Ekonomi Sabancı ve Eczacıbaşı’ndan krize önlem paketi uyarıları

Sabancı ve Eczacıbaşı’ndan krize önlem paketi uyarıları

30.11.2008 - 00:40 | Son Güncellenme:

Bütün ülkelerde hükümetler global kriz etkilerini sınırlamaya çalışıyor. Türkiye’de de hükümet bir paket çalışması yapıyor. Milliyet, paket hazırlığı sürerken, ekonomide ağırlığı olan 10 sektör için önemli bir çalışma yaptı. Bu 10 sektörün önde gelen şirketlerinin genel müdürlerine, CEO’larına sordu: Hangi tedbirleri almak gerekir? Bu sorunun yanıtı olarak gelen mektuplar yarından itibaren her gün iki ayrı gazeteyle sizlere ulaşacak. Bu arada Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ve Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, önlemler paketinin genel çerçevesinin ne olması gerektiği konusunda görüşlerini Milliyet okurları için yazdı

Sabancı ve Eczacıbaşı’ndan  krize önlem paketi uyarıları

Güven için güçlü, her konuya değen, eşzamanlı uygulanabilen bir paket gerek

GÜLER SABANCI
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı

Milliyet gazetesinin, ekonomik çalkantıların dünya ve Türkiye’de hüküm sürdüğü şu günlerde, bu girişimini kutlarım. Şurası bir gerçek ki değişik çevrelerden gelen bu çok çeşitli argümanlar kamuoyunda sanki anlaşılması güç ve hiç rastlanılmamış, yepyeni bir ‘kriz’ tipi ile karşı karşıyaymışız intibaını uyandırmakta, bu belirsizlik karşısında duyulan ‘panik’ hissini artırmaktadır.
Oysaki bu çok da geçerli olmayan bir yaklaşımdır. Elbette geçirmekte olduğumuz çalkantılar derin, tehlikeli ve hemen her kesimi etkileyecek çalkantılardır; fakat genel olarak bilgimizin ve anlayışımızın ötesinde değildirler. Bu arada Sabancı Holding değil, genel olarak Türkiye’nin karşı karşıya olduğu durum hakkındaki görüşlerimi Milliyet okuyucuları ile paylaşmaktayım.
Reel ekonomide ‘dalgalanmalar’, nispeten sık rastlanan olaylar anlamında, normaldir. Herhangi bir ülkenin GSMH verileri geriye gittiği kadar grafik haline getirildiğinde, görülür ki 3-5 yıl süre ile pozitif olan veya artan büyüme oranları 3 ila 8 çeyrek arası düşer veya negatif hale gelir. Bunun istisnaları olmakla beraber genel eğilim budur. Bu dalgalanmaların nedenleri hakkında çeşitli teoriler ortaya konmaktadır ama gerçek şu ki; bu dalgalanma, acı olmakla beraber, ‘bilinmeyen’ değildir.

Haberin Devamı

KÖPÜK PATLARKEN ‘YAŞAMA GÜDÜSÜ’ HÂKİM OLUYOR, PANİK YAŞANIYOR: Bu reel dalgalanmaların ‘rasyonel’ tarafı ağır basar ve dolayısıyla akıl yolu ile yaklaşılabilir. Bu reel dalgalanmaları, önleyemesek de, kontrol altında tutmanın yollarını da eskiye nazaran daha iyi biliyoruz.
Mali ‘dalgalanma’lar ise çok daha ender ve ‘normal’ olmayan olaylardır. Mali piyasalarda çöküşlere, yani mali sisteme olan güvenin yok olduğu zamanlara, ender rastlanır; 30-40 yılda bir gibi. Bunlar gerçek ‘kriz’lerdir. Genellikle ‘köpük’ denilen ve birtakım varlıkların piyasa değerinin iktisadi anlamda ‘aşırı’ arttığı dönemlerden sonra görünürler. 1929’da Wall Street borsa köpüğünün patlaması, 2001’de ‘dot com’ köpüğünün patlaması ve son olarak yaşamakta olduğumuz Amerika’daki gayri menkul köpüğünün patlaması gibi...

Ayrı ama birbirine bağlı iki süreç
Bu krizleri incelediğimizde görürüz ki ‘köpük’ patlarken anladığımız anlamda ‘rasyonalite’den ziyade ‘yaşama güdüsü’ hâkim oluyor ve yok olma korkusuyla panik yaşanıyor. Dünyanın şu sıralarda yaşadığı dalgalanma hemen hemen 1-1.5 yıl önce ilk emareleri görülen ‘normal’ bir reel yavaşlamanın üstüne Amerika’daki gayrimenkul piyasası ve ona bağlı olarak ‘sub-prime’ denilen ‘köpüğün’ patlaması ile gelen çöküşün neticesidir.
Yani, tek bir ‘kriz’ kelimesi ile özetlediğimiz hadise esasında iki ayrı, ama birbirine bağlı, süreçten oluşmaktadır ve mutlaka bunu hesaba almak gerekir. Zira, reel kriz ile rasyonel zeminde mücadele etmenin yollarını bilmekle beraber, bunu yapabilmek için mali piyasalarda güvenin tesis edilmesini sağlamak şarttır. ABD, AB, Japonya’daki ‘kurtarma’ gayretleri bu amaca yönelik atılması gereken ilk adımlardı.

Haberin Devamı

ALINAN TEDBİRLER İSTENEN ETKİYİ YARATMADI: Olumsuz ekonomik gelişmelerin bizi de etkilemeye başladığı son birkaç aylık dönemde Türkiye’de de birçok tedbir çalışmaları yapıldı. Ancak bu tedbirler kızgın bir tavaya dökülen su damlaları gibi buharlaşmakta, istenen etkiyi yaratmamaktadır. Buradaki kızgın tava güvenini kaybetmiş olan piyasalardır. Bu nedenle güveni yeniden oluşturmak, kızgın tavayı soğutmak gerekmektedir:
Kızgın tava tek tek su damlalarıyla soğumaz. soğuması yani yeniden güven sağlanması için güçlü, her konuya değen ve eş zamanlı uygulama öngören bir paket hazırlanması lazım. Bugün için hükümetten beklenti budur. Yani tek tek ara ara yapılarak buharlaşan tedbirler değil, güçlü bir paket bu soğumayı sağlayacaktır.
Sağlam bir bankacılık sektörümuz olmasına rağmen, piyasalara ‘alacak’larının sağlam olduğunu hissettirmek gerekir; mevduat garantisi, likidite imkânları, IMF anlaşmaları, swap ve benzeri uygulamalar köpük patlamadan önce var olan objektif yapıyı temelinden değiştirmemekle beraber piyasaların beklentilerini etkilemek açısından önemlidir.

Likidite çöküşü
Bu tabii hem yerel oyuncular için geçerli hem de yabancı oyuncular için. Bunlar yapılmadığı takdirde, ‘liquidity crunch’ denilen bir likidite çöküşü ve bunun neticesinde hakiki bir resesyon neredeyse kaçınılmaz olur.
Fakat, bu tarz tedbirler gerekli olmakla beraber kendi kendilerine reel sektördeki yavaşlamayı ve beraberinde getireceği işsizliği önlemek için yeterli değildir. Mal ve hizmetlere olan nihai talebin düşmesine karşı da tedbirler almak gerekir, zira özetle nihai mallara talep düşük ise işyerleri daha az üretecek ve işten insan çıkaracaklardır.

Haberin Devamı

KİŞİLERİN ÜSTÜNDEKİ VERGİ YÜKÜ AZALTILABİLİR: Bu tedbirler bildiğimiz şeylerden biridir: Özetle, kişilerin üstündeki vergi yükü azaltılır, dolayısıyla alım gücü artar ve büyüme hızlanır, işsizlik azalır... Faiz hadleri düşürülür, dolayısıyla kredi ile alış veriş artar ve yatırımlar hızlanır dolayısıyla büyüme hızlanır ve işsizlik azalır.... Hükümet harcamalarını artırır, bu talebi artırır ve büyüme hızlanır, işsizlik azalır... Paranın değer kaybetmesi sağlanır, diş talep yani ihracat artar, büyüme hızı artar, işsizlik azalır... Ve işsizlik azaldıkça nihai talep artar ve ekonominin büyüme hızı tekrar artar.
Bunlar, bilinen yöntemler olmakla beraber, yine alınması gerekli ama yeterli olmayacak tedbirlerdir. Son dalgalanmalardan önceki rakamlara baktığımızda son yıllarda Türkiye % 6 ile 7 arasında büyümesine rağmen her yıl işgücüne katılan 450,000 ila 480,000 kişiye ancak iş yaratabilmiştir ve işsizlik oranı % 10’un biraz altında takılıp kalmıştır.

Reform fırsatı
Demek ki Türkiye’nin istihdam sorununun bir kısmı talebin artmasına bağlı olmakla beraber esas kısmı daha hızlı büyümekle halledilemez. Bu bakımdan, ekonominin daha derin bir düşüşe geçmemesi için alınması gereken diğer bir seri tedbir aynı zamanda zaten gerekli olan birtakım reformları da gerçekleştirmek fırsatını yaratmaktadır.
Türkiye’de istihdamı ve üretimi, dolayısıyla büyümeyi, artıracak ve yapısal başlığını vereceğim bir dizi tedbir daha gereklidir. Bunlar neticede aynı yere gelip dayanırlar: çalışan maliyeti ile verimi arasındaki uyuşmazlık. Çalışan maliyeti derken elbette sadece verilen ücretten bahsedilemez; maaş, fazla mesai, vergiler ve işe alma maliyeti de buna dahildir.
Rekabete tabi sektörlerde eğer bu maliyet çalışanın verimi ile yapacağı katkının ötesinde ise o istihdam yaratılamayacaktır. Eğer sektör korunmalı ise, Türk Lirası sürekli devalüe ediliyorsa, kaynaklar bir sektörden bir sektöre akamıyorsa, kanunen öngörülen vergiler verilmiyor ise (yani kayıt dışı ise) elbette o zaman verimliliğe bakmadan çalışan maaliyetine katlanılabilinir gibi görünür. Bu tarz bir yaklaşımın bedelini Türkiye onyıllarca nasıl ödedi, hepimiz hatırlarız.

İstihdamı artırmak için...
Tekrar ediyorum: Rekabete tabi sektörlerde eğer işçinin maliyeti işveren için o işçiden beklediği katkının ötesinde ise o işçiyi işe almayacaktır hadise bu kadar basittir. Bu cümle hükümetin alması gereken diğer bir dizi önlemleri ve kaçırılmaması gereken mikroekonomik yapısal değişiklik fırsatını özetlemektedir.
Bugün bir işyeri çalışana verdiği her bir lira için devlete aşağı yukarı 47 kuruş vermek durumunda. Bu demektir ki, o çalışanın verimliliği işverenin göze alabileceğinden en az %50 - %60 daha fazla olmalı ki hesap tutsun.
Bizimki gibi büyük gruplar ölçek ekonomileri dolayısıyla daha teknoloji ağırlıklı yöntemlerle verimliliği dünya standartlarına getirmiş durumdayız. Ama küçük ve orta boy işletmeler bu durumda değil. Ve unutmamak gerek ki, yeni istihdamın aşağı yukarı % 60’ı 9’dan az kişi çalıştıran işletmelerdedir.

Haberin Devamı

ÇALIŞANA 1 YTL VERİYORSUNUZ, CEBİNE 75 KURUŞ GİRİYOR: Öte yandan verdiğiniz bir lira ücretten çalışanın cebine kalan ise aşağı yukarı 75 kuruş civarında oluyor. Yani çalışan kişi verimliliğinin ancak yarısını cebine koyabiliyor. Bu vergi ‘kama’sının varlığı ve boyutları yüzünden ya kayıt dışına çıkılıyor ya işsiz kalınıyor...
Yani hükümetin iktisadi yavaşlama ve bunun olumsuz etkileri ile baş edebilmesi için mutlak surette ücretlere yüklenen vergileri önemli ölçüde azaltması gerekecektir. Bu zaten gerekli olan bir yapısal değişikliktir ve aynı zamanda “kriz” ile de baş etmemizi sağlayacaktır.
Diğer şart olan tedbirler ise verimliliği artıracak önlemlerdir. Maalesef Türkiye elindeki demografik hazineyi çok verimsiz kullanmaktadır. Turkiye genelinde baktığımızda, işçi verimliliği OECD’nin %35’i kadardır.
Kaba rakamlarla değerlendirildiğinde haftalık fiili çalışma süresi kamuda 44.2 saat, özel sektörde 46.2 saat civarındadır. Örneğin Fransa’ya bakılırsa - ki bu alanda iyi örnek değildir, fiili haftalık çalışma süresinin Türkiye’den 10 saat az olduğu görülür. Buna rağmen Türkiye’nin 3 katına yakın mal ve hizmet üretiyor. Verimliliği artırarak elde edeceğimiz imkânlar pek çok derdimizi halletmeye yarayacaktır.

Haberin Devamı

Verimliliği artırmak elzemdir, bu alanda neler yapılabilir:
1- Yatırım maliyetlerini düşürmek; bu bağlamda faizlerin düşürülmesi gerektiği gibi toplam borçlanma maliyetini de düşürmek gerekir; yani krediler üzerinden alınan çeşitli vergi, harç, pul parası vesaire gibi lüzumsuz masrafların da azaltılması gerekir.
2- Verimlilik artışını özendiren vergi uygulamaları getirmek (örneğin ARGE destekleri, yöresel destekler)
3- Ticaret, vergi, şirketler kanunlarının bu verimlilik hedefiyle gözden geçirilmesi ve değiştirilmesi. Bana öyle geliyor ki vatandaşlarımızın çok büyük bir çoğunluğu alın teriyle hayatını kazanıp, vergisini verip, kötü muamele görmeden devletten alacağı hizmetleri almak istiyor. Bunu sağlamak lazım.
4- Sektörler ve iş dalları arasında kaynak akımının kolaylaştırılması ve bunları engelleyen gereksiz ve ağır bürokrasinin hafifletilmesi
5- Çeşitli seviyedeki kamu ihalelerini çok daha şeffaf hale getirip denetimini bağımsız kuruluşlara yaptırılması.
6- Eğitimin genelleştirilmesi, kalitesinin artırılması, teknik eğitimin tekrar ele alınması ve yaşam boyu eğitime gidilmesi.
Özet olarak hem içinde bulunduğumuz ekonomik düşüş ile baş etmek için, hem de bu vesile ile Türkiye için elzem olan birtakım reformları gerçekleştirmek için elimizde şu anda bir fırsat var. Amacımız verimlilik arayışının yaratacağı ‘kâr’ ile verimsizliğin neticesi olan ‘rant’ kavramlarını birbirinden ayırıp ‘kâr’ı özendirmek, ‘rant’ı cezalandırmak ve Türkiye’nin iktisadi yapısını ‘rant’ doğurup dağıtan bir yapıdan ‘kâr’ yaratan bir yapıya dönüştürmek olmalı.

Paket, içe kapanmaya, enflasyona yol açmamalı
BÜLENT ECZACIBAŞI
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı

Sabancı ve Eczacıbaşı’ndan  krize önlem paketi uyarıları

Dünya çok uzun bir süredir görmediği şiddette bir ekonomik bunalım döneminden geçiyor. Temelinde yatan nedenler daha uzun yıllar tartışılacak olsa da, çıkış noktası ABD mali piyasası olan bu bunalımın tüm dünyada derin izlerinin kalacağından kuşku duyulmuyor. Türkiye de bugün, belki de uzun dönemlerden sonra ilk kez kendi yönetim hatası söz konusu olmaksızın, bir büyük bunalımın etkileri altına girmiş durumda.
Bu olumsuz etkilerin bir süre daha artarak süreceği de anlaşılıyor. Şimdi, bu bunalımın ekonomimize en az zararı vermesinin sağlanması ve etkilerinin ortadan kalkacağı dönemde yeni bir atılımın koşullarının oluşturulması gerekiyor.

Hem finans hem üretim
Hazırlanmakta olan ve yakında açıklanması beklenen ekonomik paket, kuşkusuz, bunalımın etkilerinin hafifletilmesine, üretim ve finans sektörlerinin bunalımdan daha sağlam bir yapıyla çıkmalarına yönelik tüm önlemleri kapsayacaktır. Bu pakette, doğal olarak, sadece finansal destekler değil, aynı zamanda ekonomiyi düzenleyen yasalarda yapılacak bazı değişiklikler de yer alacaktır.

UYGULAMA YAKLAŞIMI CİDDİYETLE ELE ALINMALI: Alınabilecek önlemlerin genel doğası konusunda çok farklı fikirler olmamakla birlikte, bunların nasıl uygulanacağı ve nasıl bir yorumla hayata geçirileceği konusunda oldukça değişik yaklaşımlar olabileceği açıktır. Aslında yeni önlemlerin ve düzenlemelerin ekonomi üzerindeki etkileri, nasıl bir yaklaşımla uygulanacaklarına sıkı sıkıya bağlı olacaktır.
Her zaman olduğu gibi burada da, uygulamaya hâkim olan anlayış, elde edilecek sonucun niteliğini belirleyecektir. Bu bakımdan, bugün, alınacak önlemlerin genel teknik çerçevesinin yanı sıra, uygulamada benimsenecek yaklaşım da ciddiyetle ele alınmalıdır.

KAMU VESAYETİNDE GEÇEN ESKİ KÖTÜ GÜNLERİ HATIRLAMA ZORUNLULUĞU VAR: Bu noktada, yürürlüğe konacak ekonomik paket uygulanırken, Türkiye’nin, bundan kısa sayılabilecek bir süre öncesine kadar kamu otoritesinin vesayeti altında, kronik yüksek enflasyon içinde yaşayan, dünyaya kapalı bir ekonomiye sahip bulunduğu unutulmamalıdır. Son beş altı yıldır yaşadığımız, düşük enflasyon, yüksek büyüme ve yüksek yatırım döneminden sonra, eski kötü günleri hatırlama zorunluluğumuz, alınacak önlemlerin sahip oldukları özelliklerden ileri geliyor.

EKONOMİMİZİN GENLERİNDEN GELEN TEHLİKELERE DİKKAT: Tüm ülkelerde olduğu gibi bizde de, kaçınılmaz olarak, para ve maliye politikalarında gevşeme, üretici kesimlerin desteklenmesi, bankalara kamu güvencesi sağlanması gibi önlemler alınacaktır. Finans sektörümüz, düzenlemeler gereği yüksek özsermaye oranları ile çalıştığından, oldukça güçlü bir mali yapıya sahiptir; ancak, üretici sektörlerimiz doğal olarak daralan iç ve dış talebin baskısı altında kalacaklardır.

Hemen uygulamaya geçilmeli
Bu durumda, kredi geri ödemelerinde ortaya çıkabilecek sıkıntılar ve benzeri gelişmeler nedeniyle, finans sektörü üzerinde de olumsuz etkilerin ortaya çıkması söz konusu olduğu için, pakette yer alacak önlemlerin zaman geçirilmeden uygulamaya konması gerekecektir. O aşamada, uygulamacıların inisiyatifi ön plana çıkacak, ekonomimizin ‘gen’lerinden gelen tehlikeleri unutmamaları önem kazanacaktır.

PİYASA MEKANİZMALARI DEVRE DIŞI KALMAMALI: Alınacak önlemlerin önemli bir kısmı, ekonomi üzerindeki kamu etkisini artıracak niteliktedir. Örneğin bankalara güvence sağlanması amacıyla yürürlüğe konacak uygulamalar, ister istemez, daha yakın bir izlemeyi ve buna bağlı olarak yönlendirme olanağını verecektir.
Sanayi kesimine verilecek kredilerde, sektör ve yöre tercihleri kaçınılmaz olacaktır. Sanayi teşviklerinde, doğal olarak bazı öncelikler belirlenecektir. Tüm bu konularda uygulamacıların, piyasa mekanizmalarını kalıcı olarak devre dışı bırakma sonucu verecek tutumlardan dikkatle kaçınmaları, ekonomik geleceğimiz açısından kritik önem taşımaktadır.

EKONOMİNİN GENLERİNDEKİ ENFLASYON BAĞIMLILIĞI UNUTULMAMALI: Talepteki gerilemenin etkilerini gidermek amacıyla alınacak çeşitli önlemlerin para ve maliye politikalarında gevşemeye yol açması da kaçınılmazdır. Nitekim tüm ülkelerde uygulamalar bu yöndedir. Ancak, gene Türk ekonomisinin genlerindeki enflasyon bağımlılığı unutulmamalı, son yıllardaki ekonomik başarımızda önemli rol oynayan bütçe disiplini terk edilmemelidir.
Eğer özel destekler zorunlu hale gelirse, bunların mali yükleri bütçe içinde en şeffaf biçimde gösterilerek ve geçiciliği vurgulanarak yapılması yerinde olacaktır.

KORUMACI BİR İDEOLOJİK ÇERÇEVEYE KAYILMAMALI: Gene kaçınılmaz olarak, alınacak önlemler, yerli sanayii canlandırmayı ve istihdamı en azından korumayı hedef alacaktır. Bu politika, yükselen döviz kuru ortamı ile birlikte düşünüldüğünde, doğal olarak ithalatın güçleşmesi sonucunu verecektir.
Bu politika bütünü önemli bir ekonomik hastalığımız olan cari açığın kontrol altına alınması bakımından kritik olmakla beraber, bu çerçevede ‘korumacı’ bir ideolojik çerçeveye kayılmaması, dış dünya ile olan ve daha da geliştirilmesi gereken ekonomik entegrasyonun öneminin unutulmaması, önemli bir noktadır.

KADROLARIMIZIN BASİRET VE BECERİSİNE İNANIYORUM: Ekonomimizin son yıllardaki olumlu gelişmelerinde dünya ile kurulan yakın ilişkilerin büyük etkisi oldu. Türkiye’nin, dünya ekonomisinin bir parçası olduğu algısı gelişti ve dış kaynak girişi büyük ölçüde arttı.
Ekonomik sorunlarımızın temelinde yatan iç tasarruf yetersizliği kısa dönemde giderilemeyeceğine göre, korumacı yönelimler içinde olmadığımızın anlaşılması, önümüzdeki dönemde de ihtiyacımız olan kaynak akışının sağlanması bakımından ihmal edilemez bir önceliğe sahip bulunuyor.
Türkiye’nin deneyimli siyaset ve idare kadrosunun, bu zor günlerden çıkmamızı kolaylaştıracak basiret ve beceriye sahip olduğuna içtenlikle inanıyorum.