2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki Türkiye belki de son elli yılın en iyi kadrosuydu. Zaten bunu turnuvada bütün Avrupa’ya da gösterdi. Peşinden düzenlenecek olan Dünya Şampiyonası grup elemeleri için de kadromuz bana göre gruptan çıkmaya yetecek seviyedeydi. En azından play-off oynamalıydı. Ancak Bosna’nın ardından elendi.
2010 grup elemeleri milli takımımız için bir travma etkisi yarattı.
Futbolcu kadromuz ve özellikle teknik ekibimiz Fatih Terim merkezinde çok sorgulandı. Fatih Terim’in neden kadroyu yenileyemediği tartışıldı. Bunun bir nedeni de Terim’in güvendiği, yola çıktığı ve ısrarla direndiği bu kadronun elemelerde beklentinin çok altında kalmasıydı.
Açıkçası bunun birçok özel nedeni vardı. Hafızamızı biraz zorlamamız gerekirse Fatih Terim’in yola çıktığı kadronun özel futbolcularının o süreç içinde de büyük düşüşler yaşadığıdır. Kimi oynadığı ve başarılı olduğu takımdan ayrılarak başka maceralara yönelirken bu süreç içinde özellikle kendi takımlarında forma şansı bulmada zorluk yaşadılar. Uzun süreli sakatlıklar da ayrıca dikkate alınmalıdır.
Milli takımın ana omurgasını oluşturan Fenerbahçe ve Galatasaray’ın bu süreç içinde büyük düşüş yaşamış olması unutulmaması gereken önemli hususlardan bir diğeridir.
2009’un sonbaharında Dünya Kupası’na gidemeyeceğimizin anlaşılmasından sonra Fatih Terim görevi bıraktı. Uzunca bir süre de milli takımın teknik direktörünün kim olacağı belirsiz kaldı. Hiddink tercihi ilginç oldu. Çünkü Hiddink aynen Mustafa Denizli gibi taktik ve kısa vadeli başarının anahtarıdır. Belki Güney Kore gibi yoktan bir takım yaratmada başarılı olabilir ancak Türkiye gibi derin bir futbol geçmişi olan bir ülkenin başına geçmesi risk taşıyordu. Geçen sene Hiddink’in varlığını nasıl avantaja dönüştürebileceğimiz konusunu bu sayfalarda tartışmıştık.
Hiddink’in 4 maçlık grup elemelerinde %50’lik bir başarı oranı yakalamış olmasının geri planında da böylesi bir arayış ve oturmamışlık vardır.
Bugün oynanacak olan Avusturya maçının aday kadrosu açıklandığında nasıl bir karmadan oluşmuş olduğunu net olarak gördük.
Milli takım her zaman ligde çok iyi performans sergileyen oyuncuların bir araya gelmesiyle başarılı olamayabiliyor. Hatta bir takımda olağanüstü şeyler yapıp İstanbul’un üç büyük takımından birine transfer olduktan sonra beklentilerin çok altında kalan futbolculara sıklıkla şahit olabiliyoruz. Bir kulüp takımı içinde böylesi bir futbolcuyu rahatlıkla kaldırabiliyor ya da saklayabiliyor. Ancak takımın omurgasını bu şekilde teşkil ettiğinizde Alex’in cumartesi akşamı söylediklerindeki gibi uyumsuzluklar yaşanabiliyor. Beklenmedik sonuçlar ortaya çıkabiliyor.
İşte bu uyumsuz yapının içinde kim oynuyor diye izlediğimizde genellikle takımın eski futbolcularının sivrildiğini görüyoruz. Hamit Altıntop, Gökhan Gönül, Arda, Semih, Volkan Demirel ilk akla gelen oyuncular oluyor.
Bugün Hiddink’in Avusturya karşısına çıkaracağı kadroda yeni futbolcular da olacaktır. Açıkçası nasıl bir uyum sergileyeceklerini merakla bekliyorum. Burada yeni futbolculara ekstra görev düştüğünü söylememiz gerekir mi bilmiyorum. Ancak eğer 2012 şampiyonasına gideceksek bir şekilde takımımızı netleştirmemiz gerekiyor. Artık denizin bittiği yerde duruyoruz ve mutlak 3 puan olmazsa olmaz durumundadır. Üstelik Avusturya’dan deplasmanda da üç puan alma zorunluluğu dayatmış durumdadır.
İşimizin hiç de kolay olmadığı ortadadır. Her şey bir tarafa futbolumuz belli bir gerileme dönemine girmiş bulunuyor. Bakalım milli takımımız bu eğriyi yükselişe çıkarabilecek bir momentum yakalayabilecek mi?