Sporu herkes yapabilir; ancak profesyonel anlamda, popülaritesi olan, kitlelerin takip ettiği spor etkinliklerini, yetenekli, izleyene keyif veren sporcular yapar, diye düşünüyorum. Kuşkusuz takım oyunlarında bu yeteneklerin bir arada oynatılabilme derdi vardır.
Beşiktaş yıllardır girişte yazdığımız anlayışın çok uzağında takımlar kuran; hatta birkaç sene öncesine kadar Fenerbahçe ve Galatasaray’ın gönderdiklerini toplayan bir vizyona sahipti. Ancak bu sezon, büyük bir ihtimalle geçen sezon yaşadığı travmanın da etkisiyle Sn. Demirören öyle transferler yaptı ki dışarıdan izleyen, takip eden kişiler için yorum yapması zor bir durum aldı.
Bu transferlerin ekonomik boyutu Beşiktaş’ı bağladığı için bunun muhasebesine burada hiç girmiyoruz; belki sonra…
Simao, Almeida, Fernandes transferlerinin bu bakımdan yılın çok dikkat çekici birer finali olduğu bir gerçektir.
Beşiktaş ses getiren transferlerine rağmen aslında çok da yetenekli ayaklara sahip bir takım değildi. Quaresma ve Guti mevcut halleriyle bir takıma %100 katkı yapmaktan uzak futbolcular olduğunu ligin hemen bir kaç hafta sonrasında ortaya koydular. Bu iki futbolcuyu dışarı aldığınızda ortaya tipik bir Orta Avrupa karakterine sahip bir takım çıkıyordu.
Bobo, Nobre, Holosko, Nihat’tan oluşan forvet hattının da gol yollarındaki verimliliği son iki sezon içinde zaten istatistiklere yansımıştı.
Buna rağmen Beşiktaş ligin ilk bölümlerinde hücum futbolunun bütün özelliklerini ortaya koyan, sürekli gol arayan, bunu da bulan bir takıma görüntüsü çiziyordu.
Fakat bu hücum futbolu Türkiye’de kısa süre içinde çözüldü. Peş peşe gelen sakatlıklar sonrasında takım gerçek kimliğini tamamen yitirdi. Bu sırada özellikle İnönü’de gelen puan kayıpları Schuster’de ve futbolcularda özgüven duygusunu törpüleyen psikolojik bir durum yarattı. Uzatmayalım, herkes bu süreci izledi; liderle arasında 14 puanlık bir fark oluştu. Bu fark birkaç sezon öncesine kadar bir teknik adamın takımın başından uzaklaşması için yeterli puandı. Fakat şu bir gerçek ki Schuster sorunlu bir adam görüntüsü çizmiş olsa da ligimizin en kariyerli teknik direktörüdür ve iyi futbolcularla neler yapabileceğini göstermiştir.
Beşiktaş çok ciddi bir vizyon değişikliği içinde.
Sezon başında bunu Fenerbahçelileşen Beşiktaş olarak tanımlamıştık. Kuşkusuz son otuz yılın ortalamasına baktığımızda Fenerbahçe’nin üç büyükler içinde en istikrarsız takım olduğu gerçeği biraz da bununla ilişkilidir. Fenerbahçe son beş altı yıl içinde giderek Beşiktaşlılaşarak aslında istikrara doğru yönelmeye başladı. Bu gerçekten çok ilginç çelişkili bir durumdur.
24 yaşında Valencia’dan transfer edilen orta saha oyuncusu Fernandes, 26 yaşındaki santrafor arkasında oynayan Almeida ve sağ veya sol kanatlarda içeriye kat ederek oynayabilen orta saha oyuncusu Simao yetenekli oyuncular mıdır?
Bu üç oyuncunun neden kariyerlerine İspanya ya da Portekiz’de devam ettirmiyor olduğunu da sorabiliriz. Ancak bu soru Tabata’nın neden gönderiliyor olduğu ile eşleşebilecek bir nitelik taşımamaktadır.
Beşiktaş’ın yeni transferlerinin üçü de Türkiye standartlarının üzerinde oyunculardır.
Elinde Aureilo ve Nobre gibi çift pasaport taşıyan oyunculara sahip Beşiktaş’ın ciddi bir orta saha üstünlüğüne sahip olacağını hemen söyleyebiliriz.
Quaresma ve Guti ile birlikte Barcelona’nın oyun şablonu olana 4-3-3’ü deneyebileceğini de tahmin etmek mümkündür.
Schuster Ersnt ve Aurelio olmadan sahaya çıkma cesareti olan bir teknik direktör müdür?
Bu soruya sezon başında hemen evet demek mümkünken, ligde 17 maç oynamış ve liderin 14 puan gerisinde kalan bir deneyim kazanmış bir teknik direktör için kolay değildir. Mutlaka öğrenilmiş şartlı refleksler vardır.
Schuster futbolumuzun 40 yıl geride olduğu iddia ederken bunu altını çizmeye çalışıyordu. Süper Ligin büyük bir bölümü futbol oynatmama üzerine kurulmuş bir taktik yapısına sahiptir. Bu ister istemez futbol oynamaya çalışanın bütün riskleri üzerine almasına neden oluyor. Bir de futbolu çok geriden takip eden hakem faktörünü ortaya koyduğumuzda aslında 4-3-3 gibi dizilişler fazlasıyla fanteziye kaçıyor.
Almeida, Fernandes, Simao, Quaresma, Guti; mahşerin beş atlısından ikisini kenarda oturtmak da yapılan bunca yatırımın karşılığının alınamaması demek olacağından yazıktır.
Ancak son beş altı maçta Schuster’in yüzünde sahadaki futbolcuların teknik kapasitelerine yönelik öylesine umutsuz bir ifade vardı ki sanırım Alman teknik adam her durumda böylesi alternatife sahip bir takıma sahip olmayı tercih edecektir.
Bir Akdeniz ülkesi olmamamıza, her zaman Brezilian futbola karşı büyük bir sempatimiz olmasına karşın futbolumuz maalesef Latinlerin oynadığından başka bir yerde duruyor. İnsanlar ve ülkeler yaşadığı coğrafyanın özelliklerini taşıyorlar ister istemez. Anadolu’nun geçiş kıtası olması, kozmopolit, karışık ve sentez yapıları ortaya çıkarıyor.
Fenerbahçe Brezilya ekolünü başarıya ulaştıramadı.
Ancak Galatasaray daha dirençli Balkan tarzıyla UEFA şampiyonluğunu yakaladı.
Bu anlamda Portekiz ağırlıklı İspanyol özellikli bir takım yaratmanın nasıl bir sonuç doğuracağı şimdiden merak konusudur.
Çok iyi futbolcular transfer etmek her zaman başarıyı garanti altına almıyor. Hele sezon ortasında yapılan bu takviyelerin takıma uyum sağlaması zaman da alabiliyor.
Futboldan keyif alan her kişi için böylesi transferler ister istemez heyecan yaratıyor ve insan bir an önce bu futbolcuları sahada görmek arzusuyla doluyor.
Her şeye rağmen ülkemizin ismini Avrupa’da tekrardan gündeme taşıyacak böylesi transferlerin doğru olduğunu düşünüyorum. Futbol oynamayı düşünen daha çok takım ortaya çıktıkça hem futbolumuz güzelleşecek hem de böylesi transferlerden daha iyi yararlanmaya başlayacağız.