Trump’ın, Siyonistlerin ve onların doğal müttefiki, Batılı Küresel Müdahaleciler’in Orta Doğu için 1996’dan bu yana geliştirdikleri planı reddetmesinin acı sonuçları olacağı belliydi. Bu sonuçları izliyoruz.
İran’ın, İsrail’in Tahran’ın ortasında silahlı insansız hava aracı fabrikası kurmasına, Genelkurmay Başkanı’nı ve üst düzey komutanlarını öldürmesine, hava savunma sistemini tek roket atmadan yok etmesine olanak veren bir zafiyet içinde olduğu ortaya çıktı. İsrail’in ise yere-göğe sığdıramadığı Demir Kubbe savunma sisteminin, 4 kilometreden atılacak top mermileri şöyle dursun, İran’ın 2 bin kilometre mesafeden gelen roketlerini bile durduramadığı anlaşıldı. İsrail’in, savaşta bile nükleer enerji tesislerine saldırı yasak olduğu halde, yarım milyar Orta Doğu halkını radyoaktif tehlikeye atarak, İran’ın uranyum arıtma tesislerini vurmaya kalkması da Netanyahu’nun intikam çabasının bir sonucu idi.
1969 Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması ve riayeti denetleyen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), hiçbir ülkenin nükleer enerji elde etmesini yasaklamıyor. İran da her ülke gibi, uranyumu arıtarak ve yakıt olarak kullanarak elektrik elde edebilir. Nitekim bu anda 31 ülkede elektrik enerjisi nükleer tesislerde üretiliyor. Arıtılmış uranyumu, atom ve hidrojen bombası imalinde kullanmak da mümkün olduğu için, uluslararası toplum buna, sözüm ona, bir denetim getirmiştir. Şu anda 9 ülke kendi ürettiği nükleer silaha sahiptir; bizim de aralarında olduğumuz 6 ülkede ise başka ülkelerin ürettiği nükleer silahlar bulunur. (Dünyadaki toplam nükleer silahların sayısı 12 bin olarak tahmin ediliyor; çünkü hiçbir ülke UAEA’ya silahları denetleme imkanı vermiyor.)
1969 antlaşmasından sonra atom bombası edinen ülkelerin deneyimi, bunun, gizlice ve sorulduğu zaman kesin ifadelerle reddederek (yani uluslararası toplumu kandırarak) mümkün olduğunu gösteriyor. Ülke, nükleer silah edindiğinde, UAEA veya bir başka ülke ona “Senin nükleer silah edindiğini biliyoruz!” dediğinde, bu ülke bu kez, diplomatik dilde “Ne yalanlama ne kabul etme” diye nitelenen bir tutum içine giriyor. İran da bu yolla nükleer silah edinebilirdi; ama İslam Devrimi’nin 6’ncı Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat, “İran İsrail’i haritadan silecektir; atom bombası edindiğimizde bunu mutlaka yapacağız” şeklinde bir demeç verince, işlerin gidişatı da bozuldu. Ahmedinejat, ne kadar bu sözleri söylemediğini öne sürse de İsrail, 1996’dan beri sürdürdüğü İran aleyhtarı çalışmasına aradığı en sağlam kanıtı bulmuş oldu.
İran-İsrail husumeti, 1979’da İran’da Şah’ın devrilmesi ve Humeyni yönetiminin işbaşına gelmesi ile aynı zamanda başladı. Ülkede yönetimi ele geçiren siyasal İslamcı kadrolar, Filistin’deki Siyonist yayılmacılığına ve mezalimine karşı söylemleri ile İsrail’in çevresinde Yemen’den Lübnan’a bir “Şii Hilali” oluşturduğu izlenimini veren uluslararası eylemleri ile, İsrail’le düşmanlık düzeyini arttırdılar. İsrail ise zengin ve etkili lobisini kullanarak, ABD’yi yönetimlerini önce Irak’ı ardından Suriye’yi parçalayarak İsrail ile İran arasına “Hiçbir zaman İslamcı olmayacak” bir tampon devlet oluşturulmasına ikna etti. “İkna etmek” sözün gelişi; çünkü 1947’den beri İsrail demek, ABD demektir.
NeoConcular ve Küresel Müdahaleciler, “tampon devlet” fikrini gerçeğe dönüştürme görevinin üzerine atladılar; çünkü onlar İngiltere’den devraldıkları Orta Doğu’ya yeni bir şekil verme görevini, İngiltere’nin 1925’te yarım bıraktığı Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de bir Kürt devleti işini, ayrılıkçı bir terör hareketi başlatarak tamamlamak istiyorlardı.
Ancak Türkiye bu planı iki yerde, Irak’ta ve Suriye’de akamete uğrattı; Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Trump da Orta Doğu’yu yeniden tanzimi işinden vazgeçti; örneğin İran ile görüşme işini kendi eline aldı. Ama Netanyahu, İran’ı masadan kaldıran son hamlesi ile Trump’ın bütün planlarına engel olmuş görünüyor.
Trump’ın karşı hamlesi ne olacak? Takibe devam!