Biraz fantezi yapalım. MHK’nin 1.5 sezondur görev vermediği eski FIFA kokartlı hakemler Bülent Demirlek ile Vedat Yüksel, Disiplin Kurulu Başkanı Reşat Bostan ile yolda karşılaşsa ve “Onun a...... s.....m. Bunu aynen Oğuz Sarvan’a ilet” deselerdi ne olurdu?
Yetkili konumda bulunan Bostan bu söylemi aynen rapor eder ve hakemler hakkında derhal disiplin işlemi başlatılırdı.
Sonra?
Ben diyeyim 6 ay, siz deyin 1 yıl hak mahrumiyeti cezası alırlar ve hakemlik unvanları düşerdi.
En önemlisi, MHK Başkanı Oğuz Sarvan böylesi ağır bir küfüre maruz kaldığı için doğal olarak, haklarında suç duyurusunda bulunur, sicillerine hapis veya para cezası damgasını işletirdi.
Sonuç olarak hem hakemliğin, hem de Sarvan’ın onuru kurtulurdu!
Dönelim gerçek hayata.
Demirlek ile Yüksel geçen hafta PFDK’dan 60’ar gün hak mahrumiyeti cezası aldılar.
Gerekçesi malum;
“Federasyonun saygınlığını zedeleyerek, futbolun değerini düşürmek ve centilmenliğe aykırı hareket etmek.”
Nasıl olmuş saygınlığı zedelemek?
Çağrılı olmadıkları seminere katılarak haklarını aramaya çalışmak, ardından bir televizyon programına çıkarak dertlerini anlatmak.
Şimdi de geçen yılın aralık ayı sonuna gidelim.
Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören, Galatasaray derbisinde hakem Cüneyt Çakır’ın hatalı maç yönettiğini ileri sürerek protokol tribününü birbirine kattı.
Karşısına ilk çıkan Disiplin Kurulu Başkanı Reşat Bostan olunca, bastı küfürü;
“Dur, dur, kaçma! Sana bir mesajım var.. Oğuz Sarvan’a ilet.. Onun an..... s.....m!” dedi.
Olay medyaya yansıdı, Demirören disiplin kuruluna sevk edildi ve 90 gün hak mahrumiyeti cezası aldı.
Gerekçesi malum;
“MHK Başkanı’na yönelik sportmenliğe aykırı davranış ve hakaret.”
Aradaki fark ne?
Galiz küfüre ekstradan 30 gün ceza!
Demirlek ve Yüksel haklıdır, haksızdır. Yaptıkları eleştirilir, yerilir.
Ben artık işin o tarafına bakmıyorum.
Merak ettiğim, adalet terazisinin kurallarla mı yoksa talimatlarla mı tarttığı!
İki hakeme 60 gün ceza verseniz ne olur, vermeseniz ne olur?
Zaten Oğuz Sarvan’ın kafasında ikisinin de işi bitmiş.
Onlar bu ceza ile sadece hakemlik unvanlarının silinmesinden kurtuldular.
Peki ya ağız dolusu küfür yiyenler?
Onların kurtuluşu var mı?
“Cesaret edip” Demirören’i niçin mahkemeye vermediklerini açıklayacakları güne kadar asla yok!
Spor öldü, yaşasın futbol
Dikkat ediyor musunuz? Ekranlardaki spor programları can çekişiyor, ölmek üzere.
Biraz TRT, biraz NTV Spor, biraz da CNN Türk.
Diğerleri, varsa yoksa futbol.
Hafta sonu yayın kuşaklarına bakın.
Artık isimleri “spor” değil “futbol” programı.
Yeni bir kulüp bulana dek mesleğine ara veren teknik adamlar, eski futbolcular, eski hakemler, menajerler, iş adamları, doktorlar, istatikciler.
Hepsi birer köşe kapmış, futbolun raconunu kesiyor.
Aralarında birkaç meslektaşımız numunelik kalmış.
Basketbol konuşan yok. Atletizmi, halteri, yüzmeyi, voleybolu, güreşi yorumlayan da ha keza.
Cumartesi - pazar akşamları televizyon karşısına geçip saydığımız kanalların dışında, diğer spor branşlarından haber ya da uzman yorumu izleyebilen var mı aramızda?
Hayır, mecbursun.
Uzaktan kumandayı eline alıyorsan ya futbol izleyeceksin, ya futbol.
“Efendim, arz talep meselesi”, “Halkımız istiyor”, “Biz değil, reytingler söylüyor.”
Sevsinler reytinglerinizi.
Futbol bir yana, 60 küsur spor dalı öteki tarafa.
Yakında spor gazeteciliğinin ismi de cismi de değişirse şaşırmayalım.
Sporun ruhuna fatiha, yaşasın futbol!
Aman dikkat!
Ülkede siyasetin gündemi, kürt açılımı.
Hassas, bir o kadar da provokasyona açık bir konu.
Bugün Trabzonspor - Diyarbakırspor maçı oynanacak.
Trabzon emniyeti, çevre illerden takviye polis gücü istemiş.
Sıradan bir önlem de olabilir, bir duyumun neticesi de.
Avni Aker’e gelecek bordo-mavili taraftarlara çok önemli bir görev düşüyor;
“Sağduyulu olmak ve futbolun güzelliğine gölge düşürecek eylem ile söylemlerden uzak kalmak.”
Unutmayalım sahadakiler politikacı değil, futbolcu.
Öyleyse, tahriklere dikkat!
Önce eşeğini kaybettireceksin!
Tanrı sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirip sonra buldururmuş.
Bizim İddaa hikayesi de böyle.
Bakan, Futbol Federasyonu Başkanı ve Spor-Toto Teşkilat Başkanı günlerce Başbakan’a ulaşmak için çırpınıp durdu.
Neden?
Çünkü Maliye Bakanlığı günümüzün “altın yumurtlayan tavuğu” İddaa’dan kulüplere verilen payı yüzde 33’den 26’ya indirip “malın” gerçek sahiplerini mağdur etmişti.
Özellikle alt liglerdeki kulüpler için “idam fermanıydı” karar.
Oysa haftalar önceden belliydi Perşembe’nin gelişi.
Maliye’nin yapacağı kesinti Bakanlar Kurulu’nda gündeme gelmiş, aralarında Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Özak’ın da bulunduğu diğer kabine üyelerinin sesi çıkmamıştı.
Belki de anlamamışlardı olup biteni!
İşin rengi belli olunca ortalık karıştı.
Kulüpler ayaklandı, Spor-Toto teşkilatı dosyalar dolusu rapor hazırladı, Federasyon Başkanı, Başbakan’ın kapısını çaldı.
Nihayetinde Rize Stadı’nın açılışında meramlarını anlatma şansı buldular.
Sayın Başbakan ne yaptı?
“Merak etmeyin, hallederiz” dedi.
Dikkatinizi çekerim, bir kalemde kulüpleri yüz milyon dolar içeri atan genelge, Başbakan’ın ağzından çıkan tek cümleyle eski haline çevrildi.
Oysa çok daha farklı planları vardı mal sahiplerinin.
Bırakın alacakları payın düşmesini, yüzde 40’ların, 50’lerin hesabını yapıyorlardı.
Bir rüzgâr, bir fırtına, bir feryat...
Sonrası ortalık süt liman.
“Başbakanımız olaya el koydu, kulüpler hak ettiklerine kavuştu.”
Ne güzel hikaye değil mi?
Alan memnun, satan memnun.
Ya bizim meşhur eşek?
Hiç sormayın!
O alışıktır. Zaman zaman ortadan kaybolur, sonra birileri bulur getirir.
Sahibine de her defasında sevinmek düşer!