Gündem Boğaziçi’nin Hikâyesi -II

Boğaziçi’nin Hikâyesi -II

24.09.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

›› İstanbul çevresindeki Türk hakimiyeti Boğaziçi’nin kuzey kıyılarından başlar. 1395-1396’da Sultan Bayezid Anadoluhisarı’nı inşa ettirir. 1452’de de Fatih tarafından Rumelihisarı inşa edilir ›› İstanbul’un fethini müteakip, kuzeyden gelen ani saldırılara uğrasa da Boğaziçi kıyılarındaki yerleşmeler günümüze kadar emniyetli ve sakin birer köy olarak yaşama devam ederler

Boğaziçi’nin Hikâyesi -II

Boğaziçi’nin kuzeyinde yer alan ve erken dönemlerde Pontos Akseinos (Hırçın Deniz), daha sonraları ise Pontos Eukseinos (Konuksever-Misafirperver Deniz) adıyla anılan büyük denize biz Türkler ‘Karadeniz’ adını vermişiz, bizden ilham alan tüm dünyada ‘Black Sea’ demekte, güneydeki o büyük denize ‘Ak’ dediğimizin tersine... Orta Asya’dan beri kara bulutların, yağmurun, karın ve soğuğun geldiği kuzeye ‘kara’, güneşin ve sıcaklığın geldiği güneye ise ‘ak’ demişiz. Dede Korkut hikâyelerinde Hanlar Hanı Bayındır Han yılda bir kez toy edip Oğuz Beyleri’ni konukladığında, kuzeye ‘kara otağ’, güneye ‘ak otağ’ kurdururdu. Geçmişte iki de devlet kurmuşuz bu isimlerle; Akkoyunlular ve Karakoyunlular.

Haberin Devamı

Boğaziçi’nin Hikâyesi -II

Sahip çıkan yok

İstanbul çevresindeki Türk hakimiyeti Boğaziçi’nin kuzey kıyılarından başlar, 1395-1396’da Sultan Yıldırım Bayezid (1389-1402), Kocaeli’den yola çıkarak Yoros Kalesi’ne gelir. Burada kaldığı süre içinde Boğaziçi’nin ilk Türk yapısı olan Güzelcehisar/Anadoluhisarı’nı inşa ettirir. 14 Kasım 1403’te İspanyol elçisi olarak Timur’a gitmekte olan Ruy Gonzales de Clavijo, bölgenin Türk hakimiyetinde olduğunu belirtmektedir. Yoros Kalesi ve daha sonraları Anadoluhisarı içinde yer alan Türk garnizonu, İstanbul’un fethine kadar bölgenin kontrolünü ellerinde tutarlar. Daha sonra, 1452’de Fatih Sultan Mehmet (1444-1446/1451-1481) tarafından Rumelihisarı inşa edilir. 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethini müteakip, kısa süre içinde Karadeniz’de de büyük bir hakimiyet kurulur. Bundan böyle zaman zaman, kuzeyden gelen ani saldırılara ve yağmalara uğrasa da Boğaziçi kıyılarındaki yerleşmeler günümüze kadar emniyetli ve sakin birer köy olarak yaşama devam ederler.

Haberin Devamı

Ne yazık ki bugün İstanbul’daki ilk Türk yapısı olan bu kalenin hali içler acısıdır, içinden yol geçirilmek amacıyla ikiye bölünmüş, burçları ve beden duvarları büyük ölçüde harap olmuş bu yapıya sahip çıkan yoktur. Halbuki gerek Anadoluhisarı’nı gerekse Rumelihisarı’nı onarsak, kulelerinin üstüne eskiden var olan kurşun kaplı külahlarını yeniden yapsak Boğaziçi’nin bir bölümünün görüntüsünü bu muhteşem yapılar ile etkin hale getirsek, günaha mı gireriz?

Fetih sevinciyle bahçe

Boğaziçi’ndeki saraya ait ilk bahçe Fatih Sultan Mehmet döneminde Beykoz içlerinde, Tokat Deresi vadisinde yapılan Tokat Bahçesi’dir. Fatih Sultan Mehmet’in ormanlık bir alan içerisinde oluşturduğu bu bahçenin, pek çok kaynakta Mahmud Paşa’nın Tokat’ı fethettiğini öğrenmesi sonucu yaşadığı sevinçle kurdurduğundan söz edilir. Eski metinlerde Tokat Bahçesi adına rastlanmaz, buna karşın sık sık Bahçe-i Beykoz sözüyle, Tokat Bahçesi’nin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu bahçeye adını veren olayı; “Fatih Sultan Mehmet bu bölgede avlanırken, Makbul Mahmud Paşa’nın Tokat Kalesi’ni fethettiği haberi gelince sevincinden ‘Tez şu mahalde bir bahçe yapılıp ismine Tokat Bahçesi desinler. Avlanan vahşi hayvanları saklamak için etrafına tokat çiti gibi çitler çekilsin’ diye ferman edince, tek katlı bir köşk, büyük bir havuz ve büyük bir şadırvan yapmışlardır... Ekseriya Sultan IV. Murad Efendimiz bu yerden hoşlandığından burada eğlenirdi” sözleriyle anlatan Evliya Çelebi’den öğreniriz. Evliya Çelebi’nin Makbul Mahmud Paşa adıyla andığı sadrazam Adli veya Veli Mahmud Paşa’nın Tokat seferi olmadığı gibi, Tokat şehri Osmanlı hâkimiyetine Sultan I. Bayezid (1389-1402) döneminde katılmıştır. 1472’de Akkoyunlular tarafından Sivas’la birlikte yağma ve tahrip edilirse de bu işgal kısa süreli olmalıdır. Devrin kaynakları Mahmud Paşa’nın Tokat’ı geri aldığından bahsetmemektedir.

Haberin Devamı

‘Asya’nın Tatlı Suları’

Gerçekte Tokat Bahçesi ile Tokat şehri arasındaki ilinti Evliya Çelebi’nin bir yakıştırması olup ismin esası halk ağzında söylendiği şekliyle ‘hayvan ağılı’ anlamındaki ‘tokat’ sözcüğüdür. Zaten Sultanın ‘Tokat çiti gibi çitler çekilsin’ sözü de bu gerçeği işaret etmektedir. Bu nedenle Tokat Bahçesi sözcüğünü günümüzde etrafı çitlerle çevrili bahçe olarak değerlendirmemiz gerekir. Bu bahçenin içinde Sultanın ikametine ayrılmış bir köşk olduğu ve Fatih Sultan Mehmet’in 1472’de ortaya çıkan veba salgını sırasında uzunca bir süre bu köşkte kaldığı da ileri sürülmektedir.

Haberin Devamı

Sultan I. Mahmud (1730-1754) döneminde Sadrazam Hasan Paşa’nın nezaretinde kasrın onarıldığı bilinmektedir. Bu arada yenilenen kasrın adı da değişir, bundan böyle Kasr-ı Hümâyunabâd olarak anılacaktır. Şair Nevres’in bu onarımı takiben yazdığı iki satırlık beyit günümüze kadar ulaşır.

Yaptı bir gûne ki tahsin-i zarûri ederekkül nâm kodu ana Hümâyun-âbâd

H. 1159/1746

İmparatorluğun son günleri kadar bu alanın denize doğru uzanan bölgesi Hünkâr İskelesi adı ile tanınır ve İstanbullular için önemli bir gezi alanıdır. Buraya akan derelerin bulunduğu vadi ise Avrupalılılar tarafından ‘Asya’nın Tatlı Suları’ adıyla önemli bir gezi alanı olarak anılacaktır.

Haberin Devamı

Boğaziçi’nin Hikâyesi -II

Stockholm’e uzanan bir bahçe: Sultaniye

Boğaziçi’nin Anadolu yakasında yapılan ikinci bahçe Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yapılan Sultaniye Bahçesi’dir. Günümüzde Beykoz ile Paşabahçe arasındaki bir dönemin büyük çayırlık alanında yapılan bu bahçe içinde çok sayıda köşk ve kasır bulunmaktadır. Burada yer alan kasırlardan biri, deniz üzerindeki küçük bir adada, çevresi taş duvarlarla çevrilidir. Cornelius Loos’un 1710-1711 tarihlerinde çizdiği ve halen Stockholm Ulusal Müzesi’nde bulunan bir gravürde bu yapının detaylı bir görünüşü bulunmaktadır. Antoine Galland bu bahçeyi 1 Ağustos 1673’te gezer. Bostancıların koruması altındaki bahçenin içinde yer alan kasrı pek beğenmezse de, bahçe içinde yer alan büyük ağaçlara ve özelikle büyük bir kestane ağacına hayran kaldıklarını anlatır.

Saray için sebzeler

Boğaziçi’nin kuzeyinde yer alan saraya ait diğer iki bahçe ise birbirine bitişik olan İncirli Bahçesi ile Çubuklu bahçeleridir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde içine bir kasır yaptırıldığından bahsedilen İncirli Bahçesi, rengârenk çiçeklerle ve kokulu ağaçlarla doludur. Çubuklu Bahçesi ise daha çok kızılcık ağaçları ve saray mutfağı için yetiştirilen meyve ve sebzeleriyle tanınmaktadır.

Sık servi ağaçları

Göksu ve Küçüksu derelerinin arasında yer alan çayırlık alanda kurulu olan bir bahçe de Göksu Bahçesi’dir. Bu alanda Sultan I. Mahmud (1730-1754) döneminde büyük bir ahşap kasır yapılacaktır. Daha sonra eskidiği için yıkılan bu yapının yerine, Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde günümüz Küçüksu Kasrı inşa edilecektir. Sık servi ağaçlarının bulunduğu bu bölge XIX. yüzyılda Hünkâr İskelesi’nin biraz da gözden düşmesinin ardından “Asya’nın Tatlı Suları” ismiyle anılmaya başlanır.

Beylerbeyi’nde hakiki Türk bahçesi

Boğaziçi’nin Hikâyesi -II

Göksu Vadisi’nden sonra Üsküdar’a doğru yer alan Kandilli sırtlarının yamaçlarında kurulan Kandilli Bahçesi Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde kurulur. Valide Sultan Odası, Bülbül Köşkü, Cafer Paşa Kasrı, Yalı Köşkü, Bostancılar Camii gibi çok sayıdaki yapının yer aldığı bu bahçede Mimar Sinan’ın da Kandilli Sarayı adı ile bilinen bir saray yaptığı kayıtlıdır.

Günümüzde Kuleli Askeri Lisesi’nin yer aldığı büyük alan ise bir dönem Kuleli Bahçesi adıyla anılmaktadır. Yavuz Sultan Selim(1512-1520) döneminde kurulan bu bahçede, daha sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından kule şeklinde bir kasır yaptırılır. Evliya Çelebi bu kasrın her katında fıskiyeler olduğunu ve serin suların aktığını anlatmaktadır. 1573’te söz konusu kasrı gezen Fransız seyyah Philippe du Fresne-Canaye, “Kıyıya doğru, üst üste binmiş beş oda yüksekliğinde, kare biçimli bir kule var; kule, büyük taşlarla ve kalın duvarlarla, suyun tepeye kadar çıkmasını sağlayan bir ustalıkla yapılmış: Öyle ki, kulenin her odasında bir çeşme var; odalarının dört yanı, günün her saatinde serinleme olanağı verecek, altın yaldızla boyanmış teraslarla çevrili. Bütün kapılar ve pencereler tunçtan. Kulenin eteğinde, büyük bahçeden ayrı, çok güzel küçük bir bahçe ve seçkin balıklarla dolu bir havuz bulunuyor. Bu kule Türkiye’de gördüğüm en yüksek yapı...” sözleriyle Kule Bahçesini ve içindeki yapıyı övmektedir.

Anadolu yakasında Üsküdar’a doğru son hasbahçe İstavruz/İstavroz Bahçesi’dir. Daha önceleri Sultan II. Selim’in (1566-1574) kızı Gevher Sultan’a ait güzel bir köşkün bulunduğu alan ile çevresindeki bahçe, bostan ve bağların satın alınması ile oluşturulan bu bahçede Sultan IV. Murad’a (1623-1640) ait bir saray olduğu, Sultan III. Mustafa’nın bu sarayı yıktırıp, arazisini halka sattığı bilinmektedir. Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde tekrar rağbet gören bölge yeniden satın alınarak büyük bir ahşap saray yaptırılır. Helmuth von Moltke 26 Haziran 1837’de yazdığı bir mektupta, bu sarayda padişah ile karşılaşmasını şu satırlar ile anlatır:

“Beylerbeyi Sarayı çok yaygın bir bina, açık sarı boyalı, bütün öteki meskenler gibi ahşap ve birbiri üzerine sayısız pencereli. Yaldızlı bir kapıdan küçük, etrafları şimşir fidanları ile çevrili çiçek tarhları, deniz kabukları serpilmiş yolları ile hakikî bir Türk bahçesine girdim. İçlerinde kırmızı balıklar yüzen fıskiyeli havuzların etrafını servilerden ve portakal ağaçlarından nehramlar çevreliyordu. Arkada üstlerinde yine böyle yerlerde limonluklar ve köşkler bulunan teraslar yükseliyordu; fakat bunların hepsi yüksek duvarlarla çevrili idi. Bu duvar yeşile boyanmıştı ama yine de insanın içine darlık veren bir hali vardı. Boğaz tarafında duvardaki pencerelere büyük parmaklıklardan başka oldukça sık örgülü kamış birer kafes de konmuştu; bunlardan dışarısını görmek mümkündü fakat içerisini görmek imkânsızdı. Harem tarafında bu kamış kafesler çift katlıydı ve sarayın üçüncü katında bile pencereleri üst kenarlarına kadar örtüyordu. Bütün bu güzellikleri seyrettiğim sırada Padişah haremden bir çeşit galeriye çıktı ve pencereden seslenerek bizi çağırdı. Aşağıda, güzel mermer levhalarla döşeli avluda siyah bir kölenin kucağında Haşmetpenahın üçüncü prensine rastladık...”

Geçmişte; İstavroz Bahçesi’nden sonra Anadolu yakasının güneye doğru olan bölümünde Üsküdar Bahçesi, Ayazma, Haydarpaşa ve Fener Hasbahçeleri yer almakta idi. Bir başka yazımızda bu bahçelere yer vermek üzere iyi pazarlar.