"Nar Kitabı"İlkgençliğimizde "üslup" ne kadar önemliydi. Anlatılana değil, anlatıma bakıyorduk önce. Yüzeysel bir bakışla. "Faulknier’ın bir cümlesi beş sayfa uzunluğunda," diyorduk... Ya da, "Hemingway dehşet adam! Birer kelimelik cümleler kuruyor."
Elbette anlatılanla anlatımı birbirinden ayırmak olanaksız. İyi yazarların hepsinin kendi kişisel anlatımları vardır. Bununla, anlatmak istediklerini daha güzel, daha etkili verirler. Ama kimi yazarlar "özel bir anlatım" kurmak çabasıyla olmadık özentiler yaratırlar. Yalınlık uğruna, "önemli olan anlattıklarımdır" uğruna "takır tukur" yazanlara da rastlanır.
Sevdiğim yazarlara bakıyorum, sadece anlattıklarıyla değil, anlatım biçimleriyle de sıradanlığın dışına çıkıyorlar.
* * *
Bizde genç yazarların önemli bir bölümü anlatımı pek önemsemiyor. "Önemli olan benim söylediklerimdir" görüşüne sarılmışlar. Bir bölümü de özgün bir dil yaratmak için ter döküyor, sonunda sığ mı sığ bir yapaylık denizinde boğuluyor.
Bu yüzden, kendine özgü bir anlatım kurmuş, bu anlatımı da söyleyeceğini daha etkili söylemek için kullanmış genç bir yazar gördüm mü seviniyorum.
Faruk Duman bu yazarlardan biri.
Onun yapıtlarıyla çok geç tanıştım. Kusur benim. "Ay Dönüşleri"ni, "Seslerde Başka Sesler"i okumamıştım. Ama yeni yayımlanan "Nar Kitabı"nı (Can Yayınları) bir solukta okudum.
"Annemin anlatma biçimi, söyleyişine ağmış mizah ve esneklik, apaçık belirivermişti karşımda. (...) Annemin iyi dinleyicilerinden miydim, belki: sözcük taneleri altında hayır üşümüyordum, ısınıyordum daha çok. Sözün girdiği kılıktı, acımasız bir ahenk: ben bu ahenge demek ki, kendimi kaptırmış - sözcükler biraz da benim içgüdüme yağdığından - toprağın eğmince yol almaya başlamıştım."
Duman’ın dili için belki bir anahtar bu. Annesinin gerçekten iyi dinleyicilerinden olmuş; onun sözü de kılıktan kılığa giriyor, ama bu kılıklar iğreti değil. Anlattıklarına yakışıyor.
"Vaktiyle annem bir kartal sureti nakşetmiş, bu suret Yunus’un dükkanında dururdu. Zaman zaman durur, bu sureti uzun uzun izlerdi, derdi annem. O vakit, bu hali soranlara dönüp kartalını anlatırdı. Gençliğinde, peşinde dağ bayır koştuğu. Sonraları bu kartalı vurduğu. Kartalın, yüksek bir yerdi öldüğü. Çıkamamışlardı. Belki ölmediği idi."
Bir başkasının kaleminden çıksa "bozuk" olarak nitelendirebileceğim bir dil. Ama Duman’da akıp gidiyor. Anlattığıyla bütünleşiyor çünkü. Arkasında acemilik değil, ustalık var.
"Nar Kitabı" bir öykü kitabı. Ben onu bir şiir kitabı gibi okudum. Kendimi büyülü doğasına bıraktım. İmgelerinden imgeler ürettim.
Yeni yapıtlarını merakla bekleyeceğim yazarlar arasına biri daha katıldı diye de keyiflendim. n
BİR DAKİKA ARA"Kadın yazar"ın sonu...Bu haftaki "Bir Dakika Ara"mızı, Hollywood’da çalışmış bazı yazarların sözlerine ayıralım:
Dorothy Parker: "Korkunç bir şey bu, ama aklıma hiç iyi kadın yazar gelmiyor. Onlara ‘kadın yazar’ denilince sonları oluyor. Kendilerini kadın yazar olarak görmeye başlıyorlar."
Robert Benchley: "Yazma yeteneğim olmadığını anlamam on beş yıl sürdü; ama yazmayı bırakamazdım artık -çok ünlüydüm." ... "Bugün profesyonel yazarın en büyük sorunu, daktilo şeridini değiştirmektir."
Elie Wiesel: "Bir tek cümle sekiz yüz saat filme bedeldir."
Graham Greene: "Bir oyuncu için başarı, gecikmiş başarısızlık demektir."
Anita Loos ("Erkekler Sarışınları Sever"in yazarı): "Erkekler sarışınları sevmiyor artık. Günümüzde erkekler erkekleri seviyorlar."
Ernest Hemingway: "Sinema için nasıl yazılır, anlatayım. Önce kitabını bitirirsin. Kaliforniya sınırı nerededir, biliyorsun. O sınıra gider, karşı yana fırlatır atarsın kitabını. Yok yok, atmazsın. Bırak, önce onlar parayı atsın. Sonra sen fırlat kitabını. Sonra da kaptığın gibi parayı, gazlar gidersin."
Leland Hayward: "Ben Hecht’le Charlie MacArthur, 'Ölmeyen Aşk’ın (Warning Heights) senaryosunu iki haftada yazdılar. Walter Wanger için. Bronte’nin kitabını okumamışlardı bile -bir sinopsisden yola çıkmışlardı. Wanger, Sam Goldwyn’e sattı senaryoyu. Goldwyn de korkunç gişe yapan bir film çıkardı. Ben, David O’Selznick için 'Rüzgar Gibi Geçti’yi (Gone With the Wind) de yazmıştı -kitabı okumadan. Kitabı okursa kafasının karışacağını söylerdi. Kimbilir, belki de haklıydı."
PAZAR