. Ama bütün insanlıkta var. Eğer insanlıkta empati uygusu olsaydı Putin ya da Donald Trump işbaşında olmazdı. Kendi uluslarını, kendi dinlerini yükselterek, kendi değerlerini yükselterek işbaşındalar ve diğer hiç kimse onların umrunda değil. Burada öteki insanı anlamak ortadan kalkıyor. Empati şu demektir: İnsan olan herkesle, onun acılarıyla, kederleriyle, sevinçleriyle ilişki kurabilmek...
“İnsan iyidir demek Rönesans palavrası”
- Biz eskiden de bu kadar kötü müydük?
Biz demeyelim, bence insanlık iyi ve kötüden oluşan bir şeydir. Ama asıl Rönesans döneminde “İnsan iyidir” diye bir palavra ortaya çıktı. Kendimizdeki kusurları görmüyoruz. Kendimize gerçekçi bir şekilde bakmıyoruz. Kendi içimizdeki yıkıcılığı, ahlaksızlığı, bencilliği görmüyoruz, görmezden geliyoruz. İnsanı yanlış tanımladık ve yanlış tanımladığımız insanı şişirdik. şimdi kendini de bitiriyor, doğayı da bitiriyor. Geldiğimiz yer bu.
- Dünya genelinde sıradanlık, sığlık trend haline geldi. Eski eserlere bakıyoruz resimdir, heykeldir, yazılanlar, söylenenler, çalınanlar, üretilen her şey çok daha iyi. Neden?
Aslında sanat da tarihsel gelişmelerden ayrı değildir. En iyi eserler 2. Dünya Savaşı öncesi, 2. Dünya Savaşı sırası ve biraz sonrasında verilmiştir. Dünya ne zaman karanlık bir yere girse ki bence şimdi karanlık bir yere girdik biz, umarım bir savaş olmadan atlatırız, toplum sıradanlaşır. En alttaki kitleler, en alttaki beğeniler öne çıkar. İşte tam da burada sanat yükselir. Avrupa’da, dünyada son dönemde aslında çok iyi şeyler çıkmıyordu. 10 yıl önce de çıkmıyordu. Obama başkanken de çıkmıyordu. Sinemada bazı işler var ama büyük romanlar ortaya çıkmıyordu. Yani açık tehdidin yoğunlaştığı dönemde sanat bir umut olarak doğar. Düşün Türkiye gibi az kitap okunan bir ülkede biz bu kitabı 300 bin bastık ve birkaç gün sonra yeni bir baskıya gireceğiz.
- Ama siz çok okunuyorsunuz...
İnanın sadece benimle ilgili değil. Bu Ahmet Ümit’in başarısı değil. İnsanların sanata, edebiyata sığınma isteği.
“Türkiye karpuz gibi ortadan ikiye bölündü”
- “İstediğim kadar özgür yazamıyorum” demiştiniz bir röportajınızda. Sizi rahat yazamamaya iten, bunu söyleten şeyi merak ettim.
Öyle tabular var ki, bir şey söylüyorsun insanlar sizi linç etmeye kalkıyor. Taksiciler çıkıyor, Ubercileri dövmeye kalkıyor. Baktığın zaman diyor ki ekmek param. Kitap yazarken, seri katili seçerken bile dikkat ediyorsun; bu meslekten olursa o meslektekiler beni linç etmeye kalkar mı diye. Mesela ben “Lolita” gibi bir eseri Türkiye’de şu an yazmaya kalksam beni linç ederler ama Nabokov yazdı ve bir başyapıt yarattı. Gerçekten de bir pedofilinin yıkımını, ruh halini pedofilinin gözünden anlattı adam. Yani ben bunu anlatmaya kalksam bir yazar olarak her şeyi yanlış anlarlar. Çünkü bakış siyah ve beyaz, asla bir derinlik yok, asla katmanlı bir bakış açısı yok. Şimdi Türkiye karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş bir halde ne söylersen yanlış anlaşılıyor. İki taraf da bu halde, tümüyle linç kültürü ve bunu o kadar kolay yapıyorlar ki. Sosyal medyadan yapıyorlar, sokakta yapıyorlar.
“Yazar olmasam politikacı olurdum”
Sizce Başkomser Nevzat’ı polisler seviyor mu?
Çok seviyorlar. Polisler arasında çok büyük bir okur kitlem var. Her imza günü mutlaka emniyet müdürleri, polis memurları hepsi gelir. Paradoks gibi gelecek belki solcu bir yazarı okumaları ama çok seviyorlar. Çünkü aslında onlar da Nevzat gibi olmak istiyorlar.
- Ahmet Ümit yazar olmasaydı ne olurdu? Polis mi olurdu, tarihçi mi olurdu?
Yazar olmasaydım, politikacı olacaktım. Ama iyi ki yazar oldum çünkü siyaset hayatı darlaştırıyor. Bence bilim de hayatı darlaştırıyor. Çok önemli bir şey bilim ama sanat hayata bütün olarak her açıdan bakıyor. O nedenle de ben hem tarih yazabilirim hem psikoloji yazabilirim hem de şehir sosyolojisi yazabilirim.
- Dedektiflik de var bence kanınızda. Polisiyeyi bu kadar iyi yazabilmek nasıl oluyor?
Ayrıntıyı iyi okuyabiliyorum, bunu yazmak da çok hoşuma gidiyor. Bir de gündelik hayat beni çok sıkıyor. Yazdığımda da tabii kendimi tekrar etmemek için daha zekice kurgular yapmam lazım ki, o yüzden çok ayrıntılı düşünüyorum. Bir de galiba düşünce tarzım buna yatkın; biraz paranoyak yani komplocu…
- Hem sizin hem de Başkomiser Nevzat’ın mekanı Beyoğlu’ndayız. En sevdiğiniz yerler neresi burada?
İstanbul 2700 yıllık bir şehir ama baktığımız zaman anıt binalar çok az. Londra’da, Paris’te ya da Roma’da çok daha fazla anıt bina bulabiliriz. Mesela St. Antuan Kilisesi yüzyıllık bir kilisedir aslında ama anıt bir bina. Galatasaray Lisesi anıt bir bina, Pera Palas anıt bir bina, Galata Mevlevihanesi anıt bir bina. Benim Beyoğlu’m dersem Mısır Apartmanı, Rumeli Pasajı anıt bina, Taksim’deki Maksem su dağıtım yeri yani bir anıt bina. Buralar benim Beyoğlu’m.