Herkes öldürür sevdiğini
Oscar Wilde, “Herkes öldürür sevdiğini” dizesini yazdığında, muhtemelen milyonların sevgilisi bir koçun eski taraftarlarınca protesto edileceğini hayal etmemişti. Ama insanın doğasında bu çelişki hep var: Aşırı sevgi kırılınca nefrete dönüşüyor. EuroLeague maçında Anadolu Efes tribünlerinin bir zamanlar kahramanları Ergin Ataman’a gösterdiği tepki gibi...
Ataman, Anadolu Efes’in en büyük zaferlerine imza atmış, kulüp de Ergin Hoca’yı bugünkü günlerine taşımıştı. Birbiriyle özdeşleşmiş bu ikili bir süredir rakipler. Koçun, Panathinaikos’un başında eski takımına karşı kural dışı değil ama sportmenlik dışı hamleyle maçı kazanması, tribünlerdeki sevginin külleri arasından öfkeyi doğurdu. Bir oyuncusunun sakatlanmış gibi yapmasıyla gerçekleştirdiği oyuncu değişikliği, etikle kural arasındaki gri alana yerleşti. Ve o an, taraftarlara şunu hatırlattı: Ergin Ataman hiçbir zaman sadece bizim olmamıştı.
Tam da burada Max Weber’in karizmatik liderin doğası tanımı devreye giriyor: Karizmatik otorite, liderin olağanüstü vasıflarına, kişisel becerilerine ve çevresindekileri etkileyebilme gücüne dayanır. Ancak bu lider tipi, otoritesini kurumsal yapılara borçlu değil, bireysel karizmasına borçludur. Bu da onu bağımsız hatta zaman zaman duygusuz yapar.
Lider karakterli hocalar bu yüzden çalıştırdıkları takımların taraftarlarınca ya çok sevilir ya da nefret edilir. Çünkü onlar zaferi kendileriyle özdeşleştirir. Başarı, camianın değil onların zaferidir. Bu yüzden de eski takımlarına karşı zafer kazandıklarında duygusal davranmazlar.
Bu kırılmanın en bariz örneklerinden biri Mourinho’dur. Ama bugünkü değil, eski Mourinho’dan bahsediyorum. Chelsea’de idol olduktan sonra başka takımlarla Stamford Bridge’e döndüğünde Judas (Yahuda) yazılı pankartlarla karşılandığında şöyle demişti: “Beni hain ilan edenler unutmasın hala kulübün üç lig şampiyonluğunun ikisini ben kazandırdım.”
Antonio Conte, Juventus’taki başarılarının ardından Inter’e geçince, Torino sokaklarında duvarlara Traitor (Hain) yazıldı, Juventus taraftar grupları kulüp yöneticilerine, “Onu tarihimizden silin” çağrısında bulundu. O ise “Kazandığım başarıları kimseye borçlu değilim” diyerek eski taraftarlarının öfkesini daha da körükledi.
Bu örneklerde ortak bir desen var: Lider karakterler, bir kulüple özdeşleşip zaferler kazandıklarında, taraftarlar bu başarıyı paylaşılan bir duygu zanneder. Oysa bu liderler için zafer, kişisel mirasın bir parçasıdır. Aidiyet değil, kariyerlerinin bir basamağıdır. Bu yüzden de işlerini yaparken duygusallığa yer bırakmazlar. Onlar için önemli olan, kim olduklarını ispatlamak, ne kadar özel olduklarını göstermektir.
Ancak taraftar için durum farklıdır. Onlar zaferlere duygusal yatırım yapar. Galibiyette kendi sesini, tribünde harcadığı emeği hisseder. Zaferler sadece skor değil, kimliktir, yaşanmışlıktır. Kendisini o başarıya ortak hisseder. O yüzden liderin gidişiyle birlikte sadece bir teknik adam değil, bir aidiyet hissi de kaybolur. Ve bu kayıp, kabullenilmesi zor bir boşluk yaratır.
Ergin Ataman örneği bu anlamda sadece bir maç içi taktik gerilim değil; taraftarın, bir zamanlar sevgilisi olan bir liderin aslında hiçbir zaman kendilerine ait olmadığını idrak ettiği o sert yüzleşmedir. Çünkü onlar hiçbir zaman bizim olmamıştı. Sadece bizim yanımızda kazanıyorlardı.