Bu maçı alacağız başka yolu yok!
Futbolumuzda sol, örgütlenme denince ilk akla gelen isim kesinlikle Metin Kurt’tur. Geçtiğimiz aylarda önce hayatının bir bölümünü konu alan ‘Gladyatör’ isimli kitapla gündeme geldi. Ardından da Spor Emekçileri Sendikası’nı (Spor-Sen) kurarak sadece futbolcuları değil, Türkiye’deki tüm spor emekçilerini kapsayan geniş kapsamlı bir örgütlenmeye girişti.
Kendisiyle Kadıköy’deki sendika merkezinde sohbet ettik. Gözlerinde sanki ilk kez bu işlere kalkışıyormuş gibi büyük bir heyecan ve parıltı vardı.
Adana’da 150 kişiyle toplantı yapmışlar. İzmir, Diyarbakır, Eskişehir, Ankara yollarına düşecekler yeniden 1 Mayıs sonrası. 1 Mayıs’ta ise Taksim’deler, tüm emekçilerle...
Metin Kurt... Galatasaray’ın efsane ismi...
Metin Oktay ile beraber bir sürü kişinin isim babası, idolü...
Günün anlam ve önemine uygun olarak sohbetimizden bölümler aktarıyorum, iznini alarak.
- Spor Emekçileri Sendikası’nı kurduk çünkü; günümüzde spor bir oyun değil. Sporcular da doğal olarak oyuncu değiller. Egemenler, sporcuları amatör-profesyonel sporculara bölmüşlerdir. Biz artık spor ve sporcu kavramlarının tartışılıp spor ve spor emekçisi kavramının yerleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü spor gerçeği, ancak bu şekilde anlaşılabilir. Günümüzde egemenlerin, yani finans kapitalin sözü geçiyor, bu yüzden de bizim değil finans kapitalin sporu vardır, burada görev alanlar ise spor emekçisidir. Biz sporcu sendikası ya da profesyonel sporcular sendikası demedik, Spor Emekçileri Sendikası dedik. Amacımız da, sporcusundan çaycısına, top toplayıcısına kadar herkesi kapsamak.
- Spor arsada temiz ve güzel, borsada çirkin ve kirlidir. Bizim derdimiz sporu kurtarmak değil. Burada bir kumarhane, batakhane söz konusu ve burada tüketilen bir sürü genç var. Spor denilince Türkiye’de akla futbol, futbol denilince de 300-500 tane elit düzeyde futbolcu geliyor. Ve kitleler sporu ve sporcuyu bu şekilde tanıyorlar. Daha doğrusu medya bunu bu şekilde pazarlıyor ve sadece bu gençlerin performanslarını değil, özel yaşamlarını da pazarlıyor. Buradan baktığımızda bizim öncelikli derdimiz, sporu değil buradaki çalışanları kurtarmak. Biz spordan değil sporda ter dökenlerden yanayız ve gençlerin oyun oynamasını istiyoruz. Spor Emekçileri Sendikası; çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişiminde sporun öneminin farkında olarak çocuklara oyun oynama imkanlarının verilmesini, daha sonrasında lisanslı olarak bir kurumda çalıştıklarında da haklarının korunmasını savunuyor. İlk hedefimiz de bu işin yasal güvencesini sağlamak olacaktır.
- Herkes spor kisvesinde çıkarcıdır bu düzene bir son verilmelidir. Biz her zaman var olan düzenden sporun soyutlanamayacağını söylüyoruz. Ve yapılan mücadelenin sadece sporu kurtarma mücadelesi olmadığını anlatmak istiyoruz. Bizim verdiğimiz mücadele aynı zamanda düzenin değişmesi programını da içeriyor. Sporda da düzenin, tümünde olduğu gibi, insancıl olmadığını, sömürü sistemine dayandığını ortaya koymamız gerekiyor.
- Avrupa’da sadece profesyonel sıfatlı sporcular örgütlü durumda. Bu örgütlülük de az değil; Amerika’da yüzde 95, İngiltere’de yüzde 90 oranında, Avrupa’da yüzde 70 ve şu anda altında 40 sendikanın olduğu uluslararası bir birlik mevcut. Fakat bunlar, “spor bir iştir ve içinde emekçiler vardır” çerçevesi ile örgütlenmiş değiller. Kontrolde yine yöneticiler var, sporculara da söz hakkı veriyormuş gibi davranıyorlar. Biz aslında dünyanın her yerindeki sporcuları da içine alacak ilki başarmaya çalışıyoruz.
- Dinde yobazlık neyse sporda da fanatizm odur. Biz inanan insana karşı değiliz, ama bunu yobazlık haline getiriyor ve başkalarına dikte etmeye başlıyorsa, ister istemez o konuda ayrılıyoruz. Aynı şey yani. Biz bir şölen biçiminde bir maçın izlenmesine karşı değiliz, ama fanatizme karşıyız. Bu toplum rekabet duygusuyla öyle bir hale getirilmiş ki, insanlar iyice birbirinden uzaklaştırılmış. Kentler arasındaki çatışmalar mesela... Sınıfsal çelişkileri gizleyip uyduruk çelişkilerle kitleleri uyutuyorlar. Biz diyoruz ki; var olan düzen içerisinde güzel oyun, temiz oyun ilkesi hayata geçirilmese bile ona doğru yönelinmeli ve tribündeki insanlar fanatizmden uzak tribüne oyuncu değil izleyici olarak gitmeli. İnsanlar Fenerbahçelilik, Galatasaraylılık, Beşiktaşlılık üzerinden sınıfsal ayrım gibi düşmanlıklar, çıkar çatışması yaratmamalı. Sevinç ya da üzüntü o maçta kalmalı.
- Spor ortamında bulunup da “Ben şikeye, dopinge bulaşmadım” diyenler olabilir. Ama “şike, doping yoktur” diyenler yalan söylüyordur. Bu sistem içinde rüşvet nasıl varsa, sporda da şike ve doping vardır.
- Taraftar denilen kesim aslında sporu sevmiyor. Mesela çocuğunun, evinin rızkından kesip deplasmana maça gidiyor. Takımı da 1-0 önde diyelim. Hakem maçı 5-6 dakika uzattığı zaman hakeme küfür etmeye, ıslıklamaya başlıyor. Maçı bir an önce bitirsin diye... Maç izlemekten zevk alsa hakem maçı uzattığında ıslıklamak yerine sevinir. Daha uzun süre keyif alacağım diyerek.
- Böyle bir düzende umutsuzluğa kapılıp kapılmadığımı soruyorlar bana. Mazeret üretmek teslimiyettir. Onun için hiçbir mazeret geçerli değildir. Bu sefer yarım kalmayacak bu iş. Bu maçı alacağız başka yolu yok...
1 Mayıs kutlu olsun!
Cumartesi 1 Mayıs. İşçinin, emekçinin birlik, mücadele, dayanışma günü...
Şimdiden kutlu olsun!