PazarZenginin gönlü oluncaya kadar fakirin canı çıkar

Zenginin gönlü oluncaya kadar fakirin canı çıkar

29.08.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Doktor işaret etti, Gel konuşalım dedi. İşten çıkınca yanına gittim. Ben dedi, kocanı ameliyat ettim. Sen çalışıyor musun? Çalışıyorum dedim. Eviniz var mı? dedi, var dedim. Altı toprak, üstü toprak bir evimiz var, Hacettepede. Kızım dedi, hiç oraya buraya başvurup da paranı harcama. Kocanın iki-üç ay ömrü var, gidici, kanser dedi"

Zenginin gönlü oluncaya kadar fakirin canı çıkar

Tarihe 1000 Canlı Tanık On sekiz yaşındayım, artık büyüdüm. Halk Partisi vekili doktor Mazhar beyin evinde çalışırkene çıkan kısmetimle evlendim. Nikah yok, çünkü nüfus cüzdanım yok. Gidiyorum geliyorum nüfus idaresine kayıt yok. İstasyonda hamallık yapıyordu Seyfi bey. Hoca nikahıyla geldik, Hacettepede bir yerde oturduk, oradan da Altındağa geldik. Necla isminde bi tane çocuğum var, bi de hamileyim. Bir gün geldi dedi ki, Ankaranın kazası Kalecike gidiyoz, orada iş buldum. Gittik Kalecike. Bir gün akşam oldu, geç vakit adam eve gelmedi. O gün bahçede silahıyla oynayan birini görmüştüm, içime ateş düşmüştü ya benim adamı gelir de vurursa bu adam demiştim. Sonra candarmalar geldi, savcı geldi ifademi istediler. Sonra istasyona götürdüler, bir çocuk elimde biri karnımda. Halim harap, param yok, savcı yol parası verdi. Tren geldi, benim adam can çekiştiriyor, tam tren geldi, adam ruhunu teslim etti. Sen git biz kaldırırız, burada durma senin için iyi değil dedi savcı ve doktor. Trene bindirdiler beni, gece 11de, Ankaradaki büyük istasyona geldik. Geldik ama nereye gitcem bilmiyorum, kendimi şaşırttım, aklım başımdan gitti, kendimi kaybetmişim artık. Şöyle oturdum, çocuk da kucağımda, bi adam geldi ki. Bacı dedi, ne oturuyon? dedi. Ben Altındağda oturuyom ama nereye gidiceğimi bilmiyorum, aklım başımda yok dedim. Gel seni götüreyim dedi, adam bizi eve kadar getirdi. Geldim tabi, konu komşu herkes bana acıdı, nikah yok, biri doğacak birisi doğmuş, çocuğum var. Mahalledeki Dudu bacının yanına yerleştim. Fişek fabrikası adam arıyordu. Gittim işe aldılar beni. O ara da nüfus kağıdım için uğraşıyorum. Haymanaya, candarmaya gittim, babamı şikayet ettim. Benim kızı olduğuma, nüfus kağıdı versin, bi felaket geldi başıma benim, nikahım yok, neylen müdafa edicem diye. Muhtar, candarma ve babam geldi. Oyalıyorlar hep. Artık benim tepem attı, avazım çıktığı kadar adamlara bağırdım, dövüştüm onla. Neyse oradan alamadık Ankaraya geldim, aldım nüfusumu. Mahkemelik olduk. Fabrikada çalışıyorum. Dudu bacıya ne kazanıyorsam veriyorum 1915 yılında Haymananın Yaprakbayırı köyünde doğar. Babasından ayrılan annesiyle birlikte yaşadıkları Bahçecik köyü, Yunan ordusu tarafından işgal edilir. İşgalin sona erdiği günlerde annesini kaybeder ve teyzesinin evinde büyür. 13 yaşındayken babası ve üvey annesiyle birlikte yaşamaya başlar. Ailece önce Konya-Karaçayıra ardından da Ankaraya göç ederler. Tek parti iktidarının hüküm sürdüğü yıllarda başkentteki varlıklı ailelerin yanında çalışır, çocuk bakıcılığı yapar. Hastane ve fabrikalarda işçi olarak çalışır. Çok partili dönemde Başbakanlık binasında odacılık yaparak hayatını kazanır. 24 yıllık hizmetinin sonunda işten ayrılır. 1970li yıllardaki yasal düzenleme ile emekli olmaya hak kazanır. İlk evliliğini 18 yaşındayken yapan Fatma hanım, eşi Seyfi beyin vefatını izleyen yıllarda Satılmış bey ile tanışır ve ikinci kez evlenir. Üç çocuğunu kaybeder. İkinci evliliğinden dünyaya gelen iki kızını, eşinin ölümünden sonra tek başına büyütür. Okuma yazmayı ileri yaşlarında katıldığı kursta öğrenen Fatma hanım halen Ankarada yaşıyor. Bu hafta yaşam anlatımının ikinci ve son bölümünü işçilik yaptığı yıllara ayırdık. , tek iyi baksın çocuğuma. Fabrikada çalışırkene, çocuğum zatüriye oldu öldü. Öbürü de fabrikadaki fişek dolu sandıklara karnımı çarptım, o da öyle gitti, dokuz aylık düştü." Fatma hanımın 1935 yılında, ilk eşinin ölümünden yaklaşık iki yıl sonra fabrikada işçi olarak çalışırken bir kısmeti daha çıkar. "Komşular bi kere görüştürdüler, gördüm, napıyım, boynum bükük, gidicem. Kimsem yok. Nikahımı gizli kıydık, kaynanam da istemedi beni. Nerden getirdiysen oraya götür dedi. Beyime başbakanlıkta iş bulduk. Aylık 25 lira maaş alıyodu. Önce çocuğum olmadı, sonra Özgül doğdu ve sonra o da öldü. Sonra Özcan dünyaya geldi. Ulucanlarda oturuyoz artık." "Önce fabrikanın terzihanedeydim, asker torbası dikiyoduk. Adam maaş alıyor, hiç eve gelmiyo, gidiyo dışarda içiyo miçiyo, hiç bize bakmıyo, sefil olduk. Sonra işten çıkardılar beni. Çocuk var. Bu sefer fabrikanın kapsül bölümüne eleman arıyorlardı. Neyse, gittim, bekledim bekledim, zenginin gönlü oluncaya kadar fakirin canı çıkar. Uğraştım epey, işe girdim sonunda. Fabrika Kayaşta, derenin içinde, Hüseyin Gazi dağının dibindeydi. Çok tehlikeliydi işimiz. Priminatla, kapsülleri patlatan madde ile çalışıyorduk. Boş kapsüle kalay sürülüyo, vernik sürülüyo, kapsülleri 16 defa elden geçiyorduk. Vernik sürüyolar, ben muayene yapıyorum, çürüğünü çarığını alıyorum. Diğer işçiler, priminat yapıyolardı. Akşamüstü oldu muydu, kiloylan tartıyolar oksijeni, oksijeni şişelerde böyle, tam gidecekleri zaman getiriyolar, kezzabı onun içine döküyolar, üstüne bakır atıyolar, o simsiyah oluyo sabaha kadar, sabahleyin geliyom ki, duvarlar yemyeşil, zehirlenmiş, zehir saçıyo, havalandırıyoz da, ondan sonra içeriye giriyoruz. Alman harbi başladı, ekmek karneylen... Elimizde eldivenlen çalışıyoz, eller yanmaması için, ama o sırada eldiven yok, gelmedi, çıplak ellen. Kaza oldu. Neyse, iki elim yandı, sardılar, saat dörtteki trene zor yetiştim. Hadi sen git, elin iyi oluncaya kadar gelme dediler. İyileştim, işime döndüm gine. Bu arada Alman harbi bitti, dediler ki iş yok, ot yolduk, fabrikanın etrafındaki otları yoldurdular bize. Hüseyin Gazi dağında gidiyoz, taş topluyoruz, yapacak iş yok. Dolu insan çalışıyor, kadın, erkek. Sabahın körüne, kar, kıyamet, kış geliyoz, çalışıyoz, saat beşte çıkıyoruz. Trenlen gidip geliyoruz, sonra 25 dakika yürüyoruz fabrikaya gelmek için. 53te çiftliğe taşındı. Beni muayeneye verdiler. Boş kovan muayenesi, göz muayenesi. Tırtırı var mı, tüfeğe takılacak yeri var mı, onları ayırıyoruz. Zeliha doğdu bu arada. Askeriyenin sandığı var oraya bağlıydık, askeriye işi yapıyoruz." Duvarlar yemyeşil "O arada, beyim hastalandı. Dediler ameliyat yapacağız. Neyse ameliyat oldu. Ameliyatı geçtikten sonra adam şişmanladı, iyi oldu, kendine geldi. Beraberce köye gittik sonra. Sancısı fazlalaştı orada. Geldik Haymanaya, akşamleyin doktora götürdüm. Doktor işaret etti, Gel kızım konuşalım dedi. İşten çıkınca yanına gittim. Ben dedi, kocanı ameliyat ettim. Sen çalışıyor musun? Çalışıyom dedim. Eviniz var mı? dedi. Var dedim. Altı toprak, üstü toprak bi evimiz var dedim. Hacettepede. Kızım dedi, hiç oraya buraya başvurup da paranı harcama. Kocanın iki-üç ay ömrü var, gidici, kanser dedi. Sakın kocana söyleme, duymasın dedi. Ondan sonra, geldim eve, teselli ilacı verdim, o teselli olsun diye. Ona bakıyorum, çocuklarım küçük, onlara bakıyorum, işe gidiyorum. E çocuklar okula gidiyo, okuldan geliyolar, işte Özcan herhalde 12 yaşında falan." 1953 yılında eşi Satılmış beyi de kaybeder ve iki kızıyla kalır Fatma hanım. "Fabrikada 12 sene 6 ay çalıştım, sonra başbakanlığa girdim. Orada evrak getirip götürüyordum. 9 sene 2 ay hizmet ettim... Genç yaşta dul kaldım, çocuklarım küçük, bana dünür de geliyolar, reddediyom, hayır diyom, ben çocuklarıma bakıcam, ben kendimi çocuklarıma adadım diyorum, geçip gidiyorum. Büyük kızım okumadı, terzilikle ilgilendi, onu kursa gönderdim. O sırada ben hem köyü idare ediyorum, evimi, çocuklarımı idare ediyorum. Seneden seneye de gidiyom, ekinimi kaldırıyom. 424 dönüm tarlam var benim, hepsi bana kalma, babam bana sahip olmadı ya, herkes öldü, en son mal bana kaldı, Allahın hikmeti işte... Özcan yetişti, onu da evlendirdim. Damadım tam öğretmen çıkacağı sene hukuku kazandı. Onun okumasına yardım ettim. Diğer kızım Zeliha da yetişti, 14 yaşında oldu. Anıttepede bi ev aldım, hukuku bitirdikten sonra, kura çekti, Şemdinliye düştü. Gittik oraya." Demokrat Parti döneminde çalıştığı Başbakanlıktaki işinden ayrılan Fatma hanım, yasal sorunlar nedeniyle resmi olarak emekli olamaz. Resmi olarak emekli olabildiği 1973-1974 yıllarında Anıttepedeki evini satar ve Etlikten ev alır. Çocuklarını evlendirir. "Ankara ucuz ikene, benim de bugün üç-dört tane apartmanım olurdu, bi arsa alsaydım, değil mi? Param da varıdı ama korkuyodum. O yokluğu gördüğüm için, param gider diye korkuyodum. Şimdiki aklım olsaydı evlenirdim, eğer yalnız kalıcağımı bilseydim, yalnızlık çok zor." İki-üç ay ömrü var "Ankaraya ilk geldiğimde Kızılay dümdüz tarlaydı, 25 kuruşaydı metrekaresi. İlk zaman şehir harabe bi yeridi, kötü kötü evler vardı. Ahırlara pencere açtılar, ahırları temizlediler, kiraya verdiler. İnekler yasak oldu, şehir dışına gitti. Sonra bir sürü ev yapıldı. O zamanlar zenginler Atatürk Çiftliğine giderlerdi, baraj açıldı, baraja giderlerdi, mesela, bağlara giderlerdi. Ankaranın yerlilerinin bağları vardı, bütün bağdı Çankaya. Ankaranın yerlileri kapalıydı, çok kapalıydı. Hırka ve şalvar giyerlerdi. Başlarına çar takar, altına da yemeni bağlarlardı. Kapıların dibine otururlar ve onu bunu çekiştirirlerdi, çok dedikoducuydular. Hele o Hacettepe tarafı hep dedikodu yapardı. Hiç gezmezlerdi. Biz dışardan gelenleri hiç beğenmezlerdi. Bizi aşağı görürlerdi, kendilerini daha yukarı görürlerdi. Bir gün Karacabey hamamında iki genç kadın şifalı su yüzünden kavga etti. İstanbullular daha bi terbiye, daha bi ayrıydı. İki genç hanım dövüştüler. Dövüşünce, İstanbullu olan Koca donlular, tezekten odunlular, sizi tezekten kurtardık. Ahırları ev ettik, sizi bağladık dedi. Ankaralı da ona, Kesekağıdı harçlılar, bakkala borçlular diye cevap verdi. İstanbullular ile Ankaralılar geçinemezlerdi. İstanbullular şapka kanunu çıkınca şapka giydi, Ankaralılar geriydi biraz, gericiydi. Ondan sonra onlar da açıldılar kabak çiçeği gibi. Ankara çok küçüktü, herkes birbirini tanırdı o zamanlar. Mesela Sarı Mehmet, bu Ankaranın yerlisi adamlardan, Hacettepenin kabadayılarından. Çatışma oldu, bekçi öldürdüler. Sarı Mehmet dediğim, astığı astık, kestiği kestik bir kabadayıydı. Ondan sonra bi Arif çıktı kabadayı yine Hacettepede."Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Gülay Kayacan Görüntü kaydı : Tamer Üstel Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Gelecek hafta: Taraklıdan M.Yüksel Özkan anlatıyor. Koca donlular tezekten odunlular

KEŞFETYENİ
Sağlık durumu kritik! 'Acil vasi atanması gerekiyor'
Sağlık durumu kritik! 'Acil vasi atanması gerekiyor'

Cadde | 16.06.2025 - 08:24

Nihal Candan'ın hastanede tedavisi devam ediyor. Dün hastanede doğum gününü kutlayan Nihal Candan'ın sağlık durumuyla ilgili yeni gelişme yaşandı.

Yazarlar