Fenerbahçeli oyuncular kendilerince mücadele ediyor olduklarını düşünebilirler; belki gerçekten bu onların güçlerinin son noktasıdır ancak yetmiyor.
İkinci yarının ortalarına doğru ekranlara bir istatistik geldi. Her iki takımın yaptığı pas sayısı yazıyordu. Uzun yıllardır Türkiye’de bir takıma karşı Fenerbahçe’nin yaklaşık 100 pas daha az yapmış olduğuna şahit olduk. Bu zaten bize sahada neler olup bittiğini gösteriyordu. Sayılar bazen gerçekleri gizler, başka şeyler ortaya koyar. Ancak oyun anlamında da Gaziantepspor’un Fenerbahçe’ye karşı çok net olarak üstünlük kurmuş olduğunu söylemek gerekiyor.
Olcan Adın adına çok sevindim.
Geçen seneki karşılaşmada da sahanın en iyisi olmasına rağmen golleri atan Brezilyalıları payeyi almıştı. Ancak bu sefer futbolun iyilik perisi Olcan’ı pas geçmedi. İlk yarıda uzaktan kaleye çektiği ve Volkan’ın güçlükle dokunup direğe çarpan şutunun gol olmasınaysa izin vermedi. Olcan Fenerbahçe’de kalsaydı asla bu noktalara gelemezdi. Tam da futbolculuğunun yıldızını parlatan yerde oynuyor. Aslında büyük takımlara gitme hayali kuran bazı futbolculara da iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Hani tazı yarışları olur. Tazıları koşturmak için kenardan yalancı bir tavşan koşturulur. Tazı tavşanı yakalamak için koşar da koşar. Bir de atletizmde uzun mesafeli koşularda temponun düşmesini engelleyen tavşan atletler olur. Katalizör görevi yaparlar. Sonuçta kazanma şansları yoktur.
Fenerbahçe takımı da son birkaç senedir böylesi bir görüntü içinde. Oyuna golle başlıyor. Ancak hedef rakip takımın oynamasını teşvik etmek sanki. Eninde sonunda da zaten Fenerbahçe oyundan düşüyor ve rakip atması gereken golleri teker teker saydırarak 3 puanı alıyor.
Hafta ortasında kupa maçı sonrasında mercek altına aldığımız oyuncular yine aynı tondaydı.
Baroni biraz daha kendisini kasıyor gibiydi. Dostlar alışverişte görsün… Semih hep bir itiraz halinde, Kazım oynuyor mu belli değil. Aykut Kocaman’ın Dia’yı oyuna alırken Kazım’ı sahada bırakmasını hangi futbol gerçeği ile tartmamız gerektiğini bir türlü bilemedik. Kazım’a karşı psikolojik bir destek olduğu kesin.
Mehmet Topuz bir şeyler yapma gayretinde; ancak hep bir adım eksik kalıyor.
Bekir’in gelişim noktası buraya kadarmış. Biraz daha fazlası yok. İkinci gol öncesinde top Olcan’a doğru gelirken Bekir neredeydi? O bölge Bekir’in sorumluğunda değil miydi?
Caner ve Stoch ikilisinin de solda pek uyumlu olduğu söylenemez. Bu iki oyuncunun aynı takımda olduklarını birilerinin anlatması gerekiyor veya belki henüz tanışmamışlardır, Allah rızası için bir yardımsever şu iki yabancıyı birbirlerine tanıtsın. Birinci golde Serdar Kurtuluş karşısındaki görüntüleri neydi?
Gaziantepspor Fenerbahçe'ye geçen senenin dejavusunu yaşattı. Bu da tarihten ders almayanların başına gelebilecek türden bir şeydi. Fenerbahçe'de teknik adamlar değişse de sonuç aynı kalıyor. Demek meselenin boyutu farklı yerlerde.
Dün akşamüzeri Bursa’daki karşılaşmanın sonunda Trabzonspor liderliğini pekiştirdi. Galibiyetiyle İstanbul takımlarına karşı (Beşiktaş ve Galatasaray oynamasa da) toplamda 27 puanlık bir fark attı. Müthiş bir performans, göz kamaştıran bir başarı sergiledi. Detaylarını daha sonra konuşmak istiyorum.
Bu iki karşılaşmanın hakemleri için söylenmesi gereken birkaç şey var.
Bülent Yıldırım ve Tolga Özkalfa’nın maçları yönetmedikleri, idare ettikleri ortadadır. Verdikleri kararlar kendilerini oyuncular ve teknik direktörler karşısında gerçekten çok zor duruma düşürüyor. Belli bir standartları zaten yok. Çok sert müdahaleleri izlerken kitabın yazdığı en kolay sarı katları kolaylıkla çıkarıyorlar. Bir de sarı kart gösterirken elleriyle yaptıkları “2. Faulün” açıklaması. Sanki hukukta bir ihlal ancak ikincisinde cezalandırılırmış gibi.
Bursaspor’dan Volkan, Fenerbahçe’den Stoch bu karşılaşmada hakemlerden haksız yere sarı kart aldılar. Hakemler futbolcuları bir anlamda tahrik etti.
Futbolcu ve teknik direktörlerin sürekli hakemle oynamaları da futbolumuzun enerjisini, hızını alıyor götürüyor. Burada kimin haklı kimin haksız olduğu gerçekten tavukla yumurta ilişkisine benziyor.