Dr.Eser Alptekin

Dr.Eser Alptekin

dreseralptekin@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Toplum temelli rehabilitasyon, günlük yaşamda kısıtlılığı olan kişilerin toplumla bütünleşmesi, dışlanmaması, eşit haklara sahip olması için toplumsal bir strateji ve uzlaşma sağlanmasıdır. Bu uygulamada engelli kişiler ve aileleri sağlık, eğitim, mesleki ve sosyal konularla ilgili tüm resmi ve sivil kuruluşlarla birlikte çalışırlar.

Temel amaç
Günlük yaşamda kısıtlılığı olan bireylerin bedensel ve zihinsel yeteneklerini en üst düzeye çıkartarak mevcut sağlık, eğitim ve sosyal destek hizmetlerine ve olanaklarına ulaşmalarını ve toplumda aktif katılımcılar olmalarını sağlamak, ikinci olarak toplumu harekete geçirerek engelli hakları konusunda gelişme sağlamak, örneğin katılımı önleyen engelleri ortadan kaldırmaktır. Bu da eşittir bir ülkenin gelişmişlik düzeyi...
Bu toplumsal rehabilitasyon düşüncesi ilk ortaya atıldığı 30 yıl öncesinden bugüne önemli gelişmeler ve değişimler göstermiştir. Günümüzde toplum temelli rehabilitasyon dendiğinde, insan haklarına vurgu yapan, toplumdaki eşitsizlikleri ve yoksulluğu hedef alan, sivil toplumun rolünü genişletmeye çalışan geniş kapsamlı bir çalışma ortaya çıkmaktadır.

Sakatlık nedir?
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2001 yılında kabul edilen uluslararası işlevsellik, engellilik, sağlık sınıflarında sakatlık tanımı şöyledir: “Bireyin sağlık durumuyla kişisel özellikleri ve içinde yaşadığı koşullarla ilişkili çevresel etmenlerin karmaşık sonucu.”
Bu tanıma göre sakatlık kavramı karmaşık ve çok boyutludur. Bu süreçte gelişmiş ülkelerde güç kazanma engellilik hareketlerinin yani bizzat toplumlarda söz sahibi olarak kendi haklarını kazanan ve kendileri için verilecek kararlarda söz sahibi olan engelli kişilerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının önemli etkisi olmuştur.
Dünyada pek çok kültürde fiziksel, duygusal ve zihinsel işlevlerinde bozukluk olan kişiler, kendilerinin veya ailelerinin yaptıkları kötülükler yüzünden Tanrı tarafından cezalandırılmış kişiler ya da şeytani güçleri olan kişiler olarak değerlendirilir.
Bazı toplumlarda halen bu görüşlerin etkileri görülmektedir. Geleneksel sakatlık anlayışında engelli bireyler çevresel şartların kurbanıdırlar. Ve onlar için yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Bu görüşe sahip aile ve akrabalar engelli kişiyi toplumdan uzak tutarlar. İnanışa göre engelli kişiler yaşamayı diğer insanlardan daha az hak ederler. Bu geleneksel modelin büyük yanlışlarıdır.
Tıp biliminin gelişmesiyle işlev bozuklukları tanımlandı ve sakatlıkların tedavi ya da rehabilite edilebilir olduğu görüldü. Son iki yüz yıl boyunca sakatlıklara tümüyle tıbbi yönden yüklenildi. İşlev bozukluğu ve kişinin bedensel ve zihinsel kısıtlığına odaklanıldı. Bu tıbbi modelde sakatlık, “Bireyin hastalık, travma veya başka bir sağlık sorununa bağlı gelişen işlev bozukluğu” olarak tanımlanır. Bu durumda kişiye profesyonel uzmanlar tarafından bireysel (tıbbi tedavi ve rehabilitasyon) uygulanır. Bunun amacı sakatlığı tedavi etmek ya da bireyi kişisel özelikleri ve davranışları itibariyle mümkün olduğu kadar normal hale getirmek, günlük yaşam kalitesini yükseltmektir. Bu arada kişilerin yaşamı hakkında karar vermek tıbbi tedavi ve rehabilitasyonu üstlenen uzmanlara devredilir.
Kişilerin hangi okullara gidecekleri, nasıl bir desteğe ihtiyaç duydukları, meslek seçimleri, hatta çocuk doğurmalarına izin verilmesi gibi konulara uzmanlar karar verir. Engelli kişinin en önemli sorunu tıbbi tedavi ve rehabilitasyondur. Politik düzeyde bu modelin en iyi yansıması sağlık sistemi ve politikaların reformudur. Bu da engelliye toplumsal olarak sahip çıkmaktan geçer.
Bu bakış açısı bireyin yapabildiklerinden ziyade yapamadıklarına odaklanmalıdır. Kişinin ihtiyaçları ve beklentileri yerine bozuk olan işlevlerine odaklanmak gerekir.
Aktif ve üretken bir engelli kitlesinin ortaya çıktığı ABD ve Avrupa’da engelli bireyler aralarında örgütlenerek “Bağımsız Yaşam Hareketi”ni başlattılar. Sakatlığın tümüyle tıbbi modelle açıklanmasına ve normalleşmeye odaklı görüş açısına itiraz ettiler. Engelli kişilerin yaşadığı kısıtlılıkların fiziksel çevrenin uygunsuzluğuna ve sosyal yaşamlarının kısıtlanmasına bağlı olduğunu işaret ettiler. Çevresel engellerin yaşam şartlarını azalttığına, ulaşılabilirlik sağlandığında topluma katılma ve sosyal roller edinme şansları olabileceğini belirttiler. Bağımsız yaşam hareketi savunmacılarının istedikleri, kişiye kendi yaşamı hakkında karar ve seçim hakkı veren daha demokratik bir modeldi.
Tüm okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı kutlar, sağlıklar dilerim.
* KAYNAK: FİZİKSEL TIP VE REHABİLİTASYON - DR. RESA AYDIN