Fenerbahçe’yi izlerken maçın genelinde 9 kişi sahada mücadele ediyormuş hissine kapılıyor insan. Rakibin defansı birçok pozisyonda 3’e 2 veya 4’e 2 yakalaması, orta sahada daha az oyuncu ile oynuyor olmak, fazla top kaybı gibi bir takım gerçekler bunu duygudan gerçeğe dönüştüren etkenler oluyor.
Fenerbahçe rakiplerine göre daha stabil bir oyun oynamayı tercih ediyor. Her oyuncunun sorumlu olduğu bir bölge var ve bu sınırların dışına çıkmıyor. Örneğin Baroni ne zaman çok hareketli bir oyun oynarsa Fenerbahçe'nin futbolu çok rahatlıyor.
Ve bir başka gerçek var ki o da; Fenerbahçe’de futbolcunun topa hakim olduğundan çok topun futbolcuya hükmettiği bir kadro yapısı var.
Uzun zamandır bir ivme kaybı yaşıyor; bunu kadronun form durumu ile de açıklayabiliriz ancak genel anlamda kapasite sorununu da konuşmak gerekiyor.
Transfer? Mutlaka, ancak başka önlemler de gerekiyor.
Hiç kuşkusuz takımın genelinde bir senkronizasyon sorunu var; 90 dakikanın içinde her futbolcu eş zamanlı olarak oyuna katılmıyor. Örneğin ikinci yarının başından gole kadar geçen 7 dakikalık süre boyunca oyuncuların gol atmak için ekstra gayret gösterdiklerini izledik ancak golden sonra bazı futbolcuların bu mücadele hırsı giderek azaldı.
Mücadele demişken Emre’den söz etmemiz gerekiyor.
Emre’nin saha içinde aklını kaybetmesini asla kabullenemiyor, onaylamıyorum. Çoğunlukla anti patik bir kişiliğe bürünüyor, sevimsizleşiyor; insan tahammül yeteneğini kaybediyor.
Ancak Emre’nin stadyumlarda karşılaştığı, saha içinde ve dışındaki tepkiler artık ırkçılık boyutuna ulaştı.
Asla normal bir tepki değildir bu.
Emre’nin maçın başından sonuna kadar kazanmak için gösterdiği mücadeleyi Fenerbahçe takımı içinde farklı bir yerde değerlendirmek gerekiyor.
Daha sonra değerlendireceğim.
Attığı gol çok güzeldi. Gol sevincini yaşarken Baroni’nin gelip alnında öpmesi çok anlamlı bir görüntüydü.
Fenerbahçe’nin son yedi sekiz yıldır rakiplerine karşı Hooijdonk ile başlayan sonra Alex ile devam eden bir duran top üstünlüğü vardı. Takımın gol sıkıntısı çektiği dakikalarda sahanın neresinden kazanılırsa kazanılsın kullanılan serbest vuruş tehlike yaratır; sonuç alınırdı. Ancak bu avantajı yeteri kadar değerlendiremiyor Fenerbahçeli oyuncular. Vuruş tercihleri çok kötü kullanıldığı gibi bu atışları gole çevirecek oyuncuların neredeyse tamamını kaybettiler.
Dün kazanılan onca köşe vuruşunu hep aynı ve çok kötü bir şekilde kullandılar.
Semih Şentürk’ün en önemli özelliği gol anında gol vuruşunu yapacağı yerde olmayı başarmasıydı. Futbolda buna golcü sezgisi deniyor. Semih’in bir pozisyonda topun gerisinde kalması hiç kuşkusuz gelen pasın kötülüğüyle birlikte gol sezgisinde erozyon yaşadığının göstergesiydi.
Aykut Kocaman’ın farklı bir iki şey yapması, denemesi gerekiyor. Özer olmuyor. Stoch ve Dia’nın dilinden anlayacak forvetlere ihtiyaç var.
Transfer konusundaysa takım neredeyse çığlık çığlığa mesaj gönderiyor.
Orduspor yeni teknik adamı Cuper’in takıma getirdiği hava ile Fenerbahçe karşısında çok arzulu oyun oynadı. Girişte yazdığım Fenerbahçe’nin 9 kişi oynuyor hissi vermesinin temel nedenlerinden biri de Orduspor’lu oyuncuların belki de iki kişi fazlaymış gibi mücadele etmeleriydi.
Gosso, Culio, Stancu ve Riberio Fenerbahçe orta sahasına karşı büyük bir üstünlük sağlarken, defansına da zor anlar yaşattı.
Stancu’nun golündeki sihir vuruş tekniğinden kaynaklanıyordu.
Orduspor’un kadrosu ilk dört takım içine girmeyi zorlayacak türden.
Ligimizdeki bazı hakemler ne yaparsa yapsın olmuyor. Tolga Özkalfa asla Süper Lig kategorisinde bir hakem değil; anlamaya çalıştığı sırada pozisyon kaçıp gidiveriyor. Oyuncular karşısında da hiçbir zaman tam bir otorite kuramıyor.
Fenerbahçe’nin puan kaybında hakemin etkisi nedir bunu ölçemeyiz ancak özellikle takımın hareketlenip, oynamaya çalıştığı bölümlerde faullü müdahaleleri devam ettirmesi çok önemli avantaj kayıpları sağladı.
http://twitter.com/uzaygokerman