Adam sabır ve disiplin harikası. Sansasyonel olayların peşinde değil. İlkelerinin peşinde. Öfkesi, nefreti yok. Sessiz ve sakin kişiliğiyle güler yüzlü, sportmen bir portre çiziyor. İşe bakın: Bu adamın kibiri de yok. Oysa onun başarısını yakalayan ya da aynı yolda yürüyenlerin burnu Kaf Dağı’nda.
Bir Alman için bunları yazmak çok hoş... Adam sıradışı. Sanki bir centilmenlik örneği.
Joachim Löw bu coğrafyadan da geçti. Kariyerini ipek böceğinin kozası gibi sabırla geliştirdi. 2006’da Dünya Kupası üçüncülüğüne Klinsmann ile birlikte razı oldular. Sonra Löw dümene geçti. Almanya’yı sabırla, sükunetle yönetti. Kadrodaki kuşak değişimini de yavaş yavaş kimseyi kırmadan, dışlamadan gerçekleştirmeye çalıştı. Joachim Löw futbolun dev ülkesi Brezilya’da Dünya Kupası’nı kazanarak herkesi yeniden Alman fanatiği yaptı. Şimdi o futbolla yeni bir aşka yelken açıyor: Fransa’dan Avrupa şampiyonluğu ile dönmek. Kafasında dolaşan tilkiler... 2018 Dünya Kupası’na kadar büyük bir serinin peşinde.
Dünkü oyun Almanya’nın fazla koşmadığı, tempoyu düşük tuttuğu, kendini zorlamadığı, biraz da çeyrek finale sakladığı basit bir gol gösterisiydi. Önce Boateng’in bizim canımızı acıtan Hırvat Modric örneğindeki gibi uzaktan golü geldi. Bizim ligimizde savunmadan dönen böyle toplara kaç kişi vuruyor? Gomez’e yapılan penaltıyı bence Mesut kaçırmadı. Slovak kaleci Kozacik gördü, soluna atladı ve başarıyla kurtardı.
Alman takımının en iyilerinden biri kuşkusuz Draxler’di. Adam sağ kanat, sol kanat gittiği her kulvara hareket ve neşe taşıdı. Gomez’e attırdığı gol de yüzde 80’iyle onun hakkı. Ve Draxler’in büyük oyununa koyduğu nokta Hummels’in kafayla indirdiği topa ustaca dokunuş ve üçüncü gol.
Oldum olası körlemesine Brezilya ve Alman futbolu hayranlığına soğuk bakarım. Ama bu Almanya oynadığı oyunla, ciddiyetiyle, doğrularıyla ve 490 dakikadır gol yemeyen o büyük savunma anlayışıyla hayranlığı hak ediyor. Sanırım kupayı da hak edecek.