Gündem 'Babam hep yazar olmak istemişti'

'Babam hep yazar olmak istemişti'

27.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Orhan Pamuk, 7 Aralık'taki Nobel töreninde babası Gündüz Pamuk'un vefatından önce kendisine teslim ettiği bavulun kapağını kaldırıp yazarken kendisini yalnız bırakmayan geleneği anlatacak

Babam hep yazar olmak istemişti

7 Aralık'taki Nobel töreninde babasının bavulunu anlatacak 'Türksünüz, tebrik ederim' Oysa dünya, Pamuk'un ödülünü bambaşka kutluyor. Nobel, 45 dile çevrilmiş yazarımızı, hem dünyanın dört yanında daha bir tanıdık kıldı, hem de edebiyat ilahları arasında yer açtı ona. Dahası, Pamuk'a yeni bir "temsiliyet" rolü de verdi ödül. Ramazanda, Washington'da, ABD Dışişleri Bakanı'nın iftar yemeğinde, iki yanıma düşen İranlı ve Filistinli, Türk olduğumu duyar duymaz, Nobel'den dolayı kutlamışlardı beni. "Necip Mahfuz'dan sonra ikinci" deyip Pamuk'u "Ortadoğulu bir yazar" olarak sahiplenmişlerdi de.Bunu anlatınca, Pamuk'tan bir dizi benzer hikâye dinledim. Yurtdışında çalışan Türklerin işyerlerinde tek tek tebrik edilmesinden, ödül açıklandığında bir sanat tarihi kongresinde bildiri veren Türkün çevresinin sarılmasına, İsveç'te bir okulda, Türk öğrencinin tahtaya çağrılıp alkışlanmasına varan hikâyeler..."Bu temsiliyet yalnızca Türkiye ile de kalmıyor" dedi Pamuk, "Arap, İranlı, Afrikalı, Hindistanlı, Çinli, dertleri biraz bizimkine benzeyen, biraz Batı tarafından dışlandıklarını, ihmal edildiklerini düşünen, birazcık da kendi ülkelerinde demokrasi, sanat sevgisi dertleri olan insanlarda da bir heyecan yarattı bu ödül. 'Adam Türkiye'de oturmuş, tek başına kapanmış, yazmış, işte bak Nobel'i de aldı.' Bu, bir Batılı için çok bilinmeyen bir hikâye değil ama, bir Türk için, bir İranlı, bir Hintli, bir Çinli için önemli. Siyasi boyut da giriyor işin içine, 'Bak devlet uğraşmış ama, adam en sonunda Nobel aldı, onu Batılılar kabul etmek zorunda kaldılar.' Bunlar biz Türklerin de anlayacağı konular. Bizim de kalbimize seslenen şeyler."Columbia Üniversitesi'nde bütün bunları konuştuktan sonra, kampusa yakın bir yerde bir şeyler içmeye gittik. Pamuk hangi birayı ısmarlayacağını düşünürken, Fransız aksanlı, muhtemelen Kuzey Afrika kökenli garson, "Daha önceki gelişinizde bunu içmiştiniz" deyip onun adına karar verdi. Sonra, birayı getirdiğinde, eğildi: "Ödülünüz için sizi yürekten kutlarım." Teşekkür ederken Pamuk'a baktım; gururlu, mahcup ve hâlâ biraz şaşkın gibiydi.*** Orhan Pamuk'un Nobel'i alması, Türkiye'nin medyatik seslerini, "sevinenler" ve "sevinemeyenler" diye ayırdı. Çetin Altan'ın "Bayrakların direklerini ne kadar yükseltirseniz yükseltin, bayraklar o ülkeden ilk kez Nobel ödülü almış bir yazar kadar görünemiyor dünyadan" sözünü herkes anlamadı belki. Öyle olmasını umuyoruz. Kötü bir konuşmaysa tarihe marihe geçmez, sadece Nobel'in web sitesine geçer. Nobel konuşmanız önemli. Bu konuşmalar tarihe geçiyor... Bu konuşmaları ben de okudum sizin gibi. Genellikle yazarın bütün hayatı, eserleri, hayatı boyunca bulduğu, esinlendiği en parlak şeyler, en orijinal şeyler, o yazarı o yazar yapan, o değişik kişilik, kimlik yapan özellikler üzerine, yazarın son bir kere, daha derli toplu bir sözü gibi bir şey oluyor. Elbette benim konuşmamda da, benim konumum, Türkiye'nin konumu, kültürü gibi şeyler var. İsveç Akademisi size ödülü verirken, kültürlerin çatışmasını yansıtmanız üzerinde durdu. Necip Mahfuz, Nobel konuşmasında "Ben iki ayrı uygarlığın, firavunların ve İslamın çocuğuyum" demiş; Kenzaburo Oe, Japonya'nın benzer ikilemini anlatmış. Siz de bu temayı işleyecek misiniz? Fazla ayrıntısına girmeyeyim ama, benim babamın bir bavulu vardı. Bu bavulun içine, babam yazar olmak istemişti ve bir sürü defter doldurmuştu, bu defterlerin hiçbirini sonra istediği gibi değerlendiremedi. Bavulda, hikâyeler, parçacıklar, roman parçacıkları, günce, şiirler, çeviriler... Aklınıza ne gelirse ve bunların hiçbiri yayımlanmamıştır. Babam vefatından kısa bir süre önce onları bana getirdi. Konuşmamda birazcık buna da kenarından değiniyorum. 'Hiçbiri yayımlanmadı' Düşünmeden yaptım ben de... Ferhat ile Şirin'den de, Montaigne'den de, ister istemez insan kendini ifade edebilmek için bahsediyor. Edebiyat zaten kendi sözünüzü başkalarının sözü ile birleştirmekle yapılan bir şeydir. Bir odaya kapanıp yazı yazarken tek başına değilsinizdir, bütün bir gelenek sizin yanınızdadır ve her zaman o da sizinle konuşur. Bir kürsüye çıktığınız zaman da, bazen laf geldiği için Dostoyevski'den bahsedersiniz, bazen de, işte efendim, Montaigne'in geleneğini sürdürdüğünüze inandığınız için bahsedersiniz. Nobelli yazarlar, etkilendikleri yazarları da alıntılarla konuşmalarına katıyorlar. Bunu yapacak mısınız? 'Türkçe benim rengim' Bana doğalı böyle geldiği için. Çünkü bütün dünya bakacağı için. Çünkü ben Türkçe ile yazıyorum. Türkçe benim, sabahtan akşama kadar, istersem New York'ta oturayım, istersem seyahat ederken, istersem uçakta yazayım, bu benim rengim, bu benim her şeyim. Ben oradan girmeliyim söze. İngilizce konuşursam, belki oradaki yüz tane İsveçliye ve yabancılara ilgi çekici gelir ama, bu da oyunun ve benim kimliğimin bir parçası ve doğal olanı da o. Ama ödül töreninde bir de yemek yiyeceğiz hep birlikte. Ondan sonra ödül alanın çıkıp esprili bir konuşma yapması lazımmış, o da İngilizce olmalıymış. Onu İngilizce yapacağız bakalım. Bazı yazarlar kendi dillerinde konuşmamış. Siz neden Türkçe konuşmak istediniz? Romanı değiştirmek Size ezbere dört tane yazar sayarım; bunlar benim için artık romanın klasiğidir, bunları dönüp dönüp okurum. Tolstoy, Dostoyevski, Thomas Mann, Marcel Proust bence romanın babaları, devleri bunlardır. Roman denen büyük sanatı, insanoğlunun ürettiği bu büyük edebi oyuncağı öğrenmek, tadını çıkarmak istiyorsanız, bunları okuyun derim bir. Derken, Faulkner, Nabokov gibi yazarlar vardır. Demin saydığım dört tanesi kadar büyük demeyelim de, onlar da önemlidir, ama kenardadırlar. Bir de beni etkilemiş, esasen romancı olmayan iki yazar vardır, Borges ve Calvino. Bunlar da bana postmodernizmi mi diyelim ya da edebiyatın metafiziğine başka türlü bakmak mı diyelim, bunları öğretmişlerdir. Bunlar beni ben yaptılar, bunlarla öğrendim düşe kalka. Aslında, Türkiye'de kendi paramla bunların kitaplarını alıp okuya okuya öğrendim. İsveç Akademisi "roman sanatını değiştirmeniz" üzerinde de durdu. Sadece Türkiye, İstanbul, Osmanlı yazdığınız için değil, katmanları farklı birleştirdiğiniz için de ödüle layık bulundunuz. Romanı değiştirmek anlamında etkilendiğiniz yazarlar kimler? 'Ben olsam Nobel'i bu isimlere verirdim' Evet. Bizde Batılılaşma ile Atatürk'ün de etkisiyle, "Geçmiş kültürün, geleneksel edebiyatın günümüz modern Türk kültürüne etkisi az olmalıdır" diye bir inanç vardı. Ben de bu kanıdaydım, 32 yaşında Amerika'ya gelene kadar. Amerika'ya gelip, bundan 20 sene evvel karımla, burada daha sonra Kara Kitap olacak kitabı yazmaya başlamıştım. Ve bir küçük kimlik buhranı yaşadım ben burada. "Vay, burada büyük bir zenginlik, kütüphaneler, bir büyük zengin kültür hayatı var. Benim Türk olarak bundaki yerim nedir" diye. O sırada, Borges ve Calvino okuyordum. Sonrasında, bütün geleneksel kültürü bana kalırsa en iyi şekilde anlatan Abdülbaki Gölpınarlı'nın Mevlana çevirisi ve şerhini, ki onun notları bir hazine değerindedir, okuyarak kendi kültürümü, hem, tırnak içersinde söylüyorum, yeniden keşfettim, hem de Borges'in ve Calvino'nun etkisiyle, o geleneği daha laik, postmodern, deneysel bir açıyla, kendi kullanıldığı bağlamda değil, ruhunu koruyarak ama bambaşka bağlamda kullanmayı öğrendim. Onları okuyarak kendi kültürüme baktım. Onlar üzerinden, onlar sayesinde kendi sesimi buldum. Bunların da hepsi, Kara Kitap'ı yazmama yol açtı. Nobel Akademisi'nden Horace Engdal, o kitabın benim başeserim olduğunu söylemiş. Aşağı yukarı katılıyorum. Daha önce Borges'ten de, Calvino'dan da bir tür katalizör gibi söz ettiniz. İslama bakmanızda, hatta Feridüddin Attar'a bakmanızda bile Borges'in etkisi var... Bir de yazarlar var yaşayan, benle yaşıt ve onları okuyorum. Bazen azıcık da mesleki tecessüs ile kimi zaman kıskançlıkla, "Ne yapıyor bu adamlar?" diye. Ben olsaydım kime verirdim Nobel'i? Listeyi size söyleyeyim. Mesela İspanyol yazar Javier Marias vardır, Türkçeye iki kitabı çevrildi, ama kimse fark etmedi. Çok büyük bir yazardır. Benden bir yaş büyüktür ve takip ederim bütün kitaplarını. Avusturyalı yazar Peter Handke vardır. Ne yazık ki, Miloseviç'i desteklemek gibi yanlış şeyler yaptı... Yaşarken ne yazık ki unutuluyor; çok büyük bir yazardır, o da bence hak eder. Philip Roth, Amerikalı yazar. Gene Amerikalı yazar Paul Auster. Bu hafta Amerika'da kitabı çıkan Thomas Pynchon, Borges'ten postmodernizme, ta Umberto Eco'ya kadar bütün bir geleneği etkilemiştir. Yalnız yazar olarak okuma zevki vermez bize, roman ağacı denilen etki ağacında da önemli bir daldır. John Updike, hem iyi bir yazardı, hem de çok müthiş, 3 bin sayfa eleştiri yazmıştır. Benim hakkımda iyi şeyler yazmış olmasından da etkilenmiş olabilirim. Bu yazarlar da çoktan Nobel'i hak etmişlerdir. Umberto Eco'nun da Nobel'i hak ettiğini düşünüyorum. Çok değerli, her bir kitabını takip ettiğim yazarlardır bunlar. 'Roman ağacına etkileri' "Türk filmlerine layık bir roman geliyor" Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi'ni nasıl anlattı? Pamuk, Mann, Faulkner, Hemingway ve Marquez'in ortak özelliği ne? Pamuk, genç yazar adaylarına ne öğütlüyor? YARIN: