Geçen hafta bu sütunlarda Gençlik ve Spor Genel Müdür vekili Yunus Akgül’e sormuştuk;
“2007 Karadeniz Oyunları ve 2011 Erzurum Üniversite Oyunları’nın koordinatörü olarak devletten para alıyor musunuz? Alıyorsanız bu etik mi?”
Ve eklemiştik;
“Para almıyor ve bu işi sırf Türk sporunu sevdiğiniz için fahri olarak yapıyorsanız sizi kutluyorum.”
Akgül önceki gün kendi deyimiyle “yanıt” değil, bir mektup gönderdi.
Sonunda ise “Mektubu zaten gazetede yayınlama şansınız olmaz” diyerek bu köşenin her fikre açık olduğu gerçeğini bilmediğini gösterdi.
Oysa yazımızı “Yanıtınızı merak ediyor ve gelecek hafta bu sütunlarda yer alacağını bilmenizi istiyorum” ifadeleriyle bitirmiştik.
Genel Müdür vekilinin ilginç ifadeler içeren mektubunu söz verdiğimiz gibi aynen yayınlıyoruz:
“Öncelikle şunu bilmenizi isterim ki bu bir cevap yazısı değildir. Bunu bir mektup olarak kabul etmenizi diliyorum.
Şu dizeler benim iş hayatımın temel felsefesini oluşturur; “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın. “Ey düşmanım” yerine “Ey muhalefetim” diye okursanız beni daha iyi anlarsınız.
Tıpkı 2016 İstanbul adaylığı konusundaki yazınız gibi. Muhalefet insanı diri tutar, hata yapmamaya teşvik eder. Demek ki sürçi lisan etmemek ya da konuşurken birilerinin sizi dinlediğinin farkında olmak gerekiyor.
Dikensiz gül bahçesi kesinlikle hoşumuza gitmez. İyi ki varsınız.
Ancak eleştiri sınırları aşılıp sözler ve yazılar iftira sınırlarına dayanınca insanın canı acıyor. Kanına dokunuyor.
Allah’a inanan birisiyim. Benimle ilgili bu tür haberler çıktığında iki şeyden birisi olduğuna inanırım. Etme bulma dünyasıdır. Ya geçmişte ta gazetecilik yıllarımda birilerine haksızlık ettim. Ya da benim ahımı alıyorlar.
Öbür tarafta nasıl olsa hesaplaşırız diye düşünürüm.
Yani Allah’a havale ederim.
Hayatımda hiç bir göreve talip olmadım. Sağ olsun büyüklerimiz görev tevdi ettiler biz de hiç birinden kaçmadık. Her birini yüzümüzün akıyla bitirmiş olmalıyız ki, yeni görevler verdiler.
Aslında benimle ilgili yazdıklarınıza cevap vermeye hiç niyetim yok. Dediğiniz rakamları almadığımı en az benim kadar sizin de bildiğinizden adım kadar eminim.
Ancak ben daha iddialı bir söz edeceğim; Hem Karadeniz Oyunları’nda hem de Üniversiade’deki görevim sebebiyle genel müdür yardımcılığı dışında fazladan bir kuruş elime geçti veya çoluk çocuğumun boğazından geçtiyse Kızılay meydanında kendimi asayım!
GSGM’nin tüm bilgisayarları sizin için açıktır. Araştırın bulun, gereğini yapmayan şerefsizdir.
Bu mektubu zaten gazetede yayınlama şansınız olamaz. Sizden rica ediyorum bu haftaki köşenizde “Yunus Akgül geçen hafta bahsettiğimiz paraları almıyormuş” gibi aşağılayıcı bir cümle ile açıklama koymayınız. Bırakın geçen hafta okuyanlar öyle bilsin.
Nasıl olsa bir gün bir yerlerde karşılaşır ve ödeşiriz.
Kimsenin ahı kimsede kalmaz.
Yunus Akgül
Genel Müdür V.”
İşte Türk sporunun iki numaralı şahsının sorularımıza verdiği yanıtlar!
Biri kalkıp “Yunus Akgül’ü nasıl bilirsin, anlat” dese, karşısına bu mektubu koyarım.
Çünkü bu mektupta Akgül, kendisini gayet net anlatıyor;
Algılama biçimi, üslubu, konulara yaklaşım tarzı, hayat felsefesi, dünya görüşü ve “siyah-beyaz” bakışıyla!
Muhalefet dediğiniz
Haluk Ulusoy ile girdi hayatıma muhalefet sözcüğü.
Sonra Hasan Doğan, ardından dönemin Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin dile getirdi karşıt düşüncelerden hoşnutsuzluğunu.
Levent Bıçakcı’ya göre de muhalefettim ben.
Ahmet Güvener, Bülent Yavuz ve Sabri Çelik gibi isimler “muhalifsin” dedi.
Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu ilk günden itibaren daha keskin çizgiler çizip, çok bilmiş danışmanlarının da katkısıyla muhalif artı AKP karşıtı ilan etti beni.
Eski Genel Müdür Mehmet Atalay’a göre “baş muhalif”, vekaletini alan Yunus Akgül için “düşman” saflarındaydım.
Tıpkı Halter Federasyonu Başkanı Hasan Akkuş gibi.
MHK Başkanı Oğuz Sarvan’a da “muhalefet ediyordum” Osman Avcı’ya da!
Kimilerine göre Tahkim Kurulu Başkanı Adnan Türkkan’a ve Disiplin Kurulu Başkanı Reşat Bostan’a da karşıydım!
Şimdilerde “Yakın arkadaşı Mahmut Özgener’e muhalefet ediyor” diyenleri duyuyorum.
Öyle ya “Gidene ağam, gelene paşam”, “Bravo Bakanım”, “Çok yaşa Genel Müdürüm”, “En başarılı sensin Başkanım” demek dururken, inandığını yazmak, yanlışı seslendirmek de neyin nesiydi?
Diyenlerin bir yeri mi eksiliyordu?
Dilleri ve kalemleri vıcık vıcık yağ kokanları patronuna, müdürüne şikayet eden kaç kişi çıkıyordu?
Salak mıydım ben acaba?
Galiba öyle!
“Her şeyi ben bilirim” diyenler korkar muhalefet edenden.
Ben ise çekinmiyorum, erinmiyorum, usanmıyorum salaklık yapmaktan!
Sabri neden ceza aldı?