En Diyarbakır'dan geçen yol

Diyarbakır'dan geçen yol

14.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Diyarbakır'dan geçen yol

Diyarbakırdan geçen yol




İstanbul'daki mahallemde siyasi bir klişe halini almış olan "Asfalt kamyonları yerel seçimlerden bir hafta önce gelir" cümlesi, Güneydoğu için geçerli değil. Bütün hafta, 28 Mart'ta oy sandıklarından neler çıkacağını keşfetmek için uğraştım, ama şehir içindeki ve şehirler arasındaki yollardaki çukurların üzerinden geçerken zıplamaktan, artık düzgün yürüyemiyorum. Eğer AB'ye giden yol Diyarbakır'dan geçiyorsa, o zaman Türkiye'nin yolculuğu epey inişli çıkışlı olacak.
Gariptir ki piyasalar daha çok Kıbrıs'tan geçen yolların dolambaçlarına konsantre olmuş durumda. Halbuki, bu konu otuz yıldan fazladır Ankara'nın üzerinde bir kılıç gibi sallanıyordu ve Türk kamuoyu, birkaç ay öncesine kadar bir "Kıbrıs Sorunu"nun olduğuna bile inanmıyordu. Aynı şekilde, Diyarbakır'ın merkezinde bulunduğu bölgedeki şiddetin dramatik bir şekilde azalması, ülkenin geri kalanındaki kamuoyunun başını diğer yöne çevirmesine sebep oldu. Onun yerine, bu fırsatı yakalayıp gerçek reformlar yapmak çok daha mantıklı olur.
Tabii ki Diyarbakır ve Güneydoğu'daki durum tekrar manşetlere geçmeye başlarsa bunun sebebi, Diyarbakır'ın Brüksel'e giden daha uzun, tali yolun üzerinde bulunması değil, ama doğrudan Irak sınırına giden yolda yer alıyor olmasıdır. O yolun durumu, Türkiye ile sonradan adına "Büyük Ortadoğu" demeyi öğrenebileceğimiz yer arasındaki ticari ve siyasi trafikte çok önemli rol oynayacak. Mesut Yılmaz'ın söylediklerini başka bir deyişle ifade etmek gerekirse, Kerkük yolu Edirne'de başlıyor.

Mezun gençler iş bulamazsa
Bu konuya bakmanın bir yolu da şu: Kendi birliğini ve bütünlüğünü vurgulama ihtiyacı duyan bir ülke, bazen ülkenin bir tarafında meydana gelenlerin doğrudan diğer tarafı etkilediğini fark etmede yavaş davranabilir. Diyarbakır'dan geçen yol, Türkiye'nin karmaşık toplumsal konularla baş etmesinin, insan hakları sorunlarını çözmesinin ve aynı zamanda gelir dağılımı ve bölgesel eşitsizlik konuları ile yüzleşmeyi başarmasının sembolü haline geldi. Türkiye'nin, bunları başarmadan, dünyanın geri kalanını taşıdığı istikrar konusunda ikna etmesi zor olacaktır.
Dev çokuluslu şirketlerin yöneticileri, yarın İstanbul'da Türkiye'nin neden bu kadar az doğrudan yabancı yatırımı çektiğini tartışmaya başlayacaklar. Hazine eski borçlarını ödemek için çabalarken, banka sistemi de bir krizi yeni yeni atlatmaya başlamışken, hükümet seçmenlerinin istediği daha yüksek yaşam standartlarını getirecekse, o zaman bu yatırıma ihtiyacı var. Şimdilik liranın dolara karşı daha çok güçlenmesi ve enflasyondaki düşüş, sıradan vatandaşların durumun daha iyi olduğuna inanmalarını sağladı. Ama, eğer okuldan yeni mezun olan gençler iş bulamazsa, bu iyi his çabucak yok olacaktır.
Yabancı yatırım mucizevi bir tedavi yöntemi olmaya devam ediyor. Hükümet aşırı bürokrasiyi azaltmaya ve ülkeyi dış dünyaya daha çekici hale getirmeye söz verdi. Ama daha düşük enflasyon, Türkiye'ye yatırım yapmayı daha fazla tahmin edilir bir iş haline getiredursun, İstanbul'a toplanmış o yöneticilere, kendi hissedarları, güneydoğuda ne olduğunu sordurtacaklardır.

Mümtaz Soysal söylemişti
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin doğrudan yabancı yatırımı çekme becerisi, güneydoğunun yatırımı çekme becerisine dayanıyor. Hükümetin İzmir ve İstanbul'un eteklerindeki sağlık ve eğitim standartlarını artırma becerisi, uzun süredir, aynı standartları Bingöl ve Muş'ta artırabilmesine dayanıyor.
Bir yazara göre sorun Ankara'nın "güvenliği ve kamusal düzeni korumak pahasına, bölgesel ekonomik gelişmeden vazgeçen, fazlasıyla merkezi bir yönetimi benimsemiş olması"nda yatıyor. Bunlar DEHAP seçim manifestosunda yazılı olan sözler değil, Mustafa Kemal'in üniter devlet hayalinin en ateşli savunucularından biri olan Mümtaz Soysal'ın sözleri.
Bu cümle 1999'da yazdığı bir makaleden alınma, ama Prof. Soysal birçok yıldır birliği korumanın ve güneydoğuda refah elde etmenin en iyi yolunun, etkili yerel hükümetleri teşvik etmede yattığını söylüyor. Bu da yerel yöneticilere sadece gücü ve kaynakları değil, kendi toplumlarını yönetmenin sorumluluğunu da vermek anlamına geliyor.
"Demokratik sistemler," diye bize hatırlatıyor Prof. Soysal, "normalde etnik talepleri karşılamanın en iyi yöntemleri olarak kabul ediliyor." Fanatik bir insan olmadığı için de "bu çözümlerin ilgili ülkedeki anayasal düzenin temeline saygı gösterdiği" konusunu vurguluyor. Milli bir dilin yanısıra, insanların kendi dillerini kullanma hakkı olduğunu savunuyor. Aynı zamanda 1921 Anayasası'na, Teşkilatı Esasiye'ye duyduğu saygıyı da dile getiriyor. Bu anayasa daha az merkezi bir hükümeti ve "birlikte yaşama isteği" olarak tanımlanan bir devleti tasavvur etmişti.
28 Mart seçimlerinin sonuçları kuşkusuz hükümetin ne kadar sevildiğini ve gücü ne kadar büyük bir kuvvetle elinde tuttuğunu belirlemek için kullanılacaktır. Güneydoğudaki sonuçların, ülke geneline ters düşüp düşmediği de analiz edilecektir. Uzmanların "yerel konular" diye bahsettiği şeyler yerine, bunların hesap edilmesi, kuşkusuz bazı insanların nasıl oy verdiğini de etkileyecektir. En azından Güneydoğuda, bu yerel konuların, yereli aşan bir önemi var.
İstanbul'a döndüm. E5'te yolculuk çok rahattı, ama buradaki trafik, Bingöl ile Diyarbakır arasında ilerlediğimizden çok daha yavaş ilerlememize sebep oluyordu. Yorucu bir yolculuktu, ama sonunda vardım.



BUSINESS