Burcu Kapu

Burcu Kapu

burcukapu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ayrılıklar hakkında yazmayı da, konuşmayı da hiç sevmem. Melankolinin bir durumdan çok, bir hastalık olduğuna inandığım için belki de. Ancak son günlerde spor medyasının, daha çok da Fenerbahçe camiasının ruh halini görmezden gelmek, bu olası ayrılık hikayesini yok saymak olmayacaktı. O yüzden bu sıcak yaz gününde, güneşli pazarınıza bulutlar yükleyeceğim için şimdiden affınıza sığınıyorum.
Mevzu tabii ki Arda Güler... Coğrafyamıza şimdiye kadar gelmiş en yetenekli oyuncu sanırım. Sergen Yalçın, Arda Turan, hatta Batuhan Karadeniz bile yıllarca övüldü, haklı sebeplerden. Ancak zaman geçince herkeste bir şeylerin eksikliğini fark ettik, ama oyunlarında ama huylarında. Hafızamızı yokladığımızda henüz 18 yaşındayken peşine bu kadar çok kulübün düştüğü bir oyuncumuz olduğunu ben hatırlayamıyorum, siz?
Durun sayayım, Ajax, Dortmund, Arsenal, Barcelona, Real Madrid, PSG ve son olarak içlerinde ilgiyi ilk resmi adım haline döken Milan... Neredeyse her memleketten bir kulüp var. Sözleşmesinin şartları gereği kapı şu an açı k. Arda ise tam eşikte duruyor. Adımını bu büyük denize doğru ya atıp yüzmeye başlayacak, ya da evde, sevdikleriyle kalacak.
Fenerbahçeli olmayan her futbolsever rahatlıkla Arda’nın gitmesi yönünde fikir beyan ediyor. Gücenmeyin, ne de olsa tuzunuz kuru. Siz tüm olup bitenleri sakince izlerken, sarı-lacivertlilerin içinde fırtınalar kopuyor. Haksız da sayılmazlar, zor bir durum. Büyük kesim en azından bir sene daha oynayıp gitmesini ümit ediyor. Fenerbahçe için Arda Güler’i kaybetmek, sezon sonu lig kupasını kaybetmekten çok daha sarsıcı olacak, besbelli. Yönetim de bu konuda elinden geleni yapma çabasında. Ama yeterli mi?
Seneler önce kriz yönetimi eğitimi almıştım. İlk söyledikleri, “Krizi yönetemezsiniz” olmuştu. Misal yangın çıktı, yönetebiliyor musun? Hayır, sadece daha az zarar vermesini sağlıyorsun. Önemli olan yangın çıkmasın diye önlem almak, planlama yapmak. Yani iki sezon önce Antalyaspor maçının son dakikalarında kurtarıcı olarak oyuna girip, yaptığı asistle maçı çözdükten sonra bu çocuğun geleceğini planlamakta. Şimdi yönetim, ikna etmek için toplantılar yapıyor. Ne konuşuluyor merak ediyorum gerçekten. Henüz takımın hocası belli değilken, Arda kendisini kimin çalıştırıp gelişimine katkı sağlayacağını bilmezken, bir sürü vaadler veriliyor. Bu belirsizlikte gitse kim kızabilir ki?
Ama görüyorum ki, giderse, gidiyor diye bir kalemde silecek Fenerbahçeliler olacak. Sonra çıktığı ilk maçında kalbi buruk açıp televizyonu izleyecek. Bir dripling, iki çalım, bir inanılmaz pas ile attırdığı golle kafasını avuçlarının içine alıp şaşıracak. Ama şaşkınlığı kısa sürecek, çünkü aklına Antalyaspor maçında Valencia’ya attırdığı gol ya da milli maçta attığı gol gelecek. Biliyor ki o bunları yapar. Oğlu veya kardeşi gibi gördüğü Arda için sevinirken, mutluluğu hep yarım hep buruk kalacak. Çocuğunu yurtdışına okumaya gönderen her aile gibi içinden “Neyse iyi olsun da…” diye geçirecek belki.
Her Fenerbahçeli’nin hakkıdır Arda kalsın demek ve Arda’nın da hakkıdır gitmek. Bize izlettiği cüretkar futbolunun da layığıdır dünyanın en iyi kulüplerinde oynamak. Şu noktadan sonra, vay efendim Barcelona’ya giderse süre alamaz, yok gitmezse ya bir Sivas deplasmanında sakatlanırsa gibi senaryolar üretmenin bir faydası olduğunu da düşünmüyorum.
Top Arda’da, nereye koşacağına, nereye yuvarlayacağına o karar verecek. Biz ise saygı duyarak, onu gururla izleyeceğiz. Ama yakından ama uzaktan…