Son anda Muslera...
Bazen bir futbolcunun gidişi, bir dönemin kapanışı, bir takımın belleğinden bir parçanın eksilişi gibi hissedilir. 14 yıl boyunca sadece Galatasaray’ın kalesini değil, Galatasaraylıların kalbini de koruyan Nando Muslera gibi. Nefeslerin tutulduğu nice penaltıda, karşı karşıyada, derbilerde, sarı-kırmızılı taraftarlara nefes oldu. Ama asıl zaferi kazandığı kupalar değil, bu ülkede sevilen, sayılan, örnek gösterilen bir futbolcu haline gelmesiydi. Bugün bir futbolcudan çok daha fazlasına veda ediyoruz. Bir kültüre, bir bağlılığa, bir zarafete...
Galatasaray 2010-11 sezonunu bitirdiğinde geride sadece puan farkıyla değil, hafızalara kazınan bir enkaz duygusuyla kalmıştı. Teknik direktörler gelip gitmiş, kadro karmaşık, taraftarın umudu tükenmişti. Kaleci rotasyonunun bir korku filmi gibi ilerlediği bir sezondan bahsediyoruz. İşte öyle bir ortamda, Lorik Cana ve bir miktar para karşılığı Fernando Muslera, Lazio’dan transfer edildi. Kimi “Bu kadar paraya kaleci mi alınır?” diyor, kimi “Yabancı kontenjanı” diye homurdanıyordu. Ama Muslera geldiği andan itibaren takımın yalnızca filelerini değil, ruhunu da toparlamaya başladı.
Galatasaray tarihinde kaleciler her zaman kritik figürler olmuştur. Simoviç’in sezgileri, Mondragon’un karizması, Taffarel’in tekniği… Muslera hepsini tek potada eritmiş gibiydi. Soğukkanlıydı ama asla silik değil. Sakin görünürdü ama gerektiğinde hakeme en dik çıkan isim olurdu. Mütevazıydı ama yeri geldiğinde takımın ruhunu taşıyan oydu.
İstatistiklerle dolu bir kariyer onunki ama bu rakamlar onun karakterini anlatmaya yetmez. Çünkü Muslera’nın gerçek başarısı, bu kadar süre boyunca hiçbir polemiğe karışmadan, hiçbir tartışmanın tarafı olmadan, ama her zaman merkezde kalarak takımı taşıyabilmiş olmasıydı. Türk futbolunda rakip takım oyuncusuna saygı duymak neredeyse ayıp sayılırken, onu sadece Galatasaray taraftarı değil, tüm rakipler de başka bir yere koydu. Çünkü sahada sadece topu değil, davranışlarıyla da değerleri koruyan bir figürdü.
Bu saygının ardında sadece centilmenlik değil, elbette istikrar da var. Türk futbolunda gelip geçici yıldızlara alışığız. Üç yıl parlayıp kaybolanlar, bir sezonda efsane olup ardından unutulanlar… Ama Muslera 14 yıl boyunca hep oradaydı. Her sezonun parçası, her büyük maçın aktörüydü. Türk futbolunun kutuplaşmış ikliminde nadir rastlanan ortak değerlerden biri oldu.
Futbolda sadakat artık nostaljik bir sözcük gibi. Oyuncular için forma, bir aidiyet değil sadece bir kontrat maddesi. Kulüpler için oyuncularına vedanın artık bir zarafeti yok. Ama Nando Muslera, bu çağın tersine yürümeyi seçti. 14 yıl boyunca sadece kalede değil, Galatasaray’ın en karanlık dönemlerinde de ayaktaydı. Kulüp mali krizlerle boğuşurken, sportif çöküşler yaşarken, hoca kıyımı sezonlara yayılırken; o, duvar örmeye devam ediyordu.
Ancak futbol vefasızdır. En ağır sakatlıktan döndüğünde bile zirvede devam etmiş Muslera da bir gün o ıslıklarla yüzleşti. Yakın zamanda Galatasaray taraftarları onu da protesto etti. Birkaç hatalı pas, belki bir refleks kaybı ve bir anda yok sayılan yıllar. Galatasaray tribünlerinin Muslera’yı ıslıklaması, sadece bir oyuncunun değil, günümüz tüketim dünyasında, sadakat kavramının bile yıprandığını gösterdi. Ama o hiçbir şey demedi. Ne gazetelere demeç verdi, ne sosyal medya paylaşımı yaptı. Muslera’nın en büyük özelliği, hata yapmamak değil, her şeye rağmen sadık kalmaktı. Kimi kaptanlar takımın vitrini olur, o, takımın zemini oldu. Takım yenildiğinde basın önüne o çıktı, takım kazandığında geri çekildi. Çünkü onun gözünde kaptanlık; alkış değil sorumluluktu.
14 yıl boyunca değişmeyen tek şey, o kaledeki adamdı. Teknik direktörler değişti, başkanlar değişti, defans dörtlüsü defalarca yenilendi. Ama Muslera oradaydı. Her maç öncesi ısınmada, her derbinin geriliminde, her şampiyonluk kutlamasında... Artık olmayacak.