Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Yapıtlarının içinde biri var ki en fazla zamanı orada geçirdik.

Dikdörtgen şeklinde uzun bir “Sanat Tarihi Haritası...”

Bedri, Baykam bunu “kendi sanat tarihi haritası” olarak tanımlıyor.

Kendi el yazısıyla sanatın “Adem ve Havva’sından” başlayarak çağımızın matrix’ine kadar uzanan zaman otoyolları çizmiş; bütün duraklardaki akımlar, o akımların simge isimleri olan sanatçılar yazılı.

Haritanın yatay okumasında ise o sanatçıların yetiştiği dönemlerin siyasal büyük değişimler yer almakta.
Ve... Siyasal liderler...

Bu haritaların tıpkıbasımları sınırlı sayıda basılmış. (Limited Edition)

Uzun bir raf dolusu sanat ciltlerinin özsuları Bedri Baykam’ın bu kişisel sanat haritasında.

Bedri’den Sanat’ın soyağacı...



Bakın Bedri Baykam’ın bu haritasıyla ilgili notlarım şöyle:
....................
“Bedri Baykam’ın Sanat Tarihi

Haritası”, gerçekten benim “kişisel, öznel “ fakat mümkün olduğu kadar da “objektif olma” çabası da taşıyan çalışmam.

Burada esas mantık, Rönesans’tan bugüne, bütün sanat akımlarının tarih üzerinden birbiriyle ilişkileri flörtleri. Bugüne kadar neredeyse 700 yıldır -detaylı olarak- bütün bu tarihin nasıl aktığı...

Rönesans dev bir kırılmadır. Tramplen noktası bir devrim söz konusudur. Başta Leonardo da Vinci, Rafael ve Michelangelo olmak üzere, döneme damga vuran sanatçılar arkalarında başyapıtlar bırakmışlardır.

Bedri’den Sanat’ın soyağacı...


..................
Ardından “Empresyonizmin (İzlenimcilik)” devreye girmesiyle, fotoğrafın devreye girmesiyle birlikte artık “resmin” başka bir işlevi olması gerektiği ortaya çıkıyor.

Işık kırılmasıyla farklı manzaralar yapmak, farklı renk kullanışı, farklı insan resmi…

Realist olmayan farklı işler…

Sonra da “Post-Empresyonist” akımları aşarak 40-45 yıl ileri gittiğimizde, sıra, birçok modernist akımın tetikleyicisi olacak “Kübizm”e geliyor...

Picasso ve Braque’ın babalık ve anneliğini üstlendikleri “Kübizm”e... Her iki sanatçının Afrika Sanatı ve Paul Cezanne’dan etkilendikleri ortadadır. “Kübizm”, kendi içinden geometrik “Rus Konstrüktivizmini”, “Fütürizmi”, “Vortisizmi” ve hatta “Dada” akımını da çıkarıyor.

Haritanın -yatay okumada- sol tarafı, Batı’nın ünlü yazarları, devlet adamları, filozofları, bilim adamları, sinemacıları, aktörleri ve bütün ilginç karakterlerini bize aktarıyor. Sağ tarafta da Doğu’nunkileri…

Dikey okumada ise sanat tarihini inceliyoruz.

Mesela dikey kronolojik okumada aşağıya doğru inelim. Görüyoruz ki 1920’ler, 1930’lar Paris Ekolü dünyada egemen ve esas merkezde birçok ülkeden gelmiş sanatçıların katkısıyla olsa da, Paris var.

II. Dünya Savaşı ile birlikte dünya sanat merkezi 3-5 yılda New York’a kayıyor. Hitler’den kaçan Avrupalı sanatçılar, Amerika’ya gidiyorlar ve orada yeni bir hayat, yeni bir dönem başlatıyorlar; “Modern sanat…”

Bu iktidar transferinin ilk yıldızı Jackson Pollock ve ardından Willem de Kooning. Ve tabii onların içinde yer aldıkları akım “Soyut Dışavurumculuk (Abstract Expressionism...)”
……………...
Bu da daha sonra “Pop Art”ı ve “Andy Warhol” ekolünü getirecektir. Paralel olarak Fransa’da da “Tachisme” (lekecilik), “Art Informel”, “Lyrical Abstraction (şiirsel soyutlama)” gibi isimlerle anılan “Avrupa soyut sanatının” eş zamanlı dönemsel egemenliğini görüyoruz.

“Soyut Dışavurumculuğun” solunda, “Avrupalı Yeni realistleri” görüyoruz. Bu da “soyut sanatın sokak kültürüne” taşması oluyor.

Meşhur 60’lar devreye dünyaya kabuk değiştirerek giriyor.
……………...
Devamı sergideki izlenimlerinizde...
……………...
Bu harita için benim son notum şöyle... Bedri’nin merceğinden “sanatın soyağacı…

TUSEND TAG

Bedri’den Sanat’ın soyağacı...


Müziğimizin hafızalara kazınmış güzel ismi Durul Gence, Norveçlilere “Tusend Tag” diye sesleniyor. Anlamı “bin teşekkür…”
……………..

Bu yürekten seslenişin öyküsü şöyle:

1960’ların sonları… Özgür düşünce ve özgür ifade yolunu bulmak üzere Durul ve birkaç arkadaşı farklı bir coğrafya arayışındalar. Nereye gidebilirlerdi?
Aralarında tartışıyorlar ve özgürlüğün simgesi gibi algılanan Norveç’e gitmek fikri üzerinde birleşiyorlar. Ama…

Norveç’te tek tanıdıkları yok. Dilini bilmiyorlar... Nasıl olacak bu?

Ve… Telefon çalıyor. Arayan Norveç’te yaşayan kaptan Yılmaz Dağcı adlı bir Türk.

“Dün gece çaldığınız hotelde sizi dinledim. Gurur duydum, yolunuz Norveç’e düşerse sizi misafir etmekten büyük şeref duyacağım” diyor. İnanılır gibi değil.

Durul ve arkadaşlarına Norveç’in kapıları açılmış oluyor. Kaptan Yılmaz Dağcı’nın onları konuk ettiği mekân, kulesi ve rüzgâr göstergesiyle bir masal evi gibi. Durul “Orada masal dükkânına girmiş çocuklar gibi mutlu ve şendik” diyor. Orada “Black Cat” ve “Boo Song” adlı iki parçayı üretiyorlar.

“Tee Set” grubunun solisti Peter Tetteroo iki şarkıyı da çok beğeniyor.

Ve Hollandalı kadın şarkıcı Sasi Naz’a söyletiyor. Fakat satışa sunulmuyor ve hatıra olarak Durul Gence’de kalıyor.

Ta ki Durul Gence’nin yeğeni Mehmet Atılgan’ın Norveç’te o zamanlar Gence ve arkadaşlarının yaptıklarından müzik kayıtlarını dinleyinceye kadar.

Mehmet Atılgan “Bu ikili de potansiyel var” diyerek harekete geçiyor.

İşte “Black Cat” ve “Boo Song” artık  plak olarak raflarda ve Spotify’da…

45 yıl önce Norveç’te yapılan, bir köşede unutulmuş fakat arkeolojik kazılarla ortaya çıkan heykeller misali sonradan bulunan parçalar değerlendirilmiş oluyor.

Bunu da yapan Londra’nın bu gibi buluşlarıyla tanınmış plak şirketi “FINDERS & KEEPERS RECORDS…”

Şarkıların İngilizce sözleri Durul’a ait.

Ritim aletlerini de Durul çalıyor, şarkıları da Durul söylüyor. Tekrar edeyim…

Türkiye ve bütün ülkelerin raflarında ve Spotify’da.

Haberin Devamı

GÜMÜŞLÜK’TE ROMAN ESİNİ

Bedri Baykam’ın sergisini gezerken bir sanatçı daha katıldı aramıza.

Yazar Eylem Tok. İlk romanı olan “Mihr” 2013 yılında yayımlandı.

Bedri’den Sanat’ın soyağacı...



Çocuk cinsel tacizinin travmalarını bir “erken” kadın üzerinden konu edindiği psikolojik aşk türündeki bu romanı haftalarca en çok satanlardan oldu.

İkinci romanı “Allah’ın Piyonları” 2014’te raflarda yerini aldı.

Toplumsal gerçekçi bir roman bu.

Hırpalanmış, hor görülmüş, umutsuz, kökünden koparılmış insanların “yırtmak” için neler yapabileceğini gözler önüne seriyor.

Sayfaları içim acıyarak okudum.

Bu süreçte yeni romanından bir paragrafın 2016 yılında senaryosunu yazdı, filmini çekti.

Soyut sanat filmi “Sintiyatpera” Uluslararası “Adana Koza Film Festivali”, Uluslararası “Crossroads Film Festivali”nde finale kaldı.

Filmmor “Kadın Filmleri Festivali”, Uluslararası “İzmir Film Festivali”, Uluslararası “İstanbul Film Festivali”nde gösterime seçildi.

Eylem Tok, kendini “masalcı” olarak da tanımlıyor. Çocuklar ve gençler için çok sayıda kitap yazdı. Yabancı dillerde de yayımlanan bu kitaplardan ilki, “The Giant and the Three Dwarves”, İngiltere’de raflarda yer aldı. Kanada ve ABD’de de aynı anda satışa çıktı.

Eylem Çello çalıyor, resim de yapıyor. ‘Organik’ ve ‘endemik’ diye tanımlanabilecek, sanatı hissederek üreten bir kişilik. Henüz yayımlanmamış kitaplarını da keyifle okudum. Eylem Tok Bodrum Gümüşlük’te yeni bir romanını bitirmek üzere.. Tok’un dün Gümüşlük’te imza günü vardı.