Kendi mitologyasını yaratan şairEbubekir Eroğlu ilk şiir kitabını, "Kuşluk Saatleri"ni 1974’te yayımlamış. O zaman alıp okuyamamıştım onu. Dikkatimi çekmemişti. Yıllar sonra okuma olanağını buldum. İkinci kitabını, "Kayıpların Şarkısı"nı da okuduktan sonra sanatçının adını dergilerde arar oldum. Ebubekir, en sevdiğim şairler arasında yerini aldı.
Kimi yazarlar vardır, yazdıklarını severek okursunuz. Günün birinde tanışırsınız onlarla, insan olarak sizi hayal kırıklığına uğratırlar. Ne yalan söyleyeyim, ben bunu (özellikle yayıncılık dönemimde) az yaşamadım. "Keşke Antep’te yaşıyor olsaydım, onları sadece yazdıklarıyla tanısaydım," diye çok düşündüm.
Ama Ebubekir insan olarak da yanıltmadı beni. Sanatçı düzeyini ilişkilerinde de hep korudu. En sevdiğim kişiler arasında yerini aldı.
***
Çok yazan (ya da çok yayımlayan) bir şair değil Ebubekir. Şiir serüvenine dört kitap ancak sığdırmış. Düzyazı açısından daha verimli. Sekiz kitabı var.
Ama benim için önce şair. Günümüz Türk şiirinin yüzaklarından. 1968-1998 arasında yazdığı şiirler "Berzah" adıyla yayımlandı bu hafta. Otuz yılı kapsayan bir dönemin ürünleri. Onları topluca okumak, tek tek şiirlerin nasıl bir bütün oluşturduklarını görmek olanağını sağlıyor.
Ebubekir’in şiiri konusunda düşüncelerimi "Şahitsiz Vakitler" kitabı için yazdığım bir yazıda belirtmiştim. "Oltasını azgın denizlerin dalgalarına bırakmamış, duru suların derinliklerine sarkıtmış, özgün, kişilikli bir şair o," demiştim. "Berzah"ı okuduktan sonra da görüşüm değişmedi.
Yineleyeyim: Ebubekir’in şiiri, kolayca açılıveren bir şiir değil. Büyük bir "yap-boz"un parçalarından oluşuyor sanki. O parçaları yan yana getirip yerlerine oturttuğunuzda bir bütün olarak ortaya çıkıyor. Tek tek parçaların değeri de o zaman daha bir beliriyor.
Kendi mitologyasını yaratmış Ebubekir. O mitologya açık seçik sunulmuyor size. İçine girmek mi istiyorsunuz, çaba göstermeniz gerekiyor. Ama bu çabanın karşılığını mutlaka alıyorsunuz. Değişik imgelerden, göndermelerden, duygu yoğunluklarından oluşan bir labirenti geçerken, elinizdeki yumağı çözmeye çalışıyorsunuz. Yumak çözüldükçe Ebubekir’in şiiri açılıyor, labirentin sonundaki ışığı görüyorsunuz.
Yumağı çözmek için ipin ucunu siz bulacaksınız.
Şiirde kolay yolculuklar dönemini geçtiyseniz, biraz daha çetin bir edebiyatın içine dalmaya hazırsanız, "Berzah"ı okumanızı öneririm. Sayfalarından geçerken siz de usul usul kendi mitologyanızı yaratmaya başladığınızı göreceksiniz.
BİR DAKİKA ARA Geçen haftanın en önemli sinema olayı Oscar ödüllerinin dağıtılmasıydı. Ben de bugünkü "Bir Dakika Ara"mızı yazarların
Hollywood’a ilişkin sözlerine ayırdım:
Raymond Chandler: "Kitaplarım iyi olsaydı, Hollywood’a çağrılmazdım. Kötü olsaydı, ben gelmezdim."
Stephen Vincent Benet: "Buraya geldim geleli Abraham Lincoln’ü dört kere yazdım, biri çok iyiydi. Kabul etmediler tabii. Şimdi, içlerinde benim de bulunduğum yedi kişi, beşinci bir metin üstünde çalışıyoruz. En kötüsü bu olacağa benziyor. Buradan hemen çekip gitmezsem delireceğim. Belki de delinin tekiyim zaten."
Nelson Algren: "Haftada bin dolara anlaştık. Pazartesi işe başladım, çarşamba kovuldum. Beni işe alan, salı günü sepetlenmişti."
Wilson Mizner: "Bir tek yazardan çalarsan düpedüz hırsızlıktır; ama birçok yazardan çalarsan, bunun adı araştırmadır."
F. Scott Fitzgerald: "Bana bir kahraman göster, sana bir tragedya yazayım."
Christopher Isherwood: "Senarist, itirafta bulunması için işkence gören, ama itiraf edecek hiçbir şeyi olmayan kişidir."
Herman L. Mankiewicz: "Haftalığı ancak 75
dolar eden bir sürü yazar tanıyorum, ama hepsi haftada 1500 dolar kazanmakta."
Dudley Nichols: "Senaryo bir fotokopidir, asıl filmi yönetmen yapar."
Ferdinand Zecca: "Shakespeare’i yeniden yazıyorum. Harika şeyleri ıska geçmiş namussuz."
John Steinbeck: "Beni hiç kafanıza takmayın. ‘Gazap Üzümleri’, Shirley Temple’in dişleri yanında nedir ki!"
PAZAR