08.10.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
FIRAT KARADENİZ / firat.karadeniz@milliyet.com.tr
Erdoğanofobi’nin ilk önce bir hazımsızlık daha sonra bir düşmanlık son olarak ise bir hastalığa dönüştüğünü savunuyorsunuz. Erdoğan karşıtlığını “hastalığa” dönüştüren süreç sizce ne zaman başladı?
Batı aklı, siyasal İslam’ın modernite karşısında başarısız olacağını düşündü. Ancak Türkiye’de son 15 yıla damgasını vuran siyasal hareketin, siyasal İslamcılığı muhafazakar demokratlığa eviren başarısı, siyasi çalkantılarla boğuşan İslam toplumlarına örnek oluşturabilecek demokrasi deneyimleri büyük oranda tehdit olarak algılandı. Bu nedenle de Batı entelijansiyası baştan itibaren Erdoğan’a şüpheyle ve kuşkuyla yaklaşmayı tercih etti. Gizli ajandası olduğu, bu nedenle demokrasiyi araçsallaştırdığı iddia edildi. Böylece Neo-Oryantalistlerin gözünde Erdoğan, radikal bir İslâmcı olarak hep bir tehdit olmaya devam etti.
“Hedef Erdoğan değil, temsil ettiği hareket”
“Erdoğonofobi” bir hastalıksa sizce tedavisi nedir?
Erdoğanofobi bir hastalık, bunda şüphe yok. Her fobide olduğu gibi nefret söylemini içinde barındıran, toplumsal olmaktan çok, kültürel ve siyasi karşıtlığı ifade eden irrasyonel bir hastalık. Bu hastalığın tedavisi iç siyasette daha çok birlik, beraberlikten geçiyor. Toplumun en geniş tabakasını oluşturan sosyo-kültürel sınıfların yakınlaşmasından geçiyor. Artık Türkiye’nin sadece Türkiye olmadığını, Erdoğan’ın sadece Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olmadığını görmemiz gerekiyor.
“Time”, “Der Spiegel” gibi etkili yayınların Erdoğan karşıtlığını korkuya dönüştürdüğünü, moda tabirle “algı yarattığını” iddia ediyorsunuz. Karşıtlığın korkuya, “Erdoğanofobi”ye dönüşmesi bir “Batı oyunu” mu?
Batı’nın hedefi doğrudan Erdoğan değil, onun temsil ettiği siyasal hareketin İslam dünyasında kurtarıcı bekleyen toplumlara örneklik teşkil etme ihtimalinden duyulan endişe. Bu nedenle 2009’a kadar yer yer söylemi sertleşen Erdoğan’ın neden bu tarihe kadar otoriter olarak tanımlanmadığını düşünmek gerekiyor. Batı güdümlü Erdoğan karşıtlığının, iç siyasette gündelik politika malzemesi haline gelmesi Türkiye adına çok üzücü bir görüntü. Muhalefetin ısrarla kullanmaya devam ettiği bu korku dili ister istemez Batı’daki karşıtlığını da tetikliyor. Hatta sadece tetiklemekle kalmıyor, Batı’yı ciddi manada cesaretlendiriyor.
Erdoğan’ın, rakiplerinin “elit zümre hegemonyası”na direnişini de anlatıyorsunuz kitabınızda...
Erdoğan’ı Cumhuriyet’in değerlerine düşman bir imge olarak kodladılar. Öyle olmadığını bildikleri halde... Çünkü hakim oldukları kazanımları kaybetme ihtimalleri, çevre-merkez yakınlaşması, elitlerin hakim olduğu iktidar kaynaklarının halkın bizatihi kendisine geçecek olması onları rahatsız etti. Erdoğan elitlerin desteğiyle iktidar olmadı. Halkın içinden geldi. Rizeli bir gemici Ahmet kaptanın oğluydu ve Kasımpaşa’da doğup büyümüştü. Hep de öyle kaldı. Halk, Erdoğan’a bakınca kendini gördü, görmeye de devam ediyor.