08.11.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
FİLİZ AYGÜNDÜZ
Tek ve Tek Başına: Türkan” (Everest Yayınları) adlı biyografik romanını konuşmak üzere Ayşe Kulin’le buluşup Türkan Saylan’ın Arnavutköy’deki evine gittik sabahın erken bir saati. 41 numaralı evin sardunya saksılarıyla dolu cumbalı pencerelerinden birinde, beyaz kartona yazılmış yazı dikkat çekiyordu: “Hocam sizi kurda kuşa yem etmeyiz!” Tükenmez kalemin rengi solmuş, belli ki Saylan’ın Ergenekon kapsamında evinin arandığı günden,
13 Nisan 2009’dan kalma...
Kapıyı büyük oğlu Çağlayan Örge açtı, yanında Türkan hanım 18 Mayıs 2009’da ölene kadar dizinin dibinden ayrılmayan köpeği Bubu... Az sonra Saylan’ın küçük oğlu Çınar Örge de geldi. Türkan Saylan ise evin her yerindeydi. En çok da duvarlarında; bir köylüyle eşek sırtında, altında “Mutlu olmak için çok şey gerekmez” yazılı 1971 tarihli bir fotoğrafta laboratuvarda çalışırken,
eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eşiyle, cüzzam taramaları için gittiği Van’da halkla konuşurken... Bir tek sesi eksikti... Ama o da Kulin’in kitabında zaten. Saylan’ın vasiyeti olan kitabı Ayşe Kulin ve oğullarıyla birlikte konuştuk.
Nasıl karar verdiniz bir Türkan Saylan kitabı yazmaya?
Türkan hanımın benden bir kitap yazmamı arzu ettiğini hissediyordum. “Keşke siz de bir şeyler yazsanız” dedi. Onunla ilgili yazılan kitapları okuyunca “Ben ne yazabilirim?” diye düşündüm.
Başlangıçta reddettiniz o zaman...
Reddetmek değil de dedim ki “Hocam bana yazacak bir şey kalmamış”. Ama biz bütün bunları konuştuğumuz zaman Türkan hanım çok daha sağlıklıydı. 2006-2007 yılları...
Sonra kapandı mı o konu?
Evet ama benim içime hiç sinmedi çünkü benden böyle bir şey istedi ve yapamıyorum diye üzülüyordum. Hastalığı nüksedince onu sevindirmek istedim. “Başka bir şey yapalım hocam” dedim, “Nasıl ‘Köprü’ romanımda bir valinin üzerinden bir yöreyi anlatıyorsam, sizinle ilgili yazacağım kitapta da Türkan Saylan üzerinden cüzzamlıları anlatayım”. “Olur” dedi. Kendisinden meslek hayatı boyunca karşılaştığı cüzzamlılarla ilgili hikayeler anlatmasını rica ettim. Sonra birkaç kere buluştuk bu konuyla ilgili. Araya benim kolumda oluşan bir rahatsızlık dönemi girdi. Ardından onun hastalığı giderek ilerledi. İstediğim kadar bilgi toplayamadım. O hazırdı da ben kıyamıyordum ona. Çünkü yoruluyordu konuşurken. Ardından da evine baskın oldu. Sonra da kaybettik Türkan hanımı...
“Türkan hanımın mektupları kitabın seyrini değiştirdi”
Elinizde yarım bir proje... Ne yaptınız?
Vefatından sonra beni bir hanımefendi aradı: “Ben Türkan Saylan’ın çok yakın arkadaşıyım, bende bana yazdığı mektupları var. Sizinle görüşmek istiyorum. Bir şey yazacağınızı duydum, bunları size vermek istiyorum.” Gökşin Sanal’dı arayan. Gittim, görüştük. Türkan hanımın 14 yaşından itibaren kendisine yazdığı mektupların benim görmemde mahsur olmayan yerlerini seçip üşenmeden kendi el yazısıyla yazmış.
150 sayfalık bir defter verdi bana.
Bu mektuplar mı değiştirdi projeyi?
Evet. Gökşin hanımdan gelen mektuplardan sonra Türkan Saylan’ın tamamen insani yönlerini ele alan bir kitap yazmaya karar verdim. Türkan hanım bana “Mektuplar var, onlardan yararlanabilirsiniz” demişti. Gökşin hanımın verdiği defterdeki bilgilerle bir Türkan Saylan portresi çıkardım.
“Ölüm lafını ağzına almadı, hep ‘giderayak’ derdi”
Kitap hakkında Türkan Saylan’la en son ne konuştunuz?
Oğlu Çağlayan aradı beni, “Annem görüşmek istiyor sizinle, gelebilir misiniz?” dedi. Bir sabah geldim; çok çok hastaydı, artık sesi de çıkmıyordu. Ayaklarını pufa uzatmış, eteklerinin dibinde köpeği Bubu, her zamanki gibi. Aramızda biraz özel bir konuşma oldu, onu söylemek istemiyorum ama mektupları kullanırken çok dikkatli olmamı rica etti.
Çok gizemli duruyor böyle. Hangi konuda dikkat ettiniz özellikle?
Kimseyi kırmak istemiyordu. Ama hiç kimseyi de hayatının dışında bırakmak istemiyordu. Yani onun hayatına girmiş olanlar orada olsun ama çok saygılı bir şekilde dursun istiyordu. Onun arzularına dikkat ettim. O konuşma ikimizin arasında kalacak.
Konuşmalarınız sırasında, öncekilerde ve son görüşmelerde ölümden söz etti mi?
Kendisi çok iyi bir doktordu ve durumunun ağır olduğunu biliyordu ama hiçbir zaman dillendirmedi. “Ben artık ölüyorum” gibi bir laf etmedi katiyen; bana da, yakın çevresine de, çocuklarına da. Bu bağlamda tek kullandığı kelime “giderayak”tı. “Giderayak şunu da yapayım” gibi.
Baskından sonra ona farklı bir kimlik yüklediler
Kitabın bütününe baktığımızda bir yanda gerçekten kıymet bilen hastalar diğer yanda kıymet bilmeyen kocalar... Bu, erkek egosunun o yıllarda bu kadar güçlü bir kadını taşıyamamış olmamasından mı yoksa Türkan hanım zor bir kadındı denebilir mi?
Yok, zor bir kadın değil. Türkan hanımın zorluğu şöyle; kavga etmiyor. Önce alttan alıyor, sonra birdenbire bir gün “Tamam yetti” diyor ve gidiyor. Yani hırçın değil. Güçlü kadınları erkekler zor taşır. Erkek egosu pohpoh istiyor bir de. Türkan hanım bunu hiçbir zaman yapmıyor.
Oruç tutan, Kadir Gecesi Sakal-ı Şerif’i öpmeye giden bir Türkan Saylan
Kitabınızda ilk gençliğinde oruç tutan, Kadir geceleri Sakal-ı Şerif’i öpmeye giden, hayatı boyunca dua eden bir Türkan Saylan var. Neden vurgulamak istediniz bu yönünü?
Ben Türkan Saylan’ın kişiliğini, iç yapısını öne çıkarmak istedim. Zaten insanları seven, bu kadar yardıma hazır olan birinin Tanrı’yla da bağları vardır. Bir kere çok iyi bir dini terbiye alıyor. Ona bir hoca tutulmuş mesela; bütün duaları öğrenmiş. Hıristiyanlıktan dönme bir annenin oruç tuttuğu bir evde büyüyor; bunlar üstünde izler bırakıyor. Tanrı ile de çok sıkı bir ilişkisi var ki o ilişkiden de güç aldığı kesin.
“Evimi bastıranlar benden bir kahraman yaratmaktalar” dedirtiyorsunuz Türkan Saylan’a...
Cüzzamın kökünü kazıyan, yahut çocukları eğiten bir insanın evi basıldığında ya da öldüğünde sokaklar öyle dolmazdı; cenazeyi hatırlıyorsunuz. Baskından sonra ona başka bir kimlik yüklediler. O kimliği üstlenmemişti Saylan; onlar üstüne koydular onu. Çağdaş insanın simgesi haline geldi.
(Ayşe Kulin’le yapılan söyleşinin devamı Milliyet Sanat dergisinde.)
Türkan Saylan’ın çocukları Çınar ve Çağlayan Örge: “Annem bize ‘Siz çocuklarımdan ikisisiniz’ derdi”
Kitabı okuduktan sonra neler hissettiniz?
Çınar Örge: Ayşe Kulin çok güzel bir şekilde anlatmış annemin hayatını. Onun yazmasından mutluyuz.
Babanızla ilgili epey sert bölümler var. Onlara tepki gösterdiniz mi?
Çınar Ö.: Hayır.
Çağlayan Örge: Onlar da hayatın gerçekleri. Ama en azından çok da fazla vurgulanmasın diye isim değişikliği yapmasını istedik.
Babamız kitaptaki gibiydi diyorsunuz.
Çınar Ö.: O zamanlar öyleydi.
Okursa incinir diye herhangi bir endişeniz oldu mu?
Çınar Ö.: Evet. Ama bu annemin hayatını anlatan bir roman. Bizim romanımız değil. Biz yazmıyoruz. Babam incinebilir, incinecektir de. İnsanın hayatta yaptığı şeylerle karşılaşması, barışması gerekiyor.
Çağlayan Ö.: Son yıllarda babam iyice yaşlandı. O da çok değişti, bizim onunla olan ilişkilerimiz de... Şu anda melek vaziyetinde; araşıyor, görüşüyoruz. Sorunumuz kalmadı.
Çınar Ö.: Siz okurken ne düşündünüz?
“Babam sertti ama bunun iyilikle kötülükle ilgisi yok”
Çok sert biriymiş diye düşündüm.
Çınar Ö.: O zamanlar sertti ama bunun iyilikle kötülükle ilgisi yok. Biz de Çağlayan’la birbirimizi az mı dövdük zamanında.
Kendinizi okumak nasıl bir duyguydu?
Çınar Ö: Bizim içinde olduğumuz, bizim etkilediğimiz, bizi de etkileyen bir hayat. Annemle bizim aramızda hep bir alışveriş olmuş. Annem de birtakım şeyleri bizden öğrenmiş. Ben de çocuğumdan bir şeyler öğreniyorum. Öte yandan Ayşe Kulin bizi romanda olabildiğince doğru yansıtmış.
Kitabı okuyunca, Türkan Saylan’ın ancak üç-beş insanın bir hayata sığdırabileceği kadar çok şeyi tek başına yaptığını görüyoruz. Onu bu yoğun tempodan kıskandığınız oldu mu?
Çağlayan Ö.: Annem bize “Siz çocuklarımdan ikisisiniz” derdi. Hakikaten de öyleydi.
Çınar Ö.: Bize hiç ayrıcalıklı davranmadı bu anlamda. Eve getirdiğim arkadaşıma da bana davrandığı gibi davranıyordu.
Çağlayan Ö: Bazen şımarıklık ettiğimiz dönemlerde hemen bizi durdurmuş, azarlamıştır. Yani biz ayrıcalıklı olmak şöyle dursun tam tersi ondan fırça da yemişizdir.
“Tamamen kurgu olsaydı cinselliğini de yazardım”
Bir roman karakteri olarak kurgulasaydınız Türkan Saylan’ı bu elinizdeki malzemeyle hayatına neyi eklerdiniz?
Tamamen kurgu haline getirseydim ve adını bambaşka bir şey koysaydım hayatına duygusal ilişkilerini de katardım, flörtlerini de katardım. Daha daha derinliklerle, inceliklerle, cinselliğiyle yazardım.
Bunları katmanıza ne engel oldu?
Ben Türkan Saylan’ı yazıyordum, onu yanlış anlamaya imkan verecek tek bir cümle yazmadım; çünkü istismara çok açık bir isim. Bilerek kötülük ediyorlar Türkan Saylan’a. Onu istismar etmeye hazır, aç kaplanlar gibi bekleyen bir kalabalık var, onların eline malzeme vermek istemedim.