Futbol artık dizilişler oyunu değil. 4-3-3, 3-5-2 ya da 4-2-3-1 gibi klasik terimler kullanılsa da, modern futbol; hareketli oyuncularla, değişken rollerle ve anlık geçişlerle oynanıyor. Bu geçişler, sadece teknik direktörün kararlarını değil, oyuncuların oyun içindeki zekalarını da test ediyor.
Futbolun belki de en çekici yanı, herkesin bir fikrinin olması... İster ayağına top değmiş olsun, ister olmasın; futbol, izleyen herkesin teknik direktörlüğe soyunabileceği bir spor olduğu için belki de bu kadar popüler...
Günümüzde ise bu anlamda en çok yorum yapılan konulardan biri; maç öncesi kadrolar açıklandığında herkesin gözünü çevirip baktığı, skora göre maç esnasında, “Takım neden üçlüye döndü?” veya “Geçen hafta üçlüyle gol yememiştik, bu hafta neden dörtlü çıktık?” diye sorduğu, son dönemin en popüler sorularından biri; savunma hattının kaç kişiyle kurulacağı...
Sosyal medyada, tribünde, televizyonda neredeyse herkesin bu konuda bir fikri var. Bazıları için dörtlü savunma, “güvenli oyun”un simgesi; bazılarıysa üçlü savunmayı “modern ve cesur futbol” olarak görüyor. Ancak işin aslı, sistemlerin sabit değil, oyunun içindeki geçişlerle sürekli değişen yapılar olduğu gerçeği.
Savunmadan hücuma...
Futbolda savunma düzeni, takımın sahanın arka tarafında kaç oyuncuyla, ne şekilde konumlandığını ifade ediyor. Ancak konu tabii ki sadece savunma değil. Bu diziliş aynı zamanda hücum organizasyonunun da temelini oluşturuyor.
Dörtlü savunma, futbolun klasik anlayışı... Genellikle 4-3-3, 4-2-3-1 ya da 4-4-2 gibi dizilişlerin temeli. Geride iki stoper ve iki bekle savunma ile orta saha arasında dengeli bir yapı kurmayı hedefleyen bir sistem.
Üçlü savunma ise çoğu zaman 3-4-3, 3-5-2 ya da 3-4-2-1 gibi formasyonlarla kullanılıyor. Bu yapıda üç merkez savunmacı bulunuyor. Kanatlarda ise ya klasik bekler ya da “kanat beki” olarak adlandırılan, hem savunma hem hücum işlevi olan oyuncular yer alıyor. Burada kritik olan, sistemin kâğıt üzerindeki dizilişinden çok, sahadaki hareketlilik ve rol dağılımı. Yani takımlar topa sahip oynarken 3’lü, top rakipteyken 5’ li bir düzene geçebiliyor.
Tabii burası kitap bilgisi... Günümüzde bu sistemler artık bu tanımların çok daha ötesinde. Santra yapılırken gördüğümüz dizilişi oyun içerisinde çoğu zaman farklı görebiliyoruz. Çünkü futbol artık her oyuncudan çok daha hareketli ve neredeyse mevkisiz bir oyun bekliyor. Anın ihtiyacına ve topun bulunduğu bölgeye göre oyuncular kayıyor, yer değiştiriyor, farklı mevkilere evriliyor.
Sistemler sabit değil
Yani futbol artık yalnızca dizilişler oyunu değil. 4-3-3, 3-5-2 ya da 4-2-3-1 gibi klasik terimler hâlâ kullanılsa da, 90 dakikalık bir maçta bu yapıların sabit kaldığını söylemek neredeyse imkansız. Çünkü modern futbol; hareketli oyuncularla, değişken rollerle ve anlık geçişlerle oynanıyor. Teknik direktörler, oyuncularına birden fazla rol yüklüyor ve oyunun farklı anlarında, farklı sistemlere geçiş yapılmasını talep ediyor. Bu geçişler, sadece teknik direktörün kararlarını değil, aynı zamanda oyuncuların oyun içindeki zekalarını da test ediyor.
Maçın başında dörtlü savunmayla sahaya çıkan bir takım, hücum sırasında beklerinden birini ileri çıkarıp adeta bir kanat oyuncusu veya orta saha gibi kullanabiliyor. Aynı anda diğer bek, daha geride kalarak savunmayı üçlüyor ve takım, pozisyonel olarak üçlü savunmaya geçmiş oluyor. Bu geçişler sadece defans hattında değil, orta saha ve hücum kurgusunda da görülüyor. Yani sistemden çok, “uygulama” önemli: Oyuncu kalitesi, oyun zekası, antrenman düzeyi.
Cesaret mi, macera mı?
Üçlü sistemle Conte’nin Juventus, Chelsea ve Inter de yaptıkları, Gasperini’nin Atalanta’sı, Inzaghi’nin Inter’i, medyada “yenilik”, “cesaret” ya da “modernlik” gibi yorumlanırken, Türkiye’de ise çoğunlukla “yanlış macera” diye etiketleniyor.
Futbolda sistemler söz konusu olduğunda medyanın kullandığı dil de kamuoyu algısını fazlasıyla etkiliyor. Türkiye’de ve dünyada üçlü savunma genellikle bir “risk”, dörtlü savunma ise bir “güvence” gibi lanse ediliyor. Bu kodlama, teknik kararların medyada nasıl çerçevelendiğini gösteren önemli bir örnek. Yorumcular, bazı teknik adamları “fazla cesur”, bazılarını “aşırı garantici” olarak sınıflandırıyor. Bu değerlendirmelerde çoğu zaman oyuncu profili, rakip analizi ya da oyun planı gibi detaylar arka planda kalabiliyor.
Özellikle Türkiye’de üçlü savunma hâlâ bir tabu gibi. Medyada sıkça “Üçlü savunma bu ülkede işlemez”, “Bizim ligimiz dörtlü ister” gibi klişeler yer buluyor. Bu söylemler hem teknik direktörleri kararlarında kısıtlıyor hem de taraftarın sistem tercihlerine olan önyargısını pekiştiriyor. Jorge Jesus, Fenerbahçe’sini hatırlıyorsunuz. Sezon sonu her şeyin sorumlusu üçlü savunma gösterilip, yeni gelecek hocanın üçlü oynatmayacağı bile yönetim tarafından söylenmişti.
Oysa Avrupa’da başarılı olan birçok teknik adam üçlü sistemle fark yaratıyor. Conte’nin Juventus, Chelsea ve Inter de yaptıkları, Gasperini’nin Atalanta’sı, Inzaghi’nin Inter’i gibi. Medya bu sistemleri “yenilik”, “cesaret” ya da “modernlik” gibi olumlu terimlerle anlatıyor. Türkiye’de ise aynı yaklaşım, çoğunlukla “yanlış macera” etiketiyle karşılanıyor.
Futbolun büyüsü bu
Sonuçta üçlü ve dörtlü savunma arasında yapılan tartışmaların ardında, futbolun ne kadar karmaşık ve katmanlı bir oyun olduğunu görmemiz lazım. Futbol, belki de en geniş alanda oynanan takım sporlarından biri. Bu da oyunculara saha içine rakipten fazla ve dengeli yayıldıklarında avantaj sağlıyor. Teknik direktörlerin tercihleri, oyuncu hareketlilikleri, rakip analizleri ve taraftar tepkileri de eklenince, sistem dediğimiz oyunun taktik kısmı sürekli güncelleniyor.
Bugün savunma hatları nasıl şekillenirse şekillensin, yarın bu oyun yeni bir strateji, yeni bir sistemle karşımıza çıkacak. Ve futbolun asıl büyüsü de burada yatıyor: Sürekli değişen ve evrilen bir oyun olması, her zaman yeni stratejiler ve yenilikler doğurması.
"Hocanın ezberi var"
Mesela X bir takım, üçlüyle maçı kazanmış olmasına rağmen, “Bu oyun uzun vadede gitmez” gibi söylemlerle galibiyetin önüne geçiliyor. Veya dörtlü sistemde gol yenince, hemen “Göbekte çok açıldık, üçlüye dönsek...” tartışmaları geliyor. Maç kaybedildiğinde ise ilk kurban genellikle “yanlış sistem seçimi” oluyor. Çünkü taraftarlar çoğu zaman oyunculara olan sevgileri sebebiyle onları eleştiriden muaf tutulabiliyor. Ama teknik direktör, tüm stratejik kararların sorumlusu olarak hedefe oturtulup, “inatçı” ve “değişime kapalı” olmakla suçlanıyor. Özellikle takım birkaç maç üst üste puan kaybettiğinde, sistem değişikliği beklentisi artıyor. Bu beklenti bazen rasyonel olurken, bazen de sadece değişiklik arzusunun kendisi haline geliyor.
"Üçlüye geçtik mahvolduk"
Sosyal medya çağında taraftarlar yalnızca izleyici değil, aynı zamanda yorumcu ve hatta zaman zaman, “alternatif teknik direktör” konumuna geliyor. Başta sosyal medya, herkesin teknik analiz yapabildiği ve görüş bildirebildiği devasa bir futbol tartışma alanı yarattı. Bu da baskıyı artırıyor.
Artık teknik direktörler yalnızca spor medyasına değil, milyonlarca taraftarın anlık tepkisine de karşı mücadele veriyor.
Taraftarların teknik detaylara bu kadar meraklı olması aslında güzel. Futbola ilgiyi artırıyor. Ama zaman zaman bu merak, takıntı haline gelip “sistem fanatizmine” dönüşebiliyor. Sistem takıntısı, bazen futbolun gerçeklerini gölgeleyebiliyor: Oyuncu kalitesi, antrenman seviyesi, liderlik, saha içi reaksiyon gibi asıl belirleyici unsurlar göz ardı ediliyor.
Manchester City - Pep Guardiola (2022-23)
Guardiola, John Stones’u savunmadan orta sahaya çıkararak bir ‘hibrid oyuncu’ gibi kullandı. Maçlara 4’lü savunmayla başlayan City, topa sahip olduğunda savunmasını Akanji-Dias-Ake üçlüsüne dönüştürüp, Stones ve Rodri’yi önlerinde çift pivot gibi konumlandırdı. Böylece oyun içi dönüşümle 3-2-5 dizilişi kuruldu ve oyunun merkezinde ezici bir üstünlük sağlandı. Böylece savunma 3’lüye (Akanji-Dias-Ake) dönüyor, topu domine etmek için merkez kalabalıklaştırılıyordu.
Arsenal - Mikel Arteta (2023-24 sezonu)
Zinchenko’nun sol bekten içe devrilerek merkezde oyun kurucu gibi rol alması, Arsenal’in topa sahipken 3-2-5 dizilişine geçmesini sağladı. Bu yapı, hem savunmada ekstra emniyet hem de hücumda genişlik ve merkez üstünlüğü getirdi. Arteta’nın oyuncularına yüklediği pozisyon esnekliği, sistemin sabit olmadığını gösteren örneklerden biri.