Cumartesi İki kırmızı ışık hikayesi

İki kırmızı ışık hikayesi

15.09.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

İki kırmızı ışık hikayesi

İki kırmızı ışık hikayesi

İki kırmızı ışık hikayesi

Serdar Devrim

Pazartesi sabahı, pek çoğunuz gibi ben de kızımı okula bıraktım. 4-5 kilometre mesafedeki okula gitmek 15 dakikamı, bıraktıktan sonra eve dönmek de (trafikle başa çıkamayınca çareyi yolları kapatmakta bulan polis sayesinde) 1 saat 15 dakikamı aldı.
Bir kırmızı ışıkta enayi gibi beklerken (neden enayi gibi, anlatacağım), aklıma kendi öğrenciliğim geldi; daha doğrusu o günlere ait bir hatıra.
Yurtdışında okuyordum. Tatilden faydalanıp, birkaç günlüğüne İstanbul’a dönmüştüm. Zeki ve bilgili yöneticiler tarafından koyulmuş doğru kurallara saygı gösteren insanlarla uzun süre birlikte yaşamanın verdiği deformasyonla, kışla önünde kırmızı ışıkta durmuşum. Sert bir korna sesiyle gaflet uykusundan uyandım: Dökülen bir resmi araçta iki trafik polisi, deliler gibi korna çalıp, el kol işaretleri yapıyordu. Biraz ilerleyip yol verdim. Resmi araç yanımda durdu. Sağ koltuktaki memur camı indirip bağırdı:
- Ne duruyorsun lan yolun ortasında!
- Kırmızı yanıyor memur bey...
- Hadi lan, ukala! Sana ne kırmızı ışıktan!
Bu benim ilk kültür şokum değildi aslında. Sevgili memleketimde işlerin nasıl yürüdüğünü küçük yaşta öğrenmeye başlamıştım.
Mesela ortaokul günlerinde. Bizim zamanımızda yabancı okulların imtihanına ayrı ayrı girilirdi. O zaman böyle özel hocalar, dershaneler yoktu, ama çok çalışırdık. Ben de daha 11 yaşında, böyle beş imtihana girdim. Alnımın teriyle, istediğim okula girmenin gururunu yıllarca taşıdım. Taaa, evet taaa... Keriz gibi çalışıp, imtihan kazanmış enayilerden biri olduğumu anladığım güne kadar.
Benimki gibi bir okulda okuyan arkadaşım, bir gün Spor Sergi’de oynanan İTÜ-Kolej maçını zehir etmişti bana:
- Nee? Sen hakikaten kazanıp da mı girdin okula? Keriz misin oğlum sen!.. Bak, bizim içimizde bir Hasan senin gibi imtihanı kazanıp girdi okula. (Hasan utanarak başını eğdi.) Mehmet, Kerem, Hadi, Seçkin, Aydın... Bizim bütün mahalle bir üçkağıdını bulup yazıldık. Hiçbirimiz kazanamamıştık halbuki...
- Ee, nasıl girdiniz peki?
- Vallahi Mehmet’in babası müdürü tanıyormuş. Ağabeyi de sizin okulda diye rica edip, kaydını yaptırmış. Annem bunu duyunca, müdüre çıktı hemen: Ağabeyi bu okulda okuyor diye, bizim komşu Şule Hanım’ın oğlu Mehmet’i okula kaydetmişsiniz, puanı tutmadığı halde. Benim Hadi’nin ağabeyi de bu okulda. Onu da almazsanız rezalet çıkarırım demiş. Kapı bir kere açıldı ya, bütün mahallenin çocukları girdi okula... Vay keriz vay; demek sen öyle imtihanları filan kazandın ha!
Bana bakarak bastılar kahkahayı.
Ben meğer ne kadar aptalmışım. O gün anladım bu acı gerçeği. Ve ömrüm boyunca da böyle kalacağımı. Kendini kuralların üzerinde gören uyanıkların, benim gibi kurallara ve diğerlerinin hakkına saygılı olan enayilerin hep önüne geçeceğini. Hem de kuralları koyanların ve bunları uygulatmakla görevli olanların yardımıyla.
Okul yolunda kızıma tam "Sen sen ol, öğretmenlerinin sözünden çıkma. Daima kazanırsın. Ne demişler, en büyük hile doğruluktur..." gibi yurttaşlık bilgisi dersleri veriyordum ki...
Gerilerden kopup gelen bir mavi BMW herkesi solladı, ta kırmızı ışığı kadar ilerledi ve burnunu sokup en öne geçti. Bir trafik polisi koşarak bu terbiyesizi yakaladı, diğer araçları durdurdu ve... mavi BMW’ye yol verdi. Biz kerizler beklerken, uyanık şoför kaybolup gitti.
- Memur bey, ben de o terbiyesiz şoföre ceza keseceksiniz zannettim... Siz trafiği durdurup herife yol verdiniz.
- Size de iyilik yaramıyor be kardeşim. Trafiği tıkamasın diye BMW’ye yol verdim...
- Baba bir şey diyordun sen...
- Yok kızım, önemli değildi. Unut gitsin!






CUMARTESİ




















Yazarlar