Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sosyal medyada hoşuma giden bir slogan var: “Bir şeylerin yoluna girmesi için, her şeyin raydan çıkması gerekir bazen...”
Canınız nereye isterse oraya çekin. Siyaset, ekonomi, eğitim, Gezi Parkı eylemleri, çözüm süreci veya futbol.
Galiba en örtüşeni de futbol. Sihirli top cephesinde hiçbir şey yolunda gitmiyor. İki yıldır üzerini örtmeye, halının altına süpürmeye çalıştığımız ne varsa, artık koktu. Soluduğumuz hava biber gazından beter. Kaçsan olmuyor, dursan olmuyor.
UEFA’nın verdiği cezalar sadece Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı ilgilendirse ne âlâ. Kaos Türk futbolunun kılcal damarlarına dek ulaşacak.
Koskoca iki camianın düşürüldüğü duruma mı üzülsek, yoksa Türk futbolu kartvizitinin ucuna iliştirilen “şike” damgasına mı? Depremin artçıları futbol ekonomisini de vuracak, fair play ruhunu da. Marka değeri mi? O kaldı mı ki?
Bugünlere nasıl ve neleri gözardı ederek geldiğimizi anlamak açısından Mehmet Ali Aydınlar’ın tam bir yıl önce yaptığı şu konuşmasını hatırlayalım:
“UEFA’ya ‘Biz kulüpleri küme düşürmek istemiyoruz. Ne yapacağız?’ dedim. Infantino ile yine bir toplantı yaptık. Şurada mutabık kaldık; suçlu çıkanlar için ceza vereceğiz. Bu fiili işlemişlerse bir defalığına düşürmeyeceğiz. UEFA bunu bize yazı ile bildirdi. Fiilin ağırlığına göre 12 puandan az olmamak üzere kabul etti. Bu sene uygulayacaksınız dediler. Eğer bu fiil vuku bulduğu süre içinde bir kupa varsa geri alacaksınız, yayıncı kuruluşun verdiği parayı geri alacaksınız. Bu para mağdur olan takıma verilecek. 2 milyon ile 10 milyon arasında para cezası vereceksiniz diyorlar. Küme düşmekten daha iyi bir ceza idi.”

Ne bekliyordunuz?
Futbol Federasyonu Başkanı seçildiği gün kucağına şike bombası bırakılan Aydınlar, Fenerbahçe yönetimi tarafından “hain” ilan edilirken, dikkat çektiği tehlikeyi pek çok kişi ciddiye almamış, savsaklamış, hatta komik bulmuştu.
Oysa çözüm belliydi. Şike soruşturmasında adı geçen şahıslar cezalandırılacak, ancak kulüpler küme düşürülmeyecekti. Suçlu bulunan kulüpler lige eksi 12 puanla başlayacak, kazandığı kupalar varsa iade edecekti. Dönemin yöneticileri “tek puanımızı bile silemezsiniz” demek yerine, azıcık öngörülü olabilseler herhalde seslerini çıkarmazlardı önlerine konan formüle!
Şimdi ne oldu? Çok daha ağır, daha rencide edici ve onur kırıcı bir yaptırımla karşı karşıya kaldılar.
Diyeceksiniz ki, UEFA sütten çıkmış ak kaşık mı? Sütün saflığına hakaret olur. Türkiye’ye bakış açısı, konuları değerlendirme tarzı, tarafsızlıktan uzak tutumu ve önyargıları ile yakaladığı fırsatı kullanmasına kimse şaşırtmamalı UEFA’nın.
İki yıl boyunca sümen altı edilen şike dosyasının kapandığı rehavetine kapılanlar UEFA’nın gizli gündemini anlayabilseler, kendileri gibi camialarını da bugün yaşanan şoktan uzak tutabilirlerdi.

Herkes suçlu
Millet olarak kötü alışkanlıklarımız var. Erteleme, öteleme, görmezden gelme, günü kurtarma tarzı meziyetlerimiz, Türk futbolunu da mehteran takımına benzetti. İki ileri bir geri. Millet uzaya, biz yaya. Bir de hiçbir şey olmamış, yaşanmamış gibi davranıyoruz ya! Bunca soruşturma, mahkeme, inceleme neden yapıldı? Basit bir kaç teşvik iddiasından mı? Yoksa bu da dış mihrakların işi mi? Kendimizi kandırmayalım. Futbol ne zaman rant kapısı haline gelmeye başladı, ne zaman kulüp idareciliği devlet yöneticiliğinin önüne geçti; şike, teşvik, ahlaksızlık tekmili birden balıklama daldı bu oyunun içine.
30, belki 40 yıldır bu ülkede şike yapıldığını, teşvik primi verildiğini, türlü dolapların döndüğünü, hatta geçmişte bizzat bazı futbol yöneticilerinin lige ayar verdiğini bilmeyen yok. Emek hırsızlığı çoktu, yakalayan yoktu. Şimdi o da oldu!
3 Temmuz’da başlayan kaosun faturası iki yıl sonra masaya konuyorsa, bu çirkin tablonun sorumluluğundan kimse kendini sıyıramaz. Federasyon, kulüpler, başkan ve yöneticiler, medya, siyaset, tümü tez vakitte kendini sorgulamaya başlamalı. Haa, bir de sürecin nimetlerinden yararlanmaya çalışan akbabalar var ki, onlar bugün futbolda yarın başka bir sektörde karınlarını doyurmaya devam ederler. Hayat onlara güzel!
Kimse kızmasın, darılmasın. Kendi göbeğinizi kesmeye cesaretiniz yoksa, birileri çıkar sizin yerinize bunu yapar. Hem daha fazla canınızı yakar, hem de mahcup eder.
Efendim şimdi birlik, dirlik, tek yumruk olma zamanıymış. Bu sözleri epey bir zamandır duyuyoruz da, millet uyandı artık. Yemiyorlar beyim, yemiyorlar!

Bu ayıp sizin, bırakıp gidin!
Türkiye şike belası ile boğuşurken, yüzümüzü kızartan bir başka illet daha çıktı karşımıza. Doping!.
Londra olimpiyatının ardından başlayan, Akdeniz oyunları ile devam eden süreçte tam bir skandal yaşanıyor ülkede.
Üst düzey atletler, şampiyon halterciler teker teker takılıyor WADA’nın radarına. Kaçış yok. Yok da bu rezilliğin sorumluları ne yapıyor? Türk sporunu yönettiklerini sanıp aslında hiçbir şeyi yönetemedikleri ortaya çıkanlar ne diyor?
Garip savunmalar, sporcuları suçlayan açıklamalar, tehditler falan!
Yazıklar olsun. Şu tanık olduklarımız dünyanın hangi ülkesinde yaşansa o federasyon başkanı, o genel müdür, hatta o bakan bile bir gün daha oturamazdı koltuğunda.
Neymiş, 2020 olimpiyatının en güçlü adayı bizmişiz. Parayla pulla, tesisle, şehirle olmuyor bu işler. Memlekette doping yaşı 14’e inmiş. Sporcularınız leblebi gibi hap kullanıyor. Bu zihniyetle mi, insanı zıvanadan çıkaran ödül yönetmeliğinizin çocuklarıyla mı gideceksiniz olimpiyata? Tekvandocu’dan halter federasyonu başkanı yaparak mı kurtaracaksınız o sporu?
Anasının ak sütü gibi madalyayı hak eden, alın teriyle kürsüye çıkan ya da çıkamayan, ancak sporu ahlakıyla yapan kardeşlerimize helal olsun. Lakin onların başarılarını gölgelemeye ve Türkiye’yi WADA’nın bir numaralı şüphelisi yapmaya kimsenin hakkı yok. Bu ayıp sizin, yapamıyorsanız bırakıp gidin!