02.09.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Asu Maro - asu.maro@milliyet.com.tr
Bazı insanlar var, sohbet ederken seyahate çıkmış gibi oluyorsunuz.
Selma Ergeç onlardan biri. Söz nereden başlayıp nereye akacak bilemiyor insan. Belki Adanalı bir baba ile Almanya - İsviçre karışımı bir anneden doğduğu, belki Almanya’dan İngiltere’ye, oradan Türkiye’ye uzanan yolculuğunda tıp eğitimini yarıda bırakıp oyunculuğa geçtiği, belki de zaten zeki, meraklı, eğlenceli bir kadın olduğu için, çok uğrak yeri oluyor sohbette.
Biz sözü en son “Muhteşem Yüzyıl”ın Hatice Sultan’ında bırakmışız, üzerine “Gönül İşleri”nin tatlı kaçık Saadet’i, birkaç sinema filmi ve tabii evlilik ve annelik girmiş, şimdi Selma Ergeç’i Türkiye’nin ilk vampir dizisi “Yaşamayanlar”ın Karmen’i olarak BluTV’de izleyeceğiz bu ay.
- Bir süre ortada yoktunuz. Bu bir çocuk arası mıydı?
Bir kısmı öyleydi tabii. Bir de hamilelikten dolayı fiziksel bir değişimden de geçtim, kilo aldım her iki sebepten ara vermiş oldum.
- Hamilelikte kendinizi rahat bıraktınız herhalde.
Genetik olarak öyleyim ben. Eski fiziğime kavuşmam uzun sürdü. Zaten seçici bir tipim, bir de şimdi çocuğumu daha az göreceğim, ona değecek mi, kriteri de katıldı. Heyecanlandıran bir şeyle de karşılaşmayınca ara gibi oldu.
- “Yaşamayanlar” nasıl geldi size?
“Yaşamayanlar” geçen eylülde geldi. Vampir işi aslında tercih ettiğim bir şey değil, ben korku filmi izleyemem, korkarım. Üç yaşında bir çocuk reaksiyonu veriyorum izlerken ama ilgimi de çekiyor ve bu tür işler bana çok geliyor.
- Karmen oynadıklarınız içinde farklı bir karakter.
Ece Sükan yapıyor styling’i, ikimizin de kafasında benzer bir şey canlanmış. Kilo vermem gerekiyordu, bir de tüm karakterlerin kullandığı bir obje vardı ama Karmen’in yoktu. Spor yaptığım salonda katana vardı, bunun Karmen’e çok yakışacağını düşündüm.
- Katana nedir?
Japon kılıcı. Burak Uğur dövüş hocamız. Orada bir katana duruyordu “Bunu bana öğretir misin?” dedim. Baktı ki pes etmiyorum, bu Karmen’in kılıcı oldu.
- Şimdi tabii bir beklenti var seyircide de...
Var tabii. Orada bir seçim yapmak zorundasın, denenmiş işler var ki gayet de güvenli bir alandır; büyük heyecanlar yaşamazsın ama iyisindir, büyük acılar da çekmezsin. O alandan çıktığın zaman daha ürkütücü bir dünya oluyor. Ama o da başka bir heyecan getiriyor. Bir de şunu soruyorsun kendine; bu çok başarılı olabilir, ama şu ihtimal de var; bir şeyler yapacağız ve olmayacak, buna var mısın? Bu soruyu kendime sordum. Varım. O güvenli alanda durmaktansa yeni bir şey yapıp bir başarısızlık olursa da onun yeni bir şeyler doğurabileceğini kabul etmek. O kadar korkuyoruz ki başarısız olmaktan, adım atamıyoruz. Böyle yaparak da hayatın tüm ilginçliğini kaçırıyoruz. Yaratıcılığın en büyük düşmanı o konformist hâller ve sonra da şikayet ediyoruz niye hiçbir şey üretmiyoruz. Ee çünkü korkuyoruz. O zaman başarısız olma cesaretini göstermen gerekiyor. Herkes dalga geçerse de tamam diyeceksin. Dokunacak tabii ki, dokunmaz mı.
İyisi de dokunuyor, kötüsü de dokunuyor tabii ki ama bununla yaşamayı öğrenmek gerek. Başka türlü bir adım ileriye gidemeyiz. Riskler alınacak ve gerekirse çuvallanacak. Bunu göze almazsanız gelişme yaşayamazsınız. Yani “Muhteşem Yüzyıl” da çok büyük bir riskti, müthiş başarılı oldu. Onun büyüsü gösterilen cesarette; “Ben bunu yapacağım çünkü ben bu işe âşığım, kötü olursa da o ihtimali göze alıyorum.”
O yüzden “Muhteşem Yüzyıl” oluyor zaten.
- Çocuk sahibi olmak hayatınızda neleri değiştirdi?
Çok şey değiştiriyor, aynı zamanda çok fazla bir şey de değiştirmiyor. Ben şanslıyım, yardım eden Nurşen Hanım var, Maya’nın üçüncü nenesi. Onun dışında endişe. “Şu mu olacak, bu mu olacak, o okula mı gidecek, işte tek başına ayakta dursun, dünyanın durumu ne olacak...”
“Kadınları seven birilerinin sinema yapması gerek”
- Dizilerde sinemadan daha çeşitli kadın karakter var.
“Searching for Debra Winger”ı izlemiş miydin? Bir sürü oyuncu kadın onu konuşuyordu; “Sinemada pek bir şey yok da” diyorlardı, “Dizilerde çok iyi kadın rolleri yazılmaya başlandı”. Dizide ne zaman kadın karakterler ön plana çıkmaya başladı, sinemada da yansımalarını görmeye başladık. İzlemedim ama “Ocean’s Eight” beni çok umutlandıran bir film. Aslında tamamen kadın odaklı olsun da demiyorum, bu konu gündemde olsun diyorum. Bizde de güçlü ve iyi kadın karakterler beş diziden birinde var. Bunun sinemaya yansıyacağını ümit ediyorum.
Ama bunun için biraz daha kadınları seven birilerinin sinema yapması gerekiyor.
- Karmen’in kıyafetleri nasıl?
Karmen’in kıyafetleri gayet cool, ağırlıklı olarak deri pantolon, daha maskülen bir tarzı var. Oynadığım karakterler arasında kendi hayatıma en yakın giyinen karakter Karmen diyebilirim. Oynamak çok eğlenceliydi. Ama orada hiç bilmediğim bir şey var. Kurulan dünya da bambaşka, bildiğimiz vampir filmleri gibi de değil. Yurtdışındaki vampir işlerinden besleneyim, oradan bir ilham gelsin gibi bir şey de yok. Bambaşka kafada bir şey. Bulmakta en zorlandığım karakter Karmen olabilir şimdiye kadar.
“Barbie bebek yaratmaya çalışıyorlar”
- Kadın oyunculardan devamlı şık, genç ve güzel olma beklentisini konuşalım mı?
Ne bekleniyor bir kadın oyuncudan? Saçın uzun olacak, dalgalı olacak, sarışın olacak muhtemelen, sen işte 90-60-90 hatta o çok eskilerde kaldı, 80-55-85 ölçülerinde olmak durumundasın, şöyle tatlı olacaksın, ters bir şey söylemeyeceksin. Şu anda Hollywood’da en çok konuşulan kadın oyuncu Jennifer Lawrence herhalde genç nesilden ve bunların tam tersini yapıyor. Bu çok dar alana ve kişisel ifade özgürlüğünü hiçe sayan bir yere doğru, dünyadaki bütün kadın oyuncular sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bir ‘kopyala yapıştır’ barbie bebek yaratmaya çalışıyorlar. Birbirinin kopyası birtakım çok güzel insanlar var. Kim sivrilecek oradan? Öyle olmayanlar. O zaman niye özgür ifadeyi engelliyoruz?