Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Aykut Kocaman ile ilgili ilk yorumunu twetter’den yapan Alex’in, izinli olduğu halde açılışa katıldıktan sonra eşinin doğumu için Brezilya’ya dönmesinin altından bazı mesajlar çıkarılabilir;
Bir; Daum’un gitmesine sevinen Alex, memnuniyetini göstermek istemiştir.
İki; Takım üzerinde Başkan Aziz Yıldırım’dan sonra en etkili isim olduğu yöneticiler tarafından da dile getirilen kaptan, liderliğin gereğini yapmıştır.
Üç; Kocaman’a olan saygısı ve inancını ifade etmiş, önyargısız işbirliği sinyali vermiştir.
Gerekçesi her ne ise, bu jestten Aykut Kocaman’ın memnun olduğu kesindir.
Takım ruhunu sağlamak adına ilk günden hanesine yazılmış “kocaman” bir artıdır.
Peki Fenerbahçe’de güneşli günler ne kadar sürer?
Yanıtı tamamen sportif başarıyla ilgilidir.
İlişkilerin saygı çerçevesinde kalması da öyle!
Geçen sezon takım üç başlıydı.
Kağıt üzerinde Daum, perde gerisinde Aziz Yıldırım ve Alex!.
Daum her ikisinin de yönlendirebileceği bir teknik adamdı.
Ya şimdi?
Aykut Kocaman tercihinin günahı ve sevabı başkan Yıldırım’a ait.
İşler yolunda gitmese de bir süre eleştirilere göğüs gerer, kararını savunur.
Koruma altındaki bir teknik direktöre Alex’in yaklaşımı da farklı olur. Örneğin bir Daum muamelesi yapamaz.
Aykut hoca bundan önceki deneyimlerinde fazla sıkılmadı.
Prensiplerinden taviz vermedi.
Başkan ve yöneticiler ile mesafeyi korumayı bildi.
Futbolcularla ilişkilerinde disiplin ve saygı ön plandaydı. Kurallarına uymayan formayı duvara astı.
B sınıf kulüplerde bunu yapmak kolaydı.
İlk kez bir büyük takım çalıştırmak ve bu deneyimi Fenerbahçe’de yaşamak, elbette bir dezavantaj.
İkincilikleri başarısızlık gören bir camianın “evladı” olsa da, şartlar herkes için aynı.
Takım içindeki huzur ise tamamen Alex ve ekibinin(!) tutumuna bağlı.
Şampiyonlar ligi ön elemelerinde takımın göstereceği olumlu performans, mozaiğin parçalarını sımsıkı yapıştırabilir.
Lige iyi bir başlangıç, “geçiş sürecini” hızlandırabilir.
Kocaman, yönetim ve taraftarın gönlünde yatan da böyle bir tablo.
Fenerbahçe geçen sezonu en azından bir kupa ile kapatabilseydi, Kocaman’ın eli daha güçlü olabilirdi..
Şimdi kolay değil. Beklentiler yüksek.
Bu ülkede herkes futbolu iyi bilir.
Ekranlar ve gazete köşeleri ulemadan geçilmez.
İşler kötü gitmeye görsün.
Ne övgüler yağdıran futbolcu, ne başkan ve yöneticiler, ne seni bağrına basan taraftar, ne de adına manşetler hazırlayan dostların kalır yanında!
Sarı-lacivertli takımı şampiyon yapmış tek Türk teknik direktör Mustafa Denizli’nin başına gelenleri anımsayınca diyorum ki;
Böyle bir değirmende, şans ve iyilik melekleri Aykut hocanın yanında olsun!

Haberin Devamı

Zil takar oynarız!
Çeyrek asırdır Ankara’da gazetecilik yapıyorum.
Hasbelkader bir dönem TSYD Ankara şubesinde, bir dönem de genel merkezde yönetici olarak görev aldım.
Dolayısıyla derneğimizi ilgilendiren bir konuda yapılan haksız eleştirilere duyarsız kalmam mümkün değil.
Erman Toroğlu, hafta içinde Ankara şubesine maliye denetimi sırasında kesilen ceza ile ilgili ağır ifadeler içeren bir yazı kaleme aldı.
Yıllardır tanıdığım ve hepsine kefil olduğum insanları, yine yıllardır tanıdığı bazı dostlarının(!) verdiği bilgilerle eleştirdi.
Lakin işin gerçeğini öğrenmek bir telefon mesafesindeydi.
Toroğlu yargıya intikal etmiş bir konuda, derneğin 1 milyon lira ceza ödeyebileceğini yazdı. Oysa o cezanın ödenme ihtimali ne ise, “haksız” bulunup kaldırılması, emsal kararlara baktığınızda o kadar yüksek idi.
Sonucu zaman gösterecek.
Bakalım o zaman Toroğlu “pislik” diye nitelendirdiği insanlardan özür dileyebilecek mi?
Ya da o bilgileri kulağına fısıldayanlara “Asıl pisliği siz atmışsınız” diyebilecek mi?
Küçük bir not daha;
Maliye müfettişinin kestiği ceza iddia edildiği gibi sahte faturadan değil, TSYD’nin gelir vergisi mükellefi olarak gösterilmek istenmesindendi.
Uzlaşma komisyonu 582 bin liralık cezayı 163 bin liraya indirdi. Uzlaşma kabul edilmedi, çünkü kamu yararına dernek statüsündeki TSYD, vergi mükellefi olarak anılacaktı.
Mahkeme cezayı uygun bulursa yine öyle olacak.
O zaman mı?
O zaman kapısına kilit vurur, üye olan olmayan, birlikte zil takar oynarız!


Önce Carettalar hissetti!
Para ve siyasi gücün “turizmi geliştirme projesi” adı altında el değmemiş doğal güzellikleri katlettiği bir ülkede yaşıyoruz.
Koruma altındaki koylar ve tertemiz sahiller rant uğruna beton yığınına dönerken, onlara izin veren ve izni koparanların cebi dolmaya devam ediyor.
Bu yıl tehlikeyi yakından hisseden beldelerden birinin Ekincik olduğunu duymak beni fazlasıyla üzdü.
Bizim için Ekincik demek, huzur demek.
Huzur demek, berrak suların serinliği, sigaraya isyan eden ciğerlerime dolan çam ormanlarının kokusu, sabahları kumsalda Carettaların bıraktığı izleri sürmek, gün bakımında dostlarla rakı sohbeti demek.
Ekincik’e gelirken köyün girişinde yolu genişleten iş makinelerini görünce irkilmiştim.
Otelde arkadaşlar anlattı. Turizm Bakanlığı yıllardır çivi çakılmasına bile izin verilmeyen koyu da yapılaşmaya açacakmış.
Yani?
Korkunç bir şey.
Yani, yeni konaklama mekânları, binlerce insan, onların bırakacakları çöp, kanalizasyon atığı ve bir yok oluş hikayesi...
Gözünü sevdiğimin medeniyeti!
Sonra Carettaları düşündüm.
Geçen yıla dek denizde beraber yüzdüğümüz, yumurtalarını bırakmak için en güvenli yer seçtikleri kumsaldaki izleri belirgin biçimde azalmıştı bu kez.
Galiba önce onlar hissetti yaklaşan katliamın seslerini.
Ve galiba önce onlar terk etmeye başladı cennet Ekincik’i!

Devrim mi, inkılap mı?
Profesyonel hakemlik projesi pek çok medya organında destek buldu ve “devrim” olarak nitelendirildi.
Bazı meslektaşlarımız bu tanımlamaya karşı çıktı.
Olabilir.
Devrim sözcüğü bazı insanlarda alerji yaratabilir.
Onlar da “inkılap” ı tercih edebilir!
Devrim sancılı bir süreçtir. Mevcut sistemi savunanlar, statükocular ve endişe duyanlar aynı saftadır.
Federasyon ile MHK, yıllardır rafta bekleyen projeye cesurca el attı.
Hukukçularının sürece katkısı büyüktü.
Elbette ilk etapta aksayan yönler olacak.
Önemli olan projenin altının adaletli biçimde doldurulması, işlerlik kazanması.
O zaman isteyen “devrim” der, istemeyen “İnkılap.”