Gündem Çatışmadan barışa giden yol - 2 / Basklara tanınan haklar ETA’nın sonunu getirdi

Çatışmadan barışa giden yol - 2 / Basklara tanınan haklar ETA’nın sonunu getirdi

10.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Yard. Doç. Dr. Maya Arakon Siayset bilimci terör ve güvenlik çalışmaları uzmanı

Çatışmadan barışa giden yol - 2 / Basklara tanınan haklar ETA’nın sonunu getirdi

Türkiye’de yaşanan ve ayrılıkçı şiddete benzer bir örnek İspanya’nın Bask bölgesinde yaşandı. İspanya’nın yaşadığı bu süreç Türkiye Kürtlerinin 12 Eylül sonrasında yaşadıklarına benziyor. Bu yüzden 1978 İspanya Anayasası’yla Basklara tanınan hakların ne kadar önemli olduğu ve ETA’ya verilen desteğin nasıl eridiği çok önemli

Haberin Devamı

Çatışmadan barışa giden yol - 2 / Basklara tanınan haklar ETA’nın sonunu getirdi

ETA 20 Ekim 2011 tarihinde silah bıraktığını açıkladı.

Türkiye’de yaşanan Kürt sorunu ve ayrılıkçı şiddete benzer bir diğer örnek de İspanya’nın Bask ülkesinde yaşandı.
Bask Ülkesi, Sanayi Devrimi’yle birlikte monarşiyle yönetilen İspanya’nın ilk sanayileşen ve en zengin bölgesi. Kökenleri tam olarak bilinmeyen, özgün Baskça dili konuşuluyor bu bölgede. İspanya’nın kuzeyindeki “Bask Ülkesi” üç ana eyaletten oluşuyor: Biscaya, Guipuzcoa ve Alava. 1936-1939 yılları arasında milliyetçilerle cumhuriyetçiler arasında cereyan eden İspanya İç Savaşında Cumhuriyetçilere destek veren Bask Ülkesi’ne 1937’de saldıran İspanyol milliyetçisi General Franco ve birliklerinin savaşı kazanmasıyla Bask Ülkesi’nde de baskılar başlıyor.

Baskça yasaklandı
Önce Baskların ayrı bir millet olduğunu reddeden yeni rejim daha sonra Baskçayı yasaklayarak Bask kimliğini inkâr ediyor. Bask ülkesinin bağımsızlığı için savaşan ETA’nın 1959’da kurulması işte bu baskı ve asimilasyon politikalarının sonucu. Örgütün silahlı mücadelesi 1968’de başlıyor.
Franco rejiminin baskı ve asimilasyon politikalarının dorukta olduğu dönemde ETA’ya büyük halk desteği varken, İspanya’nın demokrasiye geçtiği 1975 ve asıl önemlisi Bask Ülkesi de dâhil 17 bölgeye özerklik tanıyan İspanya Anayasası’nın 1978’de yürürlüğe girmesiyle birlikte işler değişiyor. 1978 Anayasasıyla Baskça, bölgesel resmi dil olarak tanınıyor (Madde 3.), Bask dili, bayrağı ve kültürü, ülkenin zenginliği olarak kabul edilerek anayasal güvence altına alınıyor. Gitgide artan özgürlük ve verilen temel haklardan çok memnun olan Bask halkının büyük kısmı, bağımsızlık hedefinden vazgeçerek ETA’ya verdiği desteği yavaş yavaş çekiyor ve nihayetinde ETA’nın varoluş meşruiyeti sorgulanır hale geliyor.

Guernika Anlaşması
Bu esnada 2010 Mart’ında Brüksel’de aralarında Kofi Annan, Tony Blair ve K. İrlanda barış süreci mimarlarından George Mitchell’ın da olduğu uluslararası bir komitenin ETA’ya silah bırakma, İspanya devletine de sorunun çözümüne yönelik adımlar atma çağrısı yapmaları ve bu minvalde 25 Eylül 2010’da gerçekleşen Guernika Anlaşması elbette çok önemli. Bu şartlar altında arkasındaki halk desteği zayıflayan ETA 20 Ekim 2011 tarihinde silah bıraktı.
Bask ülkesinde bağımsızlık yanlısı Bildu koalisyonu 2011 seçimlerinden en güçlü ikinci parti olarak çıktı. 2012 yılının Haziran’ında ise İspanya Anayasa Mahkemesi, ETA şiddetini açıkça eleştiren ve henüz 2011 yılı Şubat’ında kurulmuş olan Bask Sosyalist Partisi Sortu’yu “yasal” ilan ederek gelecek seçimlere katılmasının yolunu açtı. Böylece siyaseten farklı kesimler Bask Parlamentosunda temsil edilir hale geldi. Bu noktada İspanya’da seçim barajının % 3 olduğunun da altını çizmek gerek elbette.
Çok kısaca anlatmaya çalıştığım bu tarihçe, görüldüğü üzere Türkiye Kürtlerinin 12 Eylül sonrasında yaşadıklarına benziyor. Bu bağlamda 1978 İspanya Anayasasıyla Basklara tanınan demokratik hakların ne kadar önemli olduğunu ve ETA’ya verilen desteğin erimesinde hayati rol oynadığını bir kez daha vurgulamak lazım. Zira desteğini halktan alan bir örgütü “terörist öldürerek” yok etmek mümkün değildir. Halkın desteğini çekip “yeter artık!” demesi gerekir. Bask Ülkesi ve ETA örneğinde olduğu gibi.

3 yıllık Oslo süreci
Kürt sorununda kilit isim olarak görülen Abdullah Öcalan ile Türkiye Cumhuriyet Devleti arasındaki görüşmelerin varlığını Türkiye kamuoyu ilk olarak Oslo süreci adı altında 13 Eylül 2011 tarihinde öğrendi. Ancak tahminen üç yıl süren Oslo görüşmelerinden önce de Devlet, çeşitli zamanlarda çeşitli yetkililer vasıtasıyla Öcalan’la görüşmüştü. Cengiz Çandar’ın TESEV raporunda (2011) belirttiği gibi, Öcalan’ın “Özal ile her şey anlaşma noktasına kadar gelmişti. (..) Gerillaya silah bıraktırmaya hazırlanıyorduk. 1993’te ‘tamam çözüm gelişiyor, her şey tamam’ diyorduk ama bir gün sonra Özal rap diye öldü! Erbakan ile de çözüm geliştirecektik. Bu konularda ciddiydi. Onu da hemen devirdiler. 2000’lerde ise Ecevit’in durumu yine öyle. O da çözüm geliştirmek istiyordu, onu da devirdiler, yere yıktılar, felç ettiler” ifadelerinden de görüldüğü üzere Devlet ile Öcalan arasındaki görüşmelerin tarihi yaklaşık yirmi yıl öncesine kadar dayanmakta.

KONUŞABİLİRİZ
Oslo süreci öncesinde Öcalan’ın Devletle yaptığı görüşmeler, özellikle yakalandığı 1999 yılından 2005’e kadarki süre içinde askeri yetkililer nezdinde sürdürüldü. 1997’de kendisiyle dolaylı yoldan, (o dönem Bursa Hapishanesinde yatan PKK yetkililerinden Muzaffer Ayata ve Sabri Ok üzerinden) kurulan temaslar, 1999’dan itibaren yüzyüze görüşme şekline dönüştü. Öcalan kendisiyle görüşen askerlerin “Siz ülkeyi bölmek istemediğinizi belirtip şiddetten vazgeçerseniz her konuyu konuşabiliriz” dediğini belirtiyor (Çandar, 2011). 1999-2004 arasında verilen ateşkes ve sınır dışına çekilme kararında bu sözün etkili olduğunu ifade ediyor.
Öcalan’la görüşmeler 2002-2005 tarihler arasında da devam etti, 2005’ten itibaren ise Devlet adına görüşmeleri dönemin MİT Müsteşar yardımcısı Emre Taner yürüttü. Gene bu dönemde, özellikle de 2006-2008 yılları arasında çok üst düzey bir devlet yetkilisinin Avrupa’da PKK’nın ileri gelenlerinden Sabri Ok, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun’la birden fazla kere bir araya geldiği öğrenildi.
Görüldüğü gibi Oslo sürecinin kamuoyuna yansımasından çok önceden beri Devlet Öcalan’la görüşmelere başlamıştı. Ancak görüşmelerin sanki bir ilkmiş gibi infialle basına yansıması Oslo sürecinde oldu.
13 Eylül 2011’de Dicle Haber Ajansı’nın internet sitesinde yayınlanan ve Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) temsilcileriyle Türkiye Devleti yetkilileri arasında görüşmeler yapıldığını iddia eden bir ses kaydıyla Oslo süreci de basına yansımış oldu. Bu çerçevede MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘ın, hem Abdullah Öcalan‘la hem de PKK temsilcileriyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın talimatıyla ve “özel temsilci” sıfatıyla görüştüğü ifade edildi. Koordinatör ülke olan Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan görüşmeye, dönemin Başbakanlık Müsteşar yardımcısı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, KCK’dan Mustafa Karasu, PKK’lı Sabri Ok ve Zübeyir Aydar‘ın katıldığı ileri sürüldü.

İnsan hakları ve hukuk
Türkiye ve PKK temsilcileriyle mutabakata varılan konular arasında “Kalıcı barış, güvenlik, uzlaşı ihtiyacından hareketle tarafların Oslo toplantılarına devam konusunda hem fikir oldukları; demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri temelinde Kürt sorununun çözümünde diyalog ve müzakere yolunun esas alınması konusunda görüş birliğine ulaştıkları ve bir an önce müzakerelere başlanmasının gerektiği; yürütülecek çalışmaların Anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının esas olduğu; Kürt halkının siyasi ve legal temsilcileri, basın yayın organları ve çalışanlarına yönelik uygulanan baskı, tutuklama ve çalışmalarını engelleme vb. yönelimlere son verilmesi ve KCK adı altında gerçekleşen siyasi operasyonlarda tutuklananların serbest bırakılmasının, sürecin yumuşatılması ve çözüm yönünde ilerlemesi için önemli bir adım olacağı; Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık zemininde gerçekleşebileceğinden hareketle tüm askeri, siyasi ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin durdurulması ve uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi esasına dayanarak 15 Hazirana 2011’e kadar iki taraflı olarak her türlü operasyon ve askeri eylemlerin durdurulması” konularının bulunması, o dönemde çözüm için gereken diyalog iklimine ne kadar yaklaşıldığını göstermesi açısından önemlidir.

KCK davaları
Yaklaşık üç yıl sürdüğü tahmin edilen Oslo görüşmeleri çözüme çok yaklaşıldığı bir sırada, 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 13 asker ile yedi PKK’lının hayatını kaybettiği çatışmayla akamete uğradı.
Ancak bunun öncesinde, Mart 2009’daki yerel seçimlerde DTP’nin Güneydoğu’da önemli ölçüde oy almasıyla paralel başlayan KCK davaları ve seçilmiş Kürt belediye başkanlarının tutuklanması, Oslo görüşmelerinde Devlet’in samimiyeti konusunda Kürt tarafının güvenini zaten sarsmıştı. Akabinde gerçekleşen Habur kırılması iki tarafın yeniden sıfır noktasına geri dönmesine sebep oldu.

Haberin Devamı

Çatışmadan barışa giden yol - 2 / Basklara tanınan haklar ETA’nın sonunu getirdi

Haberin Devamı

PKK’nın şehir yapılanması olduğu iddia edilen KCK’ya yönelik birçok operasyon düzenlendi. Van’da düzenlenen operasyonda ise 20 üniversite öğrencisi gözaltına alınmış, bunlardan 7’si tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.

Haberin Devamı

Çatışmadan barışa giden yol - 2 / Basklara tanınan haklar ETA’nın sonunu getirdi

Haberin Devamı

KCK davası kapsamında yayıncı Ragıp Zarakolu da Kandıra F Tipi 2 No’lu Cezaevi’ne konmuş daha sonra da tahliye edilmişti.

Habur’daki kırılma
Oslo görüşmelerinin sekteye uğramasındaki en önemli olaylardan biri de Habur kırılmasıdır. Görüşmelerde PKK liderleriyle anlaşılarak 19 Ekim 2009’da 8’i Kandil’den, 26’sı ise Mahmur mülteci kampından olmak üzere 34 kişinin Habur’dan Türkiye’ye girmesi planlanmıştı.
Habur Projesi, silahların bırakılmasıyla atılacak eşzamanlı adımları öngörmekteydi. Bu adımlar arasında kültürel kimliği tanıyacak yasa değişiklikleri ve yeni Anayasa çalışmaları, dağdakilerin önder kadro dışında kalanlarının Türkiye’ye entegrasyonu, 5 yıl boyunca PKK lider kadrosunun Irak Kürdistan’ında kalması, 5 yılın sonunda ise Öcalan’la birlikte Türkiye’de yasal siyaset yapmalarının önünün açılması vardı. Yani Habur’dan girişler siyasi çözüm sürecinin başlangıç noktası olacak, girişlerin akabinde PKK’nın tedricen silahsızlandırılması gündeme gelecekti.
Ancak gelen grubun Habur’dan Diyarbakır’a kadar üstü açık bir otobüsle ve on binlerce kişinin sevgi ve sevinç gösterileriyle getirilmesi, medya ve Türkiye siyasi hayatında infialle, kamuoyunun bir bölümü tarafından ise son derece sert bir tepkiyle karşılandı. Akabinde Habur’dan girenlerin bir kısmı hakkında dava açılması, kimsenin tutuklanmayacağı yönündeki vaade rağmen toplam yedi kişinin tutuklanması (KCK’nın Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar’ın “kimse yargılanıp, tutuklanmayacaktı.
O grup içerisindeki insanlar şu anda cezaevine yatıyor. Başınıza hiçbir şey gelmeyecek, devlet sözü var dendi ama devlet sözü bu kadar işledi” sözleri de bu iddiayı doğrular nitelikte), Habur Projesinin de akametle sonuçlanmasına sebep oldu.

* Cengiz Çandar, a.g.e., s. 58.

YARIN: ARAP BAHARI VE ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELERİN KÜRT SORUNUNA ETKİSİ