Ege Söz % 20, manyetik alan % 80 etkilidir

Söz % 20, manyetik alan % 80 etkilidir

07.05.2017 - 06:22 | Son Güncellenme:

Bugünkü konuğum, Bilinçaltı Uzmanı ve İlişki Koçu Seda Diker, çok ilginç şeyler anlattı. Boğaziçi Ekonomi mezunu Seda Hanım, bankacılığa veda ettikten sonra bilinçaltı ve hipnozla ilgili çalışmalarıyla haklı bir ün kazandı. Herkesin sahip olduğu bir manyetik alan olduğunu belirten Seda Diker, “Bunu Amerikalılar çok önceleri keşfetmişler ama bizde hâlâ daha bilimkurgu gibi duruyor” diyor

Söz % 20, manyetik alan % 80 etkilidir

Enerjiler; farkındalığımız, bilinç seviyemizi yükseltmek, gücümüzü bilmek ve doğru kullanabilmek içindir. Bu konuda çok şey yazılıyor, çiziliyor; biliyorum. Ama bugünkü konuğum çok başka, çok özel. Onlarca kitabı var. Bilinçaltı Uzmanı ve İlişki Koçu Seda Diker’den bahsediyorum. Seda Hanım’la, Sevinç Pastanesi’nin muhteşem lezzetleri eşliğinde sohbet ettik. Enerjinizin yüksek olacağı bir Pazar diliyorum sevgili Milliyet Ege okuyucuları!

Haberin Devamı

‘ABD’de öğrendim’

- Seda Hanım yaşamınızda ne gibi bir dönüşüm yaşadınız ki bugün bu muhteşem bilgileri bizlerle paylaşıyorsunuz?

S.D.: Robert Koleji sonrasında Boğaziçi Ekonomi’den mezun oldum. Son derece sol beyin ağırlıklı, analitik bir yapıya sahiptim. Mezun olur olmaz hemen evlendim, bankacılığa başladım. Çok güzel bir aşk evliliğim vardı, her şey de çok iyi gidiyordu. Ta ki çocuğumuzun olmadığını fark ettiğim ana kadar. Çok üzüldüm. Tüp bebekler deneniyor ama olmuyordu. Merak ettim “Acaba bilinçaltımda bir şey mi var?” diye... Yurtdışından gelen uzmanların peşine takıldım, bilinçaltımda ki engelleri buldum. 2.5 sene uğraştım ve hamile kaldım. Bu süreçte hayatımızda değişiklikler oldu. Eşimin işinden dolayı yurtdışına taşındık, ben bankacılığı tamamen bıraktım. Bu konu beni o kadar çok sardı ki taşındığımız New York’ta 2 yıllık bir okul buldum. Bu dönemde hem okudum hem de kanserle, tüp bebekle ilgili hastalarla çalışmalarda bulundum. Bildiğimiz dünyanın dışında farkında olmadığımız bir dünya var ve Amerikalılar bunu keşfetmişler. Bunun da ilmini yapmışlar fakat bunu da herkese öğretmiyorlar. Ben bunu öğrendim. 2007’de Türkiye’ye döndüğümde öğrendiklerimi ilişkiler üzerine yoğunlaştırdım. Hipnoz; medyayla, öğretmenlerle, anne-babalıkla etrafımızdaki bir çok şeyle aslında hayatımız sürekli olarak gizli hipnozla geçiyor. İnsanoğlu maalesef korkutarak eğitim veriyor. Çocuklarımızın yaptıklarını alkışlayacağımıza, yapamadıklarını söylüyoruz, başkalarını örnek veriyoruz. Çocukken bilinçaltımıza yerleşen duygular 23-24 yaşına kadar uykuda kalıyor, bu yaşlardan sonra ortaya çıkmaya başlıyor. Aynı duyguyu yaşadığımızda büyük tepkiler veriyoruz ya da kendi içimizde küçülüyoruz.

Haberin Devamı

‘Bilimkurgu gibi’

- Küçülen auramız mı?

S.D.: Bu aura dediğimiz ve herkesin sahip olduğu manyetik alanlarımız var. Bunu Amerikalılar çok önceleri keşfetmişler ama bizde hala daha bilimkurgu gibi duruyor. Bilinçaltımızda çok derin duygular, korkular var. Bunlar değersizlik, kaybetme, başarısızlık, yüzleşme, ölüm korkusu olabilir; bunlar kaynak duygudur. Bunlar tetiklendikleri zaman ek duygular üretilir. Korku, endişe, çaresizlik, güvensizlik, öfke, suçluluk gibi... Bu duygumu bir olaya yapıştırırım. Bunu yaptığınızda düşünceleriniz de değişiyor. Düşüncelerim, ek duygularım ve kaynak duygular bir araya geldiğinde hepsi elektrik akımını oluşturur. Elektrik akımız etrafımızda dışarıya doğru yayın yaparlar. Bu yayın bizim için yumurta şekildedir. Bu alan çok kuvvetlidir ve bu alanda tüm duygu ve düşüncelerimizi etrafa yayıyoruz. ben karşımda ki insanı hipnotize etmek, kendi fikrimi empoze etmek istersem yalan bile söylesem eğer karşımda ki insanın aurası, manyetik alanı, benimkinden küçük ise ben kazanırım. Eğer karşındaki insan kendinden çok emin ise ilk yapman gereken, o kişinin kafasına ikilem sokmaktır: Şüphe yerleştirmek veya korkutmaktır. Bunu ya sesimi yükselterek yapabilirim, ya tehdit ederek. Ya da başka bir tehlikeyi hatırlatarak... Onu bu şekilde küçülttükten sonra kendi auramı da koruyabilirsem üç, beş cümle ile onu inandırabilirim. Auraların birbirleri ile çarpışması, gözle görülmeyen bir dünyada söylediklerimizin yüzde 20’si etkili ise manyetik alanlarımızın yüzde 80’i etkilidir.

Haberin Devamı

- Herkesin o auranın içine girilmesi mümkün mü?

Haberin Devamı

S.D.- Bilinçli ya da bilinçsizce bunu yapıyoruz. Mesela biri size bağırıyor, siz de bağırarak karşılık vererek kendinizi korumaya alıyorsunuz.

- Peki doğru tepki mi?

S.D.- Aslında değil. O bağırdığında benim korkmamam, öfkelenmem gerek. Benim de yaptırdığım çalışma bu. Size gereksiz duyguları ürettirmemeyi sağlamak.

‘Ego, pil gibidir’

- Duygu simyacısı kitabınızda egoyu pile benzetmiştiniz. İdeal olanı, orta noktayı bulmak olarak tanımlıyordunuz. Bu orta noktayı nasıl bulabiliriz?

S.D.: Değersizlik duygusunun artı-eksi kutupları vardır. Artı kutbunda kibir vardır. Kibrin kadar ezik bir tarafın da var demektir. Normal olmayacak bir şekilde insanları tepeden bakacak şekilde bir savunma geliştiriyorum. Gereksiz kelimeler kullanarak, iğneleyerek, bağırarak saldırgan bir şekilde de yapabilirim veya susarak, küserek, “o gelsin, o yapsın...” diyerek, onu bensizlikle cezalandırarak egoya girebilirim. İkisi de yanlış. Topraklama denen bir yöntem var. Aşırı zıt kutuplarda ki duyguları değersizliğin kibir ve ezik kısmını, yaza yaza, bağıra bağıra kendi kendimize ifade ederek boşaltmamız gerekiyor. En dipte neyi kabul vermediğimizi bulmamız gerekiyor. Genelde insanlar 3 şeye kabul vermiyor: 1- Haksızlık, 2- Yok sayılmak, 3- Özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Öncelikle bunun doğru bir şekilde karşı tarafa iletiyor olmak gerekiyor. “Ben bunu kabul etmiyorum” diye, sonra da sınır çizilmesi gerekiyor.

Haberin Devamı

Cinsel enerjiyi doğru kullanmak

- Toplumların auraları var mı, bunu temizlemek mümkün mü?

S.D.- Tabi ki var, her toplumun kendine ait aurası vardır ve bunu temizleyip, ışığa yeniden dönüp, özgür olabilmesi için kendi cinsel enerjisini doğru kullanıp, duygularını temizleyip aurasında ki korkuları temizlemesi gerekiyor.

- “Haydi Kavuş Artık” adlı kitabınızda efendiler ve kölelerden bahsediyorsunuz. Nasıl kendimiz köleleştiriyoruz?

S.D.- Beni köleleştiren aslında en başta anne ve baba. Beni sınırlayan, özgürlüğümü kısıtlayıcı, korku dolu bir çember içinde kalmam için baskı yapmışsa ve buradan çıkamıyorsam, burada öğrenilmiş çaresizliği her yerde talep ediyorum demektir. Tüm bunlardan kurtulma ve özgürleşebilmek sadece 21 gün. Bunun sonunda ulaşacağınız birkaç kural var: 1- Yargısız ve saldırısız olacaksınız. Suçlamadan konuşacaksınız. 2- Beden dili ile konuşacaksınız. Hakikatinizi kişinin gözünün içine bakarak söylemeniz gerek ve en önemlisi de manyetik alanınız. Korku duygunuzun bitmiş olması gerekiyor.

- Peki toplum olarak ne yapmalıyız?

S.D.- Toplumda her bireyi eğitmek ve bunu uygulatmak mümkün değil. Amerikalılar bunun ilmini yapıp, hesaplarını yapmışlar ve okulda okuttukları ama üniversitelere koymadıkları bir bilgiyi vereceğim sizlere. Toplum bilincini ve tüm toplumun gidişatını değiştirebilmek için yapılması gereken şey, o topluluğun adedini bilmek. Türkiye olarak değişim istiyorsak ve 80 milyon isek önce bunu 100’e bölüyoruz. Sonra kare kökünü alıyoruz bu da 900 kişi eder. Bir toplumda sadece 900 kişi temiz bir şekilde bu çalışmayı yaparsa ki bu da 2-3 aylık bir süreçtir toplum değişmeye başlıyor. Bunlar denenmiş, yaşanmış, kitaplara konmuş bilgilerdir. Ve emin olun ki dünyanın bir çok lideri, yöneticisi bunu biliyor.

‘Sınır çizmenin kuralı vardır’

- Gündelik hayatımızda sürekli maruz kaldığımız istemediğimiz olaylar yaşayabiliyoruz. Bu sınırı nasıl çizeceğiz?

S.D.: Duygum negatifse, beni kötü etkiliyorsa, korkutup, rahatsız ediyorsa o sınırı çizmem gerekiyor.

Bu sınırı incitmeden, orta noktadan, duygularımı önce topraklayıp boşaltarak uygulayabilirsem o sınır çizmenin bir kuralı var: Karşımdaki insanı 6 yaş gibi kabul etmem gerekiyor çünkü sınır çizilen kişi mutlaka bunu test eder.

Mantıklı ve ayakları yere basan sebepler söylemelisin. Duygusal sebepler söylememelisin. Ve mutlaka bir yaptırımı olmalı.

Aynı yanlış her yapıldığında uyarı tekrarlanmalı ve yaptırımınız mutlaka uygulanmalı yoksa o sınır bir anda yok oluyor.

Hayır demenin bizde suçluluk hissettirmesi doğru bir duygu değildir ve bu geçmesi en zor duygulardandır.

Maalesef “hayır” diyebilen bir toplum değiliz.

- Seda Hanım, İzmir’in sembolü Sevinç Pastanesi’nin “Paskalya Çikolataları”nı yedik. Bu lezzetler hakkında ne düşünüyorsunuz?

SD- Muhteşemler... Sevinç Pastanesi İzmir için çok özel ve önemli bir pastane. Çikolatalarına da bayıldım.