Pazar"Kaderim, babamın kaderiyle aynı oldu"

"Kaderim, babamın kaderiyle aynı oldu"

12.10.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Belediye reisi adayı oldum, kaybettim, böylece noktaladık politikayı... Devrettik bu işleri. Şimdilik yaşlı halimizle size bunları anlatıyoruz. Çanakkale için çok şey yapmak istiyordum. Hani öbür dünyaya gitttiğim zaman gözüm açık kalacak, belediye reisliği yapamadım diye..."

Kaderim, babamın  kaderiyle aynı oldu

Tarihe 1000 Canlı Tanık Birinci Dünya Harbi patlamak üzere, 1914 yılı, babamı Çanakkaleye tayin ediyorlar. Kendisi projektör subayı, denizi aydınlatıyor, düşman gemilerini izliyor, topçulara ateş edecekleri yönü veriyor. Burada annemi görüyor ve evleniyorlar. 1917de ben, birkaç sene sonra da kardeşim dünyaya geliyor. 1920lerde harp bittikten sonra babam subaylıktan istifa ediyor ve ticaretle uğraşmaya karar veriyor. Bir bakkaliye açıyor ve İngilizce de bildiği için derhal istihbarat servisine giriyor. Çünkü Atatürk, Anadoluda harekete geçiyor ve bazı teşkilatlar kuruluyor. Osmanlı orduları mağlup olduktan sonra Çanakkale İngilizler tarafından işgal ediliyor. İngilizlerin işgal ettiği günü hatırlıyorum. Evimizin önündeki boş arsaya İngilizler GMS dediğimiz büyük kamyonlarını koydular. Biz de gider onlarla konuşurduk. Bisküvi, çikolata verirler, bizi severlerdi yani biz onlara alıştık. İngilizler kahvelerin arka bahçelerine gelip, bilardo veyahut kağıt oynarlardı. Hintliler geldi bir ara, hotozlu başlıkları vardı. Onlar bizim sünnet düğünlerimize çok ilgi gösterdiler ve hediyeler verdiler. Bunları gören İngilizler, Eyvah bunlar halkla anlaşıyorlar deyip sürdüler Hintlileri. İşgal sırasında birçok casusluk olayı oluyordu, hani Anadoluyla irtibat bakımından. Babam da bazı gizli bilgileri İstanbuldaki Nerro Cemal Eczanesi diye bir eczane varmış, oraya bildiriyor. Ve bu arada da, babam gibi çalışanların bazıları ortaya çıkıyor. İngilizler bunları yakalıyor, o zaman şimdiki Truva otelinin olduğu yerde, büyük bir bina vardı, orasını hapishane yapıyorlar. Ve İngiliz mahkemeleri kuruluyor ve pek çok kişi o hapishaneyi boyluyor. O binaya kırmızı hapishane diyorlar. Mahkemede tercümanlık yapanların çoğu Rum, e tabi Rumlar bizim Türkler lehinde bulunmaz ki hiçbir zaman, bulunmadığı için, hepsi de oraya tıkılıyor. İngilizler babama tercümanlık yapmasını teklif ediyorlar, babam da hay hay diyor. Birçoğu babam sayesinde kurtuluyor. Ama bu sefer yerli halk, babam İngilizlerle teşviki mesai etti havasını uyandırmağa çalışıyorlar. Hatta bu sefer babamı yakalamaya çalışıyorlar, babam kaçıyor gidiyor. Harp bitiyor ve babam Çanakkaleye dönüyor, tekrar ticarete başlıyor. 1923te cumhuriyetin ilanını hatırlarım, 5-6 yaşındaydım. Ve Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu, Çanakkalede ilk parti başkanı da babam oldu. Uzun yıllar halkevi başkanlığı, Ticaret Odası başkanlığı, parti başkanlığı yaptı. Ama milletvekili olamadı." 1917de Çanakkalede doğar. İlk ve ortaokul öğrenimini Çanakkalede tamamlar. 1936 yılında Haydarpaşa Lisesinden mezun olur. Ardından İ.Ü. İktisat Fakültesine girer ve 1943te yüksek öğrenimini tamamlar. Babası gibi ticaretle uğraşmak üzere Çanakkaleye döner. Tüccarlığın yanında CHP Çanakkale il başkanlığı, Halkevi ve Ticaret Odası başkanlığı görevlerini yürütür. 1946da Zuhal hanım ile evlenir. İki oğlu ve bir torunu olan İzzet Melih Dilmaç hayatını halen Çanakkalede sürdürüyor. Kendisiyle Çanakkaledeki evinde görüştük... "Büyük Cami Mahallesi dediğimiz yerdeydi evimiz. Orada paşalar falan oturuyorlardı. Sahildeydi ve hepsi ecnebi evleriydi. Birinci Dünya Harbinden evvel de konsolosluklar varmış Çanakkalede. Çünkü, Çanakkalede yağlıboyanın hammaddesi olan palamut, ayrıca üzüm, şarap, altın madeni ve demir madeni ihraç ediliyor. Bu konsolosların bir kısmı ticari amaçla, bir kısmı da siyasi amaçla gelmiş. Mahallemiz çok güzeldi. Komşular adeta birbirleriyle, yakın bir akraba gibiydi. Akşamüstü oldu mu, benim büyükanneme Bacı hanım derlerdi, şeyh hanımı olduğu için. Bizim evin önünde taşlık vardı. Akşamüstü oldu mu, oraya otururlar, çaylar içilir, satıcılar geçerdi. Çanakkalede elektrik yok, akşam karanlık bastı mı, belediyenin fenercisi eline bir sopa alır, köşe başında asılı olan fenerleri yakardı. Ramazan günleri de lüks asarlardı, caminin dibine. O lüks asıldığı zaman, elektrik gibi aydınlanırdı, ama nasıl sevinirdik, gece çıkar oyun oynardık Sonra, Reşat Nurinin Çalıkuşu romanını biliyorsunuz. Feride burada da, Çanakkalede de bulunuyor. Ben de ilkmektebin beşinci sınıfına gidiyorum. Buraya, bizim komşumuz olarak mahalleye, genç bir hanım geldi, güzel bir hanım. Her akşam birbirleriyle anlaşmış olan aileler, bir araya gelip bizim evde toplanıyoruz. Ben ilkmektebe gidiyorum daha o zaman. Beklerim, o güzel hanım, Refiğe hanım gelecek, roman okuyacak diye. Çalıkuşunu okuyor, etraf da dinliyor. O sesinin güzelliği... Kendisi de güzeldi zaten. O kadar etkisi altında kalmışım ki ilk delikanlılık yıllarımda, hiç unutmam..." "Çalıkuşu" ve Refiğe hanım "Cumhuriyetin ilk yıllarında Çanakkalede ticaret yoktu. Musevilerin elinde ticaret. Türkler de başladı yavaş yavaş uyanmaya ama yanmış yıkılmış bir şehir, para da yok pul da yok... Tabii Yahudiler memur olamıyorlar, memur olamayınca, bütün kafalarını ticarete veriyorlar. Ama geleneklerini, göreneklerini de muhafaza ediyorlar. Ve katiyen Türklerden bir kız alsın, evlendirsin, öyle bir şey yok. Biz alıyoruz, onlar almıyor. Mesela bizim delikanlılık zamanımızda, bir Musevi kızla ilişkimiz olabiliyordu... Çanakkale çarşısı tamamen Musevilerin elindeydi. Esasında Yahudi mahallesi derler oraya. Onların çok büyük etkisi olmuştur sosyal hayatımıza. Giyimleriyle, akşamüstü gezmeleriyle ve halkevine gelip dans etmeleriyle bize çok büyük faydası dokunmuştur onların. Ama bu arada yavaş yavaş Türk gençler de ticaret hayatına atılıyorlar. Ve karşılarında büyük rakip olarak Yahudileri görüyorlar. Ben de iktisat mektebini yeni bitirdim ve buraya geldim, ticarete atıldım. Ve gelir gelmez de o zaman Türk Gücü Kulübü, gençliği temsil eden bir kulüp vardı, beni onun başkanı yaptılar. Bir gün bir patlama oluyor, Türkler Yahudi mahallesine hücum ediyor, evlerin camlarını kırıyorlar, taşlar atıyorlar, bilmem ne yapıyorlar, neyse polis yatıştırıyor. Bir kısmı Musevilerin buradan ayrılıyor, bunu kim yaptı, o zaman parti başkanlığını babam yapıyor, ona mal etmeye çalışıyorlar. Aradan bir süre geçti, yine ben kulüp başkanıyım, işyerini kapattım, akşam hava karardı, saat kulesinin yanına geldim, orda büyük bir kalabalık ama çoğu genç. Beni görür görmez Başkan geliyor dediler, beni aldılar omuzlarına, ben kendimi havada buldum, hücum Yahudi mahallesine. Ne oldu, ne yapıyorsunuz demeye kalmadan ben de gidiyorum onlarla beraber. Kalabalık da büyüyor, polisi de karışıyor, askeri de karışıyor, enteresan bir şey... Çarşıyı gezdinizse görmüşünüzdür, iki tarafta dükkanlar vardır. Diyor ki, Musevi delikanlıların bazıları, kendi dükkanlarının altında duruyorlar. Dükkanlarına giren Türk hanımlarının bacaklarını seyrediyorlar. Ve ertesi gün, çarşıdan hanım geçiyor, mavili geçiyor diyorlar, mavili külot giymiş ayağına da, onu görmüşler, yeşilli geçiyor, kırmızılı geçiyor deyince, Türk gençleri bizim namusumuzla ilgileniyor diye infial ediyorlar. Bu sefer de benim üzerime kaldı, ben başkan olduğum için. Bu olaylar üzerine pek çoğu ayrıldı." Yahudi mahallesine hücum "Hiç unutmam bir gün, arkadaşlarla dükkanımızı kapıyoruz, kimisi dişçi, kimisi tüccar benim gibi böyle, o zaman genciz, daha fakülteden ayrılmışız, gelmişiz iş hayatına atılmışız. Şehir Kulübüne gittik. Arkadaşlar, Hadi rakı içelim dediler, daha ilk defa ağzıma rakı koyucam. Sofra kuruldu, rakılar geldi, o sırada bizim hanım da, babası avukat, ilk baro başkanı, üç kardeş ve babaları bir masada oturup çay içiyorlar. Benim gözüm ilişti, bayağı baktı bana, ben de ona baktım, hâlâ bakmadım diyor ama. O bakışın heyecanıyla o kadar çok içmişim ki alışık değilim de, beni almışlar eve getirmişler. O tanışma oldu eşimle. Konservatuvarda okuyordu. Ailesi Bigadan buraya göç etti, yakınlaştık, isteyince verdiler. 46da evlendik, 47de büyük oğlum oldu. İlk işim toptan bakkaliyeydi, sonra demir, mobilya ve çelik eşya üzerine iş yaptım. İlk defa Hoover çamaşır makinesi gelmişti Türkiyeye, Hoover, Hoover diye şarkısı da vardı. Beyaz eşya ticareti yaptım... İlginçtir babam da ilk halkevi reisiydi, ben de halkevi reisiydim, Ticaret Odası başkanı oldu, ben de Ticaret Odası başkanlığı yaptım, parti başkanlığı yaptı, ben de yaptım. Hep böyle denk geldi. Kader dediğimiz şey, çok enteresan, kaderim, babamın kaderiyle aynı oldu... Daha sonra belediye reisi adayı oldum, kaybettim, noktaladık politikayı. Hani öbür dünyaya gittiğimde gözüm açık kalacak, belediye reisliği yapamadım diye. Çok şeyler yapmak istiyordum Çanakkale için. Şimdi iki oğlum ve bir de torunum var. Eşimle birlikte yaşıyoruz. Beraber yürüdük bu yolda, saçımız, başımız ağardı. Bu sene inşallah, evliliğimizin 57nci yılını kutlayacağız." Kulüpteki karşılaşma "Gelibolu ilçesinin, Bayırköyü diye bir köyü vardır. O tarihlerde koyu Demokrat Partili bir köy. Halk Partisi ordan bir tek oy bile alamıyor. O köyün kongresi var. O kongreye beni çağırdılar, il başkanı olarak. Akşamüzeri gittik, gece oldu, o köye girdik. Dar bir sokakta, karşılıklı iki kahve var. Oo, Demokrat Partililer geldi diye bir alkış. Köyün halkı kahvelerin birinde toplandı. Alkışlar içersinde bizi kahveye aldılar. Biz, Halk Partili olduğumuzu söyleyince, kim varsa kahvenin içersinde, birer birer çıktılar. Gelibolu ilçesinden iki arkadaş, Çanakkale il başkanı, ben, kahvenin içinde, üçümüz kaldık, kahveci bile çıktı gitti. Geldim, kahvenin kapısına durdum, hepsi karşı kahvede, karşılıklı böyle. Niye dedim kahveden kaçtınız. Ben dedim Çanakkaleden Cumhuriyet Halk Partisinin il başkanıyım. Sizin köyünüze misafir gelmişim, bir Türk ananesi vardır dedim, misafire bir acı kahve verirler. Hadi kahvenizi de içmiyim ama beni dinleyin, bakalım ben ne söyliycem? Velev ki dedim sizin hakkınızda kötü konuştum, o zaman dedim, çıkıp gidersiniz. Siz de bu Celal Bayarı sevmiyor musunuz? dedim. Seviyoruz. Ben sizden fazla seviyorum Celal Bayarı dedim. Politik taktik lazım. Menderesi? Seviyoruz. Daha çok seviyorum ben sizden dedim. Ben bu sevgimi söylemek için buraya geldim. Gelin beni dinleyin, beğenmezseniz, çıkar gidersiniz dedim. İnanır mısınız, birer birer, birer birer, gençler de dahil olmak üzere, bu sefer kahve tıklım tıklım doldu. Konuştum bitti, alkışlar aldık. Buradan bizim için beş-altı tane oy çıkar herhalde dedik, bi tane bile oy çıkmadı! Köylü tutunacak dal arıyordu o zamanlar, Demokrat Partiye yöneldiler. CHP, tek parti devri, icabında vergi koymuş, icabında jandarma dayağı olmuş, olmamış değil."Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Gülay Kayacan Görüntü kaydı : Tamer Üstel Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Gelecek hafta: Kadriye Köksal Pilevne anlatıyor. "Koyu Demokrat Partili bir köy..."

KEŞFETYENİ
Yıllar önce ölümden döndü yürek yakan paylaşım! 'Ben anneme bakacaktım'
Yıllar önce ölümden döndü yürek yakan paylaşım! 'Ben anneme bakacaktım'

Cadde | 06.05.2025 - 07:33

Diyarbakır'da 2015 yılında bir ses yarışmasında adını duyurduktan sonra erkek arkadaşı tarafından başından vurulan ve ağır yaralanan Mutlu Kaya'dan duygusal paylaşım geldi.

Yazarlar