Franz Beckenbauer, Alman futbolunun ve kuşkusuz Bayern Münih takımının en önemli yapı taşlarından bir tanesidir.
Onun futbolculuğu bizim yaşta olan kişilerin çocukluk ile ilk gençlik çağına rastlar. O yıllar için kendim adına hem çok şanslı hem de şanssız olduğumu ifade etmeliyim.
Şanslıydık çünkü gerçekten çok büyük futbolcular vardı. Liverpool gibi efsane bir kadroyu görme şansı yakaladık. Şanssızdık çünkü tek kanallı bir televizyonumuz vardı ve istediğimiz her maçı izleyemezdik.
Beckenbauer da o ikilemin arasında bir yerdeydi. Her maçını izledik dersek kuşkusuz fazlasıyla abartmış oluruz. Ancak o Alman futbolunun çok önemli bir ismiydi ve uluslar arası arenada hep ilk sıradaydı. Futbolunu her ne kadar yakından takip edememiş olsak da yöneticiliği ve teknik adamlığı konusunda aynı şeyleri söylemiyoruz. Onun Alman milli takımının başına geçişi bir zorunluluktan doğmuştu. Tıpkı yıllar sonra başkanlığını yaptığı Bayern Münih takımı zor durumda olduğu için tekrardan kulübeye geçmesi gibi…
1980’de Avrupa Şampiyonu olan Almanya dört yıl sonra Fransa’da yapılan finallerde büyük bir başarısızlık yaşamıştı. Teknik direktör Galatasaray’ı 14 yıl sonra şampiyonluğa taşıyacak ve bir anlamda 2000’deki UEFA Kupasına uzanan modelin temellerini atacak olan Jupp Derwall görevinden ayrılmış yerine Beckenbauer getirilmişti. Beckenbauer 1974 yılında futbolcuyken kaldırdığı dünya Kupasını 1990’da Alman milli takımının teknik direktörü olarak kazanacaktı.
Aykut Kocaman’ın üç gün önce yaptığı açıklamaları dinlerken ister istemez aklıma Beckenbauer’in bu öyküsü geldi.
“Bu görevi kabul etmek ve gelmek benim için çok doğru değildi aslında. Benim en büyük zenginliğim bu piyasada güvenilir olmam. Bugün değerlendirdiğimde bunun son derece yanlış bir tercih olduğunu düşünüyorum. Hem insani hem de teknik anlamda. Ama bir zorunluluktu benim için ve pek çok şeyi göz ardı ederek göreve geldik. Bu şekilde göreve geldiğinizi zaman 'Büyük takımları yerliler yönetemez' algısı vardı. Tüm antrenörler için en önemli şey, antrenmanların davranışların altında yatan en önemli şey, ikna edebilmek ve güven duygusunu vermeniz. Bunu başardığınız da başarılı olursunuz.”
Aykut Kocaman’ın kat ettiği yol bir anlamda onu kaderine götüren bir menkıbesiydi. Bu yolun üzerindeki en büyük engel Fenerbahçe’nin yıllardır içinde bulunduğu kaoslara neden olan popülist yönetim anlayışıydı.
“Aykut Kocaman’ı sevmiyorum” diyerek Fenerbahçe’den uzaklaştırma nedenini kişisel tercihleriyle açıklayanlar yıllarca o takımın karmaşa içinde kalmasına katkı sağladılar.
Oysa belki de Aykut Kocaman girişte adını andığımız modele en uygun denklik kuracağımız bir isimdi. Zaten onun Fenerbahçe’yle kesişen menkıbesi bu modelin ne kadar doğru olduğunu da gözler önüne seren bir süreçti.
Evet, belki oturduğu koltuktan bir sürü efsane futbolcu gelip geçmişti ancak hiçbiri Aykut Kocaman kadar kalıcı ya da başarılı olamamıştı. Belki şartlar tam oluşmamıştı, yeterli zamanları olmadı, yönetimler arkalarında durmadı veya duramadı. Ancak Aykut Kocaman bu göreve geldiğinde birçoğu onun başarılı olması için sonsuz destek verdi.
Bu bir anlamda taşa saplanmış ve yıllardır kimsenin yerinden dahi oynatamadığı Excalibur’u çekip çıkaran ve krallığı hak eden Kral Arthur Efsanesi’nin Fenerbahçe’de yeniden yazılması gibi bir şeydi.
Bir çok kişi için imkansız ancak bir kişinin kaderiydi.
Aykut Kocaman’ın futbolculuk yıllarında da Fenerbahçe’nin mucize gibi gözüken maçlarında nasıl goller atmış olduğunu da unutmayalım.
Fazlasıyla abarttığım ya da idealleştirdiğimi düşünebilirsiniz. Haklısınız. Ancak bazen ne demek istediğimizi anlatmak için böylesi örnekleri kullanmak bir ton laftan daha kısa bir yol olabilir.
Aykut Kocaman, Fenerbahçe’nin dünyanın en büyük kulübü olduğunu söylüyor. Ona bunu söyleten şey kuşkusuz Fenerbahçeliliğidir. Fenerbahçeli oluşu da onu bir takım şeylere sahip olmasına doğuştan hak sahibi yapıyor.
Sadece şartların zorlaması değildi onu Fenerbahçe teknik direktörü yapan şey; bu bir anlamda kendisinin hakkıdır.
Yanlış mıydı; asla değildi.
Aykut Kocaman Fenerbahçe taraftarının kocaman umutlarının sahibi olarak artık bu menkıbeden ve kaderden kaçamaz. Önünde çok daha büyük hedefleri var; olmalı da.
En başta da Fenerbahçe’nin kupa özlemine Avrupa’da son vermek!