Cadde “UMUDUMU KAYBETMEM BEN”

“UMUDUMU KAYBETMEM BEN”

08.02.2013 - 19:51 | Son Güncellenme:

Bugün vizyona giren ‘Mutlu Aile Defteri’nin sayfalarında göreceğimiz Tuncel Kurtiz, 77 yıllık her dakikası dolu dolu geçen yaşamımının küçük bir muhasebesini yaptı.

“UMUDUMU KAYBETMEM BEN”

Kurtiz, “Sansürden hiç korkmam ben, yeter ki otosansürün olmasın. Umudumu kaybetmem. Bir gün insanların dünyayı daha güzel bir yer haline getireceklerine inanıyorum” diyor

Haberin Devamı

77 yıllık ömrünü ‘özetlerken’ belli aralıklarla sarf ettiği birkaç cümle var: “Sonra ben yine gittim...”, “Sonra yine işsiz kaldım...”, “Sonra biz yine iflas ettik...”, “Sonra ben yine duramadım...” Sonra yine: Kimi zaman sanatsal tatminsizlik battığından, kimi zaman ekonomik şartlar, kimi zaman darbeler dayattığından; daimi arayıştan: Mütemadiyen bir toparlanıp gitme hali...
“Aynı yerde hiç uzun zaman kalamadım” diyor, “Bir Çingenelik var bende herhalde, gezmesini seviyorum. Hiçbir zaman planlı çalışan bir adam da olmadım. Bir derenin içinde bir kayıktayım, bir oraya vuruyor, bir buraya vuruyor. Ama Edremit’in o dağ köyünde yaşamak hep vardı aklımda.”

Zehir damarlarında
Haydarpaşa Lisesi’nden sonra Hukuk Fakültesi’ne yazdırılır. Devamlılığı 15 gün sürer. Matinelerde kendi hikayelerini ve sevdiği şiirleri okurken Gürkal Aylan, Federasyon Tiyatrosu’nda sergileyecekleri bir oyunda başrol teklif eder. Rejiyi Atıf Kaptan yapacaktır, Eugene O’Neill oynanacaktır. Zehir, Kurtiz’in damarlarına zerk olur.
İkinci sene İngiliz Filolojisi’ne kaydolur. Bu sıralar arkadaşlık etmeye başladığı Metin Serezli vesilesiyle, Dormen Tiyatrosu’nda, okul konusunu tamamen kapatmacasına, ilk kez profesyonel olur. Sonrası uzun bir yol hikayesi...

Haberin Devamı

Yol arkadaşı Yılmaz Güney
Kurtiz’in şanı yürürken, sinemadaki yoldaşlıkları da efsane mertebesine ulaşmış birliktelikler malum. Yılmaz Güney’le tanışması üniversite yıllarına uzanır. Başlarda yaptıkları işler, aksiyonu bol filmlerdir: “Hep bonoyla çalışıyorduk, istemediğimiz işleri de yapıyorduk. Ondan sonra bazı arkadaşlarımız diyor ki, biz halkın sinemasını yapıyoruz. Hangi halkın sinemasını yapıyorsunuz? Ben katiyen kabul etmiyorum bunu, sinema benim için sanat. Ayrıca benim için sanat sineması yok, sinema sanatı var.”

‘Umut’ nasıl kaçırıldı?
68 olayları, 71 darbesi derken, Tuncel Kurtiz, yedek subay olarak askere gider. O dönem ‘Umut’ filminin tohumları atılır: “Ondan sonra başıma gelmeyen kalmadı zaten. Film, yurt dışına kaçırılacak, nasıl kaçıracağız? Çiçek Arif ki, Komünist Arif’tir eski adı; ‘Ben götürürüm’ deyince, onun sayesinde kurtarabildik filmi. Bavula doldurmuş filmleri Arif, hamalın biriyle anlaşmış... Bir gittim ki, arkadaş orada. Ama film bavul içinde karmakarışık gelmiş, bağladım yeniden. Konuşmayı da ben yaptım, ‘Türkiye’de devlet bu filmi göstermiyor’ diye. Bu konuşmalardan sonra, 12 Mart darbesi de gelmiş zaten, hadi sıkıysa dön Türkiye’ye; dönmedik...”
Kurtiz’in “Darbeler tayin etti hayatımızı biraz da” demesi boşuna değil. Daha sonra eşi olacak sevgilisinin geçindirdiği Berlin’deki evde, tanıdıklara, durumunu anlatan mektuplar yazar. İlk haber Vasıf Öngören’den gelir. Kurtiz, Almancası olmadığı halde, 500 mark karşılığında, Laz şivesiyle Almanca konuşan bir rolü canlandırır: “Rejisör beni çok beğenince rolümü büyüttü, ikinci filmde 10 bin mark aldım. Sonra Güneş ve Barbro Karabuda beni Stockholm’e çağırıp burs verdiler. Yaşar Kemal’in ‘Teneke’sini tercüme ettirdim, sahneye koyduk. ‘Otobüs’ filmini yaptık. Bu arada 74 oldu, Ecevit geldi, Turan Güneş Abimiz Dışişleri Bakanı oldu. Ben nihayet Türkiye’ye gelebiliyorum ama bu sefer de iş yok. Şansımı dışarıda ararım dedim, çıktım. İkinci gelişimde, ‘Yılmaz seni arıyor’ dediler, hapishaneye gittim. Bana bir tekst verdi: ‘Sürü’... İnanılmaz bir şey. 78’de ‘Sürü’yü yaptık.”

Haberin Devamı

Tesadüfler, tesadüfler
Sonra yine İsveç’e döner. Bu dönemde, ‘Sürü’nün tanıtımı için İsrail’e gitmesi, ona hiç tahmin etmediği bir pencere açar: “Basın toplantısında dedim ki, ‘Bizim sinemamız 3. Dünya sinemasıdır. Ne Sovyet idealist estetiğinden, ne Avrupa burjuva estetiğinden ne de Amerikan ticari estetiğinden yanayız; bu bizim sinemamız...’ Bana orada Arapça oynar mısınız, diye teklif geldi. İki film yaptım. Tesadüflerle oluyor her şey. Benim Miriam Goldschmidt diye çok sevdiğim bir oyuncu arkadaşım vardı. Paris’te Peter Brook’la ‘Sürü’yü izlemişler. Brook, demiş ki ‘Bu adam oyuncu olamaz, bu kesin köylüdür.’ Miriam, “Aktör, üstelik İngilizcesi de iyidir” deyince seçmeye çağırdılar. Hayat değişti birden. Üç sene boyunca çok büyük bir prodüksiyonla dünyayı dolaştık.”

Haberin Devamı

Türkiye’ye küsmüşken...
Tarih tekerrürden ibaret: Dünya turu dönüşünde, Kurtiz yine parasız ve işsizdir. Fakat ne yapar eder, 100 kişilik bir kadroyla Şeyh Bedreddin’i yapmayı başarır: “Arkasından Viyana’ya çağrıldım ama çok zor günler, feci parasızlık çekiyoruz. O sırada Hasan Bülent Kahraman’la Fikri Sağlar, Viyana’ya geldiler, ‘Bir şey ister misin?’ diye sordular. ‘Eee, bu piyesi çağırın, festivale gelelim’ dedim. İki kez oynadım, geliş o geliş oldu. Menend’i tanıdım, aşık oldum. Birden bire onunla kaldım. Çok da mutluyum.”

Haberin Devamı

“YETER Ki OTOSANSÜR OLMASIN”

Bir bakıyorsun şimdi, ‘Umut’, dünyanın gözbebeği olarak en iyi 100 film arasında gösteriliyor. ‘Sürü’, bütün festivallerde gösterildi. Nedir ki yani yasaklamalar, biter gider... Sansürden hiç korkmam ben, yeter ki otosansürün olmasın. Otosansürüm yok benim. Ben fikrimi söylüyorum, komünistim diyorum. Umudumu kaybetmem ben. Bir gün insanların dünyayı daha güzel bir yer haline getireceklerine inanıyorum.

Yazının tamamı, GQ Türkiye şubat sayısında.