Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son 50 yılda ögrendiğimiz en önemli gerçeklerden biri, kalp hastası olma riskimizin davranış biçimimize bağlı olduğu. Sağlıklı yemeyi, düzenli egzersiz yapmayı, kilo almamayı, sigara içmemeyi benimsersek, kalp krizi ve inme riskimizi ciddi biçimde azaltacağımızı biliyoruz. Bu bilgilerle donanmış bireyin, yaşamında yapacağı değişikliklerle kendisine karşı sorumluluğunu yerine getirip, sağlıklı ve uzun yaşam çizgisinde epeyce yol alacağından şüphe yok. Ama iş kişisel çabayla bitmiyor. Sağlıklı yaşamı olanaklı kılan ortamın yaratılabilmesi için, değiştirmemiz gereken bir çok toplumsal alışkanlığımız var. Tek başına ıssız bir adada yaşamıyoruz. Kalp damar sağlığımız, kişisel çabaların yanı sıra toplumsal tedbirleri  de gerektiriyor. İş yerimizde, otobüste, lokantada fosur fosur sigara içiliyorsa, biz sigara içmiyor olsak bile sigarayı bırakmış sayılır mıyız? Sporun faydasına inansak da, kaldırımlarımız park etmiş otomobillerden geçilmiyorsa, yola çıktığımızda hava kirliliğinden genzimiz yanıyorsa, sabah yürüyüşümüzü nerede ve nasıl yapacağız?
Besinlerimizdeki tuz miktarı da bu örneklerdekine benzer bir sorun. Kisisel seçimlerimiz, tabii ki tuz tüketimimizin önemli bir belirleyicisi. Lakin sağlıklı karar verebilmemiz, herkes için bolca seçeneğin bulunmasına bağlı. Evde üç öğün taze besinlerden hazırlanmış yemek yeme olanağımız varsa mesele yok. Ama beslenmemizin bir bölümünü işyeri mutfağından, lokantalardan hazır yemeklerden sağlıyorsak yediğimiz tuzun denetimi elimizden çıkar. Her gün iştahla yediğimiz ekmeğe,  ne kadar tuz konduğundan haberimiz bile olmadığını da hatırlamakta fayda var. 


Herkes mi az tuzlu yemeli?
Tuz tüketimini kısıtlamak için toplumsal önlem alınması dünyanın bir çok ülkesinde tartışılıyor. Öngörülen tedbirleri hararetle destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da var. Milyonları ilgilendiren böyle bir kararı vermeden önce bilimsel verileri, alınacak önlemlerin olası yarar ve zararlarını enine boyuna tartışmak gerekiyor.  
1970’lerde Japonya ve Belçika’da ülke çapında tuz tüketiminde azaltma kampanyaları yapıldı. Bu çabaların sonunda yüksek tansiyonlu ve inme geçiren insan sayısında önemli düşüşler elde edildi. Bu sonucu sevinçle karşılayan sağlık yetkililerinin aksine, tuzu azaltma kampanyasına karşı çıkanlar, kalp damar sağlığındaki iyileşmelerin az tuz yenmesine değil,  o dönemde tıpta gerçekleşen önemli gelişmelere bağlıyorlar.
1980’lerde yapılan ilginç bir deney, bu konuya biraz daha ışık tutu. Portekiz’deki iki kırsal kasabada yapılan araştırmada, bir kasabaya yemeklerinde tuz kullanımını nasıl azaltabilecekleri öğretildi. Diğer kasabaya hiç müdahale edilmedi. Az tuz yiyen kasabada yüksek tansiyonlu insan sayısında ciddi bir azalma oldu. Yemek alışkanlıklarını değiştirmeyen kasabada yüksek tansiyonlu sayısında bir değişiklk olmadı. İşin en etkileyici yanı, tuz kısıtlamasıyla elde edilen yararın uzun süreli olmasıydı. Bir diğer nokta da, sadece tuzu azaltmış gruba değil, hiç bir müdahalede bulunulmamış bir gruba - kontrol grubuna - da bakılmasıydı. Kontrol grubu olan karşılaştırılmalı araştırmalar bilimsel çevrelerde, gerçeği daha güvenilir yansıtan çalısmalar olarak kabul edilir.
Tuz kısıtlamasının, daha doğrusu fazla tuzdan uzak beslenmenin yararları yaşamın ilk günlerinde görülebiliyor. Hollanda’da yapılan bir araştırmada, aynı yaştaki bebekler iki gruba ayrıldı. Bir grup az tuzlu mamayla beslendi. Öbür gruptaki bebeklerin beslenmelerine hiç bir müdahalede bulunulmadı -kontrol grubuna-. Bir kaç ay içinde, az tuzlu yiyen bebeklerin kan basıncı diğerlerine göre biraz daha düşük bulundu. Daha da ilginci, sonradan az tuzlu beslenmeyi bıraksalara bile, tansiyonlarının akranlarına göre hep daha düşük olduğu görüldü. Bu olumlu etkinin 10 - 15 yıl sonra bile devam ediyor olması dikkat çekiciydi.  

‘Tuzu azaltın’ kampanyası



Tuz tüketiminin biraz olsun azaltılması, toplumda büyük tansiyon ortalamasını 3 - 5 milimetre cıva düşürür. Bu da onbinlerce kişide kalp krizi, inme ve ölümün önlenmesini sağlar. Kırmızıyla gösterilen çan eğrisi toplumdaki kan basıncı ve hastalık olasılığını gösteriyor. Mavi ise tuz azaltılması sonunda ortaya çıkan daha sağlıklı dağılımı gösteriyor.



New York’da ‘tuzu azalt’ kampanyası
Tuz kısıtlama tartışmasının en hararetli biçimde yürütüldüğü yerlerden biri Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehri. Şehrin sağlık yetkilileri, 2000 yılında, 1970’e göre, erkeklerin yüzde 50, kadınların yüzde 70 oranında daha fazla tuz tükettiğini fark ediyorlar. Eğer başarılı olup da tuz tüketimini azaltabi-lirlerse, yüksek tansiyonlu insan sayısını azaltıp inme ve kalp krizi oranını azaltabileceklerini düşünüyorlar. Buna destek olarak, Amerikan Tıp Birliği’nin “Hazır besinlerde ve lokanta yemeklerindeki tuz miktarı yarı yarıya azaltılırsa, Amerika Birleşik Devletleri’nde yılda 150 bin ölüm önlenir” diyen öngörümünü gösteriyorlar. Buna ek olarak, İrlanda, Fransa, Yeni Zelanda, Avustarlya ve Finlandiya’da tuz tüketimini azaltmak için ulusal kampanyalar yürütüldüğünü örnek gösteriyorlar. İngiltere’de de lokanta ve besin üreticilerinin sağlık yetkilileriyle ortaklaşa çalışmaya başladıklarını hatırlatıyorlar. New Yorklu yetkililer, hazır besin ve yemek üreticilerini, lokantaları, ürünlerindeki tuz miktarını 5 yıl içinde yüzde 20 oranında azaltmaları için ikna etmeye çalışıyorlar. New York sağlık müdürlüğü dışındaki bir çok kuruluş da bu kampanyaya katıldı. Ülkenin başka şehirinde bir çok sağlık idaresi ve sivil toplum kuruluşu da destek vererek bu yerel çabayı ulusal bir kampanyaya dönüştürmeye çalışıyor. 

‘Tuzu azaltın’ kampanyası




Portekiz’de yapılan araştırmada yüksek tansiyon hastası olsun olmasın az tuzlu yemeklerle beslenenlerin kan basıncı, beslenme-lerinde hiç bir değişiklik yapmayanlara göre daha düşük bulundu.



‘Tuzuma dokunma’ 
Tuz kısıtlamasının gereksiz olduğunu söyleyenler de yok değil. “Hayır” diyenler, “tüm toplumun yemek alışkanlığı değiştirilirse, önceden görülemeyen ve istenmeyen sonuçlar doğabilir” diyorlar. Kısıtlamaya karşı olanların ikinci ve daha kuvvetli bir tezi var. Fazla tuz yiyen herkeste yüksek tansiyon oluşmuyor. İnsanların tuza duyarlılığı birbirinden farklı. Bilimsel veriler de bu tezi doğruluyor. Kimi insanlarda fazla tuzun kan basıncına hemen hemen hiç bir etkisi olmuyor. Buna karşılık, bir tutam tuzla tansiyonu yükselenler de var. Çoğu insan bu iki uç arasında. Tuz kampanyasına karşı çıkanlardan bir grubun “hayır” deme gerekçesinin tıpla ilgisi yok. Kişisel seçimlere hiç müdahale edilmemesi gerektiğini söyleyen bu kişiler,  otomobilde kemer takma kanununa, çocuklar için zorunlu aşı kampanyalarına da karşılar. 


Türkiye’de ne yapmalıyız?

Ülkemizdeki beslenme alışkanlıkları, yemeklerdeki tuz miktarı bölgeden bölgeye değişse de az tuzlu yiyen bir toplum olduğumuz söylenemez. 50 yaşın üstündeki yurttaşlarımızın çoğunun yüksek tansiyonu olduğunu düşünürsek neden tuz tüketimimizi dikkatle incelememiz gerektiğini anlarız. Geniş kapsamlı, toplumsal dönüşümü hedef alan kampanya başlatmadan önce, ülke temelinde daha fazla veriye ihtiyacımız var. Ama tuzun kalp damar sağlığımıza etkisi konusunda toplumsal bir tartışma başlatmamızın zamanı çoktan geldi.