Gündem Türkiye 'kızlı erkekli' öğrenci evlerini tartışıyor

Türkiye 'kızlı erkekli' öğrenci evlerini tartışıyor

07.11.2013 - 10:20 | Son Güncellenme:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "kız ve erkek öğrenciler aynı evde kalamaz muhafazakar yapımıza ters" dedi. Türkiye karıştı. Peki günlerdir tartışılan bu konuda ünlü köşe yazarları ne düşünüyor?

Türkiye kızlı erkekli öğrenci evlerini tartışıyor

SEVİLAY YÜKSELİR /SABAH

Kız-erkek aynı evde neden olamaz?

Tebrik ediyorum Başbakan'ı. Bir cümle söylüyor. Akla hayale gelmeyecek bişi atıyor ortaya ve biz de günlerce bunu konuşup duruyoruz. Ama bazen boşu boşuna konuşmuş oluyoruz tabii. Tıpkı "Kürtajı yasaklayacağız!" dediğinde olduğu gibi. O zaman da en sert tepkiyi gösterenlerden biriydim: "Kürtaj elbette ki korkunç bir vakadır ama hiçbir kadının istekle kabullenip yaptıracağı bir operasyon değildir. Bir kadın ancak çok zorda kalırsa bu operasyona başvurur. Ve vurursa da bu devletin değil onun sorunudur!" diyerek.
Şimdi de aynı tepkiyi göstermek zorundayım. Çünkü son derece anti demokratik ve akıllara durgunluk veren bir mesele, Başbakan Erdoğan'ın söylediği ve iki günden beri gündemimize oturan konu. Kusura bakmasın ama ben de şok oldum duyunca. Öğrenci veya değil. 18 yaşını geçmiş bir erişkinin hangi evde, kiminle ya da nasıl yaşayacağına devlet müdahalesi nasıl olur yahu! Dünyanın neresinde var böyle bir olay? Komedi bence. Bu konuda düzenleme yapmak ya da yasa çıkarmaya kalkmak ise imkânsız ötesi bir durum. Çünkü böyle bir dayatma bırakın liberaller, solcular ya da sosyal demokratlar arasında karşılık bulmayı... Dindarlar arasında bile karşılık bulmaz. İslamiyette bile yoktur kimin kiminle nasıl nerede hangi evde yaşayacağına dair düzenleme...
O nedenle ben diyorum ki fazla üzerinde durmayın bu meselenin. Ben Başbakan Erdoğan'ı yakından tanıyan bir gazeteci olarak inanmıyorum onun bunu içinden gelerek ve istekle söylediğini. Ayrıca söylediğinin hayata geçmesinin mümkün olmadığını o da biliyordur. Evet dindardır Tayyip Bey. Ama insanların yaşam tarzına alenen müdahale olan böyle bir konunun yasallaşmasını isteyecek kadar da anti demokrat değildir. Derim ki biraz daha bekleyelim. Çünkü galiba daha bizim anlamadığımız, çözemediğimiz bir durum var perde arkasında ve Başbakan bu durumdan hareketle yaptı bu açıklamayı. İşte o durum ne? Nedir bir bakalım hele...

HADEF BELLİ GEZİCİLER-

MEHMET TEZKAN / MİLLİYET

Bir adım ötesine bakalım.. Mesele sadece kızla erkeğin aynı evi paylaşmasının ötesinde..
Mesele bütün öğrenci evleri..
Üniversite öğrencileri..
Aslında hedef Geziciler..
Başbakan haziran ayında yaşanan protestoların etkisinden kurtulamadı.. Bir anda böylesine büyük ama o kadar da örgütsüz tepki gösterilmesi şoke etti..
Kabul edemiyor.. Geçti bitti diyemiyor.. Hesap sormak istiyor..
Gezi’nin altında örgüt arandı, bulunamadı.. O zaman; ceza kesmek lazım, yaptıklarının bedelini ödetmek lazım!..
Devlet yurtları kısmen kontrol altında.. Protestolara katıldığı tespit edilen üniversite öğrencileri birer ikişer yurtlardan atılıyor..
Geriye ne kalıyor?
Özel yurtlar, öğrenci evleri..
*
Valilikler polis marifetiyle evleri tek tek kontrol altına alacak.. Evde kız var mı yok mu? Kızlı erkekli oturuluyor mu?
Şikayet var, gerekçesiyle kapı çalınacak.. Genel ahlak kavramı kalkan yapılacak!..
Rahatsızlık, huzursuzluk yaratılacak..
Amaç bu!..
Evlerde toplanılması, oturulup konuşulması istenmiyor..
*
Başbakan, ‘buralarda nelerin olduğu belli değil, karmakarışık şeyler olabiliyor’ dedi..
Karmakarışık şeyler ne?
Karmakarışıktan kasıt ne?
Kızla erkeğin aynı evi paylaşması değil herhalde.. Gençlerin hep beraber protesto eylemlerine katılması..
Başbakan, ‘karmakarışık şeyler olabiliyor’ dedikten sonra şunu da ilave ediyor; ‘ondan sonra anne-babalar feryat ediyor. Devlet nerede diyor. Devletin burada olduğunu anlatmak için bu adım atılmalıdır. Atılacaktır.’
Bu sözler her şeyi anlatmıyor mu?
*
Adana Valisi çalışmanın başlatıldığını, gerekenin yapılacağını söyledi..
Çalışma ne?
Evleri tek tek kontrol etmek mi? Evlerin içine girmek mi?
Başka ne olabilir ki.. Üniversitelilere gözdağı vermek, korku salmak..
Mesele kızlı erkekli evlerin ötesinde..

Olacakları görüyorum
BİR: ‘Kızının başka bir erkekle aynı evi paylaşmasını ister misin’ çerçeveli ahlak tartışması başlayacak..
İKİ: Burası muhafazakar toplum söylemi öne çıkarılacak..
ÜÇ: Öğrenci evleri mercek altına alınacak. Terörist yuvası gibi gösterilecek..
DÖRT: İktidara yakın duran medya öğrencilerin kaldığı evleri karalama, itibarsızlaştırma kampanyasına girişecek..
BEŞ: Evlerde toplanıp alem yapılıyor boyutuna kadar gidilecek..
ALTI: Kendine görev biçen bazı yayın organları, kızlı erkekli aynı eve giren gençleri görüntülemeye çalışacak..
YEDİ: Eyleme katılan, gözaltına alınan gençlerin kaldığı evlere gidilecek, eylemi işte burada planladılar yayınları yapılacak..
SEKİZ: Evlenmeden yaşayan ileri yaştaki kişiler de kötü örnek oluyorlar diye karalanacak..
DOKUZ: Mahallelerden ihbar yağması sağlanacak..
ON: Memleketin en önemli meselesi haline getirilecek..
ON BİR: Yalan Dünya dizisine çapraz ateş edilecek..

Sorun iktidarın demokrasi anlayışı
Devletin evlerin içine girmesi.. Kimin kimle hangi şartlarda oturacağını belirlemesi.. Polisi devreye sokması.. Gerekirse yasa çıkaracağını açıklaması.. Özel hayata müdahale mi, değil mi tartışmasına hiç girmeyelim..
Müdahalenin daniskasıdır..
Devlet özel mülkün yani evin içini dizayn etmeye soyunuyor daha ne olsun!..
Tartışılacak hali yok..
*
Bu hamle özel hayata müdahalenin ötesinde, AKP ‘iktidar olmaktan’, ‘hükümet etmekten’, ‘ülkeyi yönetmekten’ ne anladığını da ortaya koydu..
Başbakan’ın ‘muhafazakar demokrat bir parti olarak herkesin çocuğu bize emanettir’ sözüne bakalım..
Burada kastedilen güvenlik, can, mal emniyeti değil..
Peki anlamı ne?
Şu.. İktidar demek istiyor ki; bütün çocukların hayatını şekillendirme, yönlendirme, formatlama hakkına sahibim...
Çocuk bile olsalar fark etmez de kastedilen kişiler reşit.. 18’in üstündeler..
Demokrasilerde ‘emanet’ anlayışı var mı?
Yok..
Mesela Amerika’da 18, 20, 23 yaşındaki gençler Obama’ya mı emanet?
*
Yani Başbakan ‘muhafazakar demokrat iktidar olarak müdahil olacaklarını’ söyledi..
Nereye müdahil olacaklar?.
Kendilerinin istediği gibi olmayan evlere.. Kişilerin yaşamına..
Demokrasilerde bu var mı?
Yok..
*
Başbakan Yardımcısı Bozdağ dün dedi ki; ‘İktidarların da beğenmediklerini söyleme hakkı vardır. Değiştirme yetkisi vardır.’
Değiştirilecek olan ne?
Bazı gençlerin hayatı.. Kimin kimle aynı evi paylaşıp paylaşamayacağı..
Demokrasiler hükümetlere böyle bir yetki verir mi?
Hayır..
Temel sorun burada.. İktidar, herkesi kendi felsefesine uydurma hakkına sahip görüyor.. Ülkeyi yönetmekten çok biçimlendirmek için seçildiğine inanıyor..

GENÇ KIZLARIMIZ VE JURNALCİLİĞE MÜSAİT VATANDAŞLARIMIZ

REHA MUHTAR /VATAN

Aşıktım... Hayatımın ruh ikizini o günlerde bulduğumu düşünüyordum...
Rüyalarımın prensesi Ankara’da kız arkadaşıyla Emek semtinde zemin katta iki odalı mütevazı bir evde yaşıyordu...
Ben ise annem ve babamla kalıyordum; büyüdüğüm evde ...
Henüz üniversitedeydim...
Gazetecilik yapıyor, diğer yandan da üniversiteyi bitirmeye çalışıyordum...


Bir süre sonra kız arkadaşımla “ortak bir eve taşınmak istedik...”
Evlenmeyi düşünüyorduk...
İkimiz de gazeteciydik...
80’li yılların Ankara’sında beraberce bir eve taşınmamızda hiçbir sorun çıkmayacağını düşünüyorduk...
Bu düşünceyle ev aramaya başladık...
Çankaya, Kavaklıdere, Ayrancı gibi “kendi dünyamızın semtlerinde” ev arıyorduk...
Hiç aklıma gelmemişti, büyüdüğüm şehirde, sokaklarında oynadığım mahallelerde “kiralık bir ev tutmanın” bu denli zor ve meşakkatli olacağını...


Ev sahipleri ve emlakçılar enteresan davranıyorlardı...
- “Evli olup olmadığımızı...” soruyorlardı...
Önceleri cevap vermeye gerek duymuyordum...
Bir süre sonra, sevgilimden dolayı sorular ve sorgulamalar gururuma dokunur, onurumu incitir hale gelmeye başladı...
- “Elbette evleneceğiz...” diyordum...
Evlenmesine evlenecektik, fakat bunun bir önşart olarak önümüze konmasına içerlemeye başlamıştım...
Gururum kırılıyordu...
Estirilen hava, genç bir kızı eve kapatıp sanki “gayrımeşru bir ilişki yaşayacakmışım” havasıydı...
Yasa dışı bir şey yapmıyorduk...
Ahlak dışı bir faaliyet söz konusu değildi... Sonuçta sevgiliydik...
Zaten beraberdik...
Evlenmeyi düşünüyorduk ve aynı evde yaşamaya karar vermiştik...
Ailelerimiz biliyordu, ikimiz de üniversiteyi bitirmek üzereydik...
Üstelik birimiz Milliyet’te diğerimiz Yeni Asır’da “gazeteci” olarak çalışıyorduk...


Bu konumdaki iki yetişkin gence, ev vermek istememeleri, işi yokuşa sürmeleri, açıktan evlilik cüzdanı sormaları, beni iyiden iyiye rencide etmiş, gururumu kırmıştı...
Sonunda Çankaya’da Alaçam sokakta çok sevdiğimiz bir çatı dairesi bulduk...
Bir oda bir salondu çatı dairesi...
Koskocaman bir terası vardı...
O kadar sevmiştim ki evi ve romantizmini...
Apartmanda aşağı komşum, oğluyla ilkokulda aynı sınıfta olduğum bir aile dostuydu...
Bunu öğrenince mutluluğum ikiye katlanmıştı...
Beni tanıyorlardı nasıl olsa...
Ailemi biliyorlardı...
Evi başka bir amaçla kullanmayacak kadar temiz bir genç olduğum aşikardı...
Bu evde bir sorun çıkmayacaktı...
Ya da ben öyle sanıyordum...

Aile dostumuz şöyle dedi:
- “Ev sahibi evi size kiraya verecek... Fakat evliliğin bir an önce yapılmasını istiyor... Evinde uzun süre bekar kalmanızı kabul etmeyecek...”
Önceleri bunun adetten söylendiğini sanmıştım...
Zaman geçince öyle olmadığını anladım...
1982 Ekim’inde evi tuttuk...
1983 Mart’ında evlendik...
Altı ay bile bulmamıştı “evli olmadan kaldığımız süre“, Çankaya Alaçam sokaktaki o evde...
Kaç kere eve kadar gelip “ne zaman evleneceksiniz” diye sorduğunu hatırlıyorum komşuların...
Sanki kirli bir iş yapıyormuşuz gibi, sanki hırsızmışız, uğursuzmuşuz, fuhuş yapıyormuşuz gibi nasıl kötü, nasıl gururu kırılmış, nasıl derinden yaralanmış hissetmiştim kendimi...
Eşim olacak sevgilimi, apartman içinde kötü kadın gibi hissettiriyorlardı...
Bu beni iyice çileden çıkartıyordu...
Çankaya’da, büyüdüğüm, yetiştiğim mahallede bana kendimi “aşağılanmış“ hissettiriyorlardı...
O kadar kötü olmuştuk ki, evlendikten bir süre sonra o daireden kendi isteğimizle çıktık ve biraz aşağıda Paris Caddesi’nde bir başka ev tuttuk...
Nasıl olsa bu sefer evliydik...
Kapılar önümüzde açılıyordu...

Dün akşam; İçişleri Bakanı Muammer Güler; öğrenci evleri meselesini revize edip, “terör ve fuhuş meselesiyle” sınırlı tuttuklarını söyleyince, aklıma bu öykü geldi...
Bakan; öğrenci evleriyle ilgili, “terör ve paralı seksle ilgili ihbarlar geldiğini söylüyor“ yapılması düşünülenlerin yasal düzenlemelerin ve önlemlerin sadece bunlarla ilgili olduğunu açıklıyordu...
Özel hayata saygıda kusur edilmeyeceğine vurgu yapıyordu...
Başbakan da benzer şekilde Finlandiya’da Fin gazeteciye konuşmuştu...
- “11 yıllık iktidarımızda ne zaman kimin özel hayata karıştık?” diye sormuş kontr çıkış yapmıştı...
Böylece bir anda alevlenen tartışma “yetişkin kadın ve erkeklerin aynı evde kalmalarını engelleyecek bir yasal düzenlemeye gidilmeyeceğinin” anlaşılmasıyla sona ermiş görünüyordu...

Öyleydi fakat; “üniversitede okuyan genç kızlarımız ve erkelerimiz açısından çözülmesi gereken büyük bir sorun” daha vardı...
Hukuki açıdan bitmeye yüz tutan tartışma, “Başbakan ve bakanların ilgili sözlerinden sonra, konu; durumdan vazife çıkartmak isteyen ev sahibi, namus bekçisi, apartman yöneticisi, ihbarcılığa meyilli komşu, ahlak bekçisi mahalle sakini“ gibi yüzbinlerce “jurnale müsait vatandaş” tarafından da bitecek miydi?..
Her öğrenci evi, kız ve erkeklerin beraber yaşadıkları “potansiyel bir fuhuş yuvası, kiralanması sakıncalı bir terörist sevişme merkezi” muamelesinden ve intibaından kurtulabilecek miydi?..
Başbakan çocukları ve gençleri korumayı önemsiyordu...
Bunu anlıyordum...
Ancak o evlerde genç yaşta kalan gencecik fidanlar, hayatlarının daha baharında “jurnale meyilli, gammazcı, dedikoducu, haset dolu mahalle sakinleri, apartman yöneticileri, ev sahipleri, ahlak bekçileri” tarafından “damgalanırsa“ o çocukların ve kızların kırılan gururları, damgalanan hayatları bir daha kolay kolay tamir edilebilir miydi?..


O genç kızlar ve erkekler böyle bir durumda hayat boyu kendilerini ne hissedeceklerdi?..
O genç kızlar bizim evlatlarımız değil miydi?..
Onların namusu kadar, gururları, isimleri de, hayatları da lekesiz bir biçimde bize emanet değil miydi?..
Bir gençlik mecrası, emniyette bir jurnalcinin, gammazcının fişlemesiyle sabıkalı hale mi gelmeliydi?..
Başbakan bir babaydı...
Babalar sadece kendi biyolojik çocuklarına değil;
Allah’ın yarattığı bütün çocukları ve gençleri, baba gibi davranıp korurlarsa huzura ererdiler...
Misyonlarını tamamlardılar...
Başbakanlar; gammazcıların, ihbarcıların, ahlak bekçilerinin, namus abidelerinin “fahişe ve ahlaksız gibi jurnallemeye çalıştığı genç kızlarımıza ve çocuklarımıza da” baba gibi davranmalıydı...
Mesele “baba” olma misyonu ve meselesiyse, “Başbakan onların da babasıydı...”
Değil mesele sadece hukuksa;
Çocuklarımızın ve genç kızlarımızın “gammazcıların, jurnalcilerin, mahallenin ahlak zabıtalarının, apartmanın namus bekçilerinin şerrinden ve ihbarından koruyup, isimlerini temiz tutmak, onları korumak hükümetin yasal göreviydi...”
Gençlerimizi, çocuklarımızı iyi ve kötü diye ayırmayacaktık...
Bu gençler hepimizin çocuklarıydı...
Yaşam tarzları, inandıkları ve eğilimleri ne olursa olsun...

AŞİNAYIM EV BASKINLARINA

AKİF BEKİ / HÜRRİYET


Aşinayım bu ev baskınlarına

‘HADİ bunu da savun’ diyorlar, ‘Buyur buradan yak’ der gibi... Serde sözcülük var ya mecburi, savun bakalım savunabilirsen!

İran mollaları savunamıyor, sokakta yasak olan her nevi ahlaksızlık evde serbest. Mesken dokunulmazlığı var, Suudi Arabistan Vahhabileri karışmıyor, kapını kapatıp perdeyi çektikten sonra ahlaka mugayir her ne halt işlersen işle, günahı senin boynuna.Başbakan Erdoğan, muhafazakâr demokratlığın gereği olarak başıboş bırakmaktan yana değil yine de. Gençleri ahlaka aykırı davranışlardan korumayı devletin üstüne vazife alıyor, koruyamamanın vebalini de...Olabilir, aile değerlerine sahip çıkmak, muhafazakâr bir siyasetçiye haktır. Mazbut yapısına ve dünya görüşüne ters düşen serbest hayatlardan rahatsızlık da duyabilir.Apartman sakinlerinin şikâyet ve işkillenmelerine duyarlılık göstermesi ise gayet doğaldır. İşin içine ahlak zaptiyeliği ve yasalarla çekidüzen verme fikri girmediği sürece...Riyad’da bir kafede kızlarla oğlanlar aynı masada oturamaz. Hafifmeşrepliktir... Mutavva denilen ahlak çavuşlarına basılırlarsa karakola çekilmeleri mukadder. Ama evde kim kime dum duma, sefahat âlemleri sınır tanımaz.Tahran’da kızlarla oğlanlar yan yana oturabilirler, gevşekliğe girmez. Yalnız kadının bir tutam saçı görünse yasak, devrim muhafızları sokakta değnekle kovalar. Ev partilerine ise hudut yok, vur patlasın çal oynasın, yıkılır ortalık.
Hangisi ahlaka uygun, hangisi gayriahlaki bu durumda? Neye göre, kime göre? Üstelik daha sokakta ahlak denetimine karşıyken nasıl ederim de eve ahlak baskınını savunurum şimdi ben?
İran’dan, Suudi Arabistan’dan bile geri bir pozisyon.Damdan düşmekse ben de damdan düştüm. Halden anlamam mı!Üsküdar’da bir apartmanın bodrum katındaki öğrenci evinde az baskın yemedik polisten. Aşağıda ne herzeler yediğimizden kuşkulanan komşular ikide bir ihbar ederdi.Dişi sinek bile giremezdi kapıdan içeri, ayrı mesele. Fakat kolay mı bizde bekâra ev vermek, apartman halkı için ne mümkün alt katta öğrenci evine müsamaha? Ne idüğümüz belirsizdi konu komşuya. Hırlı mıydık hırsız mı, uğurlu mu uğursuz mu, neyin nesi kimin fesiydik, hangi gizli cemaattendik, ne işler karıştırıyorduk, meçhuldü...Karşıki bakkalı bile muhbir tutmuştu polis, arada bir yoklardı bizi.Zor vallahi, öğrenci evlerinin zaptiyelerle kolaçan edilmesini müdafaa zor hakikaten...Sokağa ahlak zabıtası salan memleketler bile evlere müdahale fikrinden uzak duruyor. Evin içine devlet zoruyla girmek, özel alanı yasalarla düzenlemek onların İslam yorumuna da ters.Tek çıkarı var bu işin...Kızlı erkekli aynı evde kalmayı polisiye tedbirlerle yasaklamak değil de... Mesken mahremiyetini ihlal etmeden, özel hayatı kurcalamadan bir yol bulmak daha iyi sanki. İhtiyaç sahibi her kız ve erkek öğrenciyi ayrı ayrı barındırabilecek şekilde yurt kapasitesini artırmak gibi...Göğsümü gere gere bunu savunurum bakın! Hem Başbakan’ın da üstünden yük kalkar...

HANEME DOKUNMA 3 KUSURLU HAREKET

EYÜP CAN / RADİKAL

#haneme dokunma: 3 kusurlu hareket!


Hz. Ömer gibi hiddetli de olsanız öğrencilerin kaldığı evlere, insanların özel hanesine dokunamazsınız. Dokunursanız üç kere kusurlu olursunuz!

Hz. Ömer bir gece Medine sokaklarında dolaşırken evlerin birinden şarkı sesleri duyar. Hemen duvara tırmanıp içeri girer.
Evde ‘kadınlı-erkekli’ içki içilen bir manzara görür ve içerideki adama çıkışır...
“Ey gafil, yaptığın kusuru Allah’ın örteceğini mi zannettin?”
Adam, karşısında duran kişi halife yani devlet başkanı olmasına rağmen gayet soğukkanlı cevap verir...
“Ey müminlerin emiri; dur, acele etme. Eğer ben, Allah’a karşı bir bakımdan hata işlediysem, sen üç bakımdan hata işledin!”
Hz. Ömer şaşırır...
Adam “Ey Ömer” diyerek bir bir saymaya başlar...
“Bir, Allah Teala, ‘Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın’ (Hucurât 49/12) buyurduğu halde, sen haneme girip ayıp araştırdın.
İki, Allah, ‘Evlere kapılardan girin!’ (Bakara 2/189) buyurduğu halde, sen duvara tırmandın.
Üç, Allah, ‘Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin istemeden, onlara selam vermeden girmeyiniz. Böyle yapmanız sizin için daha münasiptir. Olur ki düşünür, hikmetini anlarsınız’ (Nur 24/27) buyurduğu halde sen evime hem izinsiz girdin hem de selam vermedin!”
Bunun üzerine hiddeti ve adaleti ile tanınan Hz. Ömer gözyaşları içinde adamdan affını diler. “Ben seni affedersem sen de beni affeder misin” der.


Bu kıssa muhafazakâr camiada çok sık anlatılır.
Dün baktım, Başbakan’ın başlattığı ‘kızlı-erkekli öğrenci evleri’ tartışmasından sonra sosyal medyanın da gündeminde.
Attığı tweet ile bu kıssayı sosyal medyanın gündemine sokan kişi, AK Parti Ankara Milletvekili Zelkif Kazdal.
Belli ki tartışmanın geldiği boyut onu da rahatsız etmiş.
Anlattığına göre konunun hem hukuki hem de dini ve ahlaki açıdan daha iyi anlaşılması için bu kıssayı paylaşmış.
“Orada (tweet’te) değersel açıdan anlattık. Üç tane ayet koyduk. Mesken dokunulmazlığı orda çok açık; izinsiz olarak bir eve girilemeyeceği... Hz. Ömer o zaman devlet başkanıydı. Sıradan İslami duyarlılığı olan birisi olarak eve girmiyor... Bir devlet başkanı suç olduğunu düşündüğü bir olaya şahit oluyor. Ona müdahale etmeye kalkıyor. O kıssa bu özelliği taşıdığı için çok önemli.”
Peki, Kazdal öğrenci evleri ile ilgili ne düşünüyor?
“Böyle bir ayrım yapamazsın ki... 18 yaşını geçtikten sonra ‘öğrenci evi’ diye bir şey mi var? Tutmuş delikanlı evini, oturuyor. Bu işin ayrımı yok. Suç yoksa, adli bir vaka yoksa bu işin ayrımı olmaz.”


Elbette AK Parti içerisinde herkes Kazdal gibi düşünmüyor.
Mesela Bekir Bozdağ, Başbakan’ın rahatsız olduğu bir konuda yasal düzenleme yapabileceğine inanıyor.
Peki ama nasıl?
Henüz nasılın cevabı yok.
Ama şu sorunun cevabı net.
Hz. Ömer gibi hiddetli de olsanız öğrencilerin kaldığı evlere, insanların özel hanesine dokunamazsınız.
Dokunursanız dinen onlar bir, siz üç kere kusurlu olursunuz!
Ayrıca AİHM kararları ve anayasa ortada.
Eğer ortada bir suç yoksa...
“Hiç kimse özel hayatın gizliliğine, haneye dokunamaz.”
Nokta.

SENİN KIZIN OLSA İSTER MİYDİN?

CANDAŞ TOLGA IŞIK/ POSTA

Başbakan’ın “Kızlı-erkekli öğrenci evlerine polis müdahale edecek” açıklamasından sonra memleket yine o görmek istemediğimiz Türkiye’ye döndü.
Herkes bulunduğu yerden kendi gibi düşünmeyene iftira atıyor, hakaret ve ağız dolusu küfür ediyor.
* * *
Her daim Başbakan’la aynı fikirde olanlar, eleştirenlere: “Senin kızın olsa bir erkekle aynı evde oturmasını ister miydin?” diye soruyor.
Maalesef anlamamakta ısrar ediyorlar ama itirazın bu sorunun cevabıyla hiçbir alakası yok.
Kızının bir erkekle öğrenci evine çıkmasını istemek ya da istememek başka bir şey, senin gibi düşünmeyenin çocuğunun kapısına polis gönderip ‘zorla’ kendin gibi yaşatmaya çalışmak başka...

ÖZEL ALANA MÜDAHALE TEHLİKELİ VE KRİTİK EŞİK

ALİ BAYRAMOĞLU / YENİ ŞAFAK

Tehlikeli ve kritik eşik: Özel alana müdahale...

Ülkenin de siyasetin de bugün en önemli sorunu, Başbakan'ın özerklik fikrine sahip olmamasıdır.

Demokratik düzen ve zihniyetin bu kurucu unsurunun eksikliği son dönemlerde karşımıza sıkça kah demokrasi krizi kah kimlikçi siyaset krizi olarak çıkıyor.

Başbakan basının, kültürün, sporun, üniversitenin, hatta bilginin kendi iç dinamikleri üzerinden özerk olmasını kabul etmediği, buna müsaade etmediği gibi, bu alanlara yakınlık ve sadakat esasına göre 'mikro-işletmecilik' düzeyinde müdahalelerde bulunuyor.

Böyle olunca kaçınılmaz olarak siyasi iktidarın kurumsal kararları değil, Başbakan'ın kişisel görüşleri, değerleri tüm alanlara yayılma eğilimi gösteriyor. Ve ortaya bir yandan artan oranda 'totalci bir görüntü', öte yandan 'iktidarın şahsileşmesi' hali çıkıyor,

Başbakan ve çevresi bunu, alınan oyun meşruiyetine ilişkin bir durum olarak algılıyor.

Oysa bu hiç bir şekilde böyle değil ve hiç bir şekilde doğru değil...

Bu konudaki son örnek oldukça açık ve açık olduğu oranda vahim...

Konu yurtlar ve üniversiteli gençlerin kiraladıkları evler meselesi. Finlandiya gezisi öncesi şunları söylüyordu Tayyip Erdoğan:

'1. Kızlarla erkeklerin aynı yerlerde kampüsü paylaştıkları yurtlar, aynı yerlerde kalmalarına fırsat verecek yurtlar bundan sonra olmayacak.

2. Kişilerin özel müstakil evlerinde bir farklı kız, bir farklı genç ikisinin aynı evde kalması ne denli acaba uygun olabilir. Siz kızınıza, oğlunuza böyle bir şeyi hoşgörüyle karşılayabiliyor musunuz? Ama eğer bir yasal düzenleme olması gerekiyorsa biz, bu konuyla ilgili yasal düzenlemeyi de yaparız. Şu anda valiliklerin bu konuda inisiyatifleri varsa bu inisiyatifleri de kullanması gerekir...'

Tüm muhafazakarlaşma tartışmalarında olduğu gibi Başbakan'ın yurtlarla ilgili söyledikleri hoşa gider ya da gitmez, ancak bu siyasetin doğal müdahale alanında, siyasi iktidarın tercihleriyle ilgili, meşru sınırlar içinde bir durumdur. İktidarda muhafazakar bir siyasi parti varsa, kamusal alana ilişkin 'muhafazakar' uygulamalar kaçınılmaz olur.

Ancak müstakil evlerle ilgili söyledikleri muhafazakarlık meselesini aşan, inanılmaz ve kabul edilemez bir durumdur.

18 yaşını bitirmiş reşit kişiler, kimlerle nasıl, nerede yaşayacaklarının kararını kendileri verirler. Kamu ahlakına ters durumlar varsa, zaten buna müdahale edecek yasal düzenlemeler mevcuttur.

Dört öğrencinin ya da iki sevgilinin aynı evde oturması bir bireysel tercih ve özgürlük meselesidir, tümüyle özel alanla ilgilidir, demokratik düzende devletin buraya müdahalesi düşünülemez.

Gençlerin kimi davranışları Başbakan'ın hoşuna gitmeyebilir, ancak Başbakan kendi bakış açısını, devlet gücü üzerinden yasa çıkararak devreye sokarsa bu kabul edilmez bir durum oluşturur.

Bırakın bunu hayata geçirmeyi bunun telaffuz edilmesi bile ciddi bir sorun oluşturur, nitekim oluşturuyor.

Kaldı ki, bu sözlerden vazife çıkaracak vali ve kaymakamlar muhtemelen alesta bekliyor.

Başbakan gençler 'bize emanet' diyor konuşmasının bir yerinde...

'Hayır' bir kere Başbakan Türkiye'nin babası, gençlerin vasisi değildir.

'Hayır' reşit insanlar bu açıdan siyasi iktidara emanet değildir. Siyasi iktidar gençlere bu açıdan eğitim ve aile politikaları ötesinde müdahale edemez. İktidarın asli görevi gençlerin güvenliğini sağlamak, özgürlük ve hak alanlarını açık tutmaktır.

Kimin kiminle oturacağına müdahale, özel konutlarda kız-erkek ayrımı, özel alana, özel hayata müdahalenin daniskasıdır. Bu tür düzenlemeler, düşünceler siyasetin toplum üzerinde tahakkümüne yol açar, aynı zamanda totalitarizme kapı açar.

Mesele ve dert ahlaksa, bunu yasaklayan ve müdahale eden politikalarla değil, farklı girişimlerle, sosyal politikalarla, aile işbirliğiyle çözme yoluna gitmelidir siyasi iktidar...

Unutmamak gerekir, Gezi olaylarının büyümesinde, hatta patlamasında bu ataerkil bakış ve üslup önemli bir rol oynamıştır.

Ve son söz: Demokratikleşme sadece sivilleşme değildir. Demokratikleşme aynı zamanda bireyin özgürlük alanının genişlemesi, toplumsal alanın devlet karşısında özerkleşmesi demektir.

PAMUK GİBİ DEMOKRAT LİDERİMİZE NE OLDU?

EZGİ BAŞARAN / RADİKAL

'Pamuk gibi demokrat liderimize ne oldu?' şaşkınlığı

Sağcı yazarlar arasında haysiyetini rantla-parayla takas etmemiş olanları, dipten gelen bu darbeyle sarsılıp, biraz da tepe sersemi olaraktan, nedamet getirdiler.

DARBE: Başbakan’ın “Kızlı-erkekli mi kalıyorlar, orada ne işler dönüyor, valiye, polise talimat verdim, öğrencilerin evleri denetlenecek” şeklindeki vahim sözleri.

NEDAMET: “Bu sözler oy için söylendiyse daha fena. Ben AK Parti’yi destekledim ama şimdi oy verdim derken utanıyorum...” Ya da... “Bu, devletin resmen ahlak bekçiliğine soyunmasıdır. Yaşam tarzının güvencesi olacağız garantisine vurulmuş ağır bir darbedir. Geri dönüşü
zordur.”

Bu yazarlarımız, veya daha genel manada, Başbakan’ın bu sözlerine “Allahım bi anda ne oldu, pamuk gibi demokrat adam gitti, evlere baskın yaparım diyen biri geldi” diye şaşıranlar Türkiyemize bir İskandinav ülkesinden dün gece misafirliğe gelmiş olabilirler diye düşünüyorum. Bu şaşkınlığı, bu çok geç kalmış uyanışı başka türlü açıklamayamıyorum çünkü.
Ya da... Siyasi öngörüsüzlüğün en yoğun miktarda görüldüğü topraklar bizimkisi olmalı. Yetmez ama evet diyen koskoca akademisyenlerin, yazarların referandum için önerilen paketin içeriğini objektif verilerden uzak yorumlayabilmelerini...
Askeri yargı ile ilgili düzenlemenin pakete son anda girmemesini...
HSYK ile ilgili düzenlemenin ise ne manaya geldiğini görmezden gelmesini de ancak bu iki ihtimal çerçevesinde yorumlayabiliyorum.
İskandinav ülkesinden Türkiye’ye şöyle bir oturmaya gelme...
Ya da müthiş siyasi öngörüsüzlük.
Zira sorarız: Neredeydiniz?
Kürtaj yaptırılacak haftalar dillere dolandığında... Sezaryen tıbbi zorunluluk dışında yasaklandığında... Eğitim sistemi 4+4+4 diye değiştirildiğinde, okula başlama yaşı pedagojik mesneti olmadan aşağı çekildiğinde... Aksırıncaya tıksırıncaya kadar içiyorlar, zaten Kadıköy vapurundan da münasip olmayan şekilde iniyorlar, banklarda oturuyorlar dendiğinde... En yetkili ağızdan çıkan bu tür sözler mahalle baskısına dönüştüğünde... Mesela kızlı-erkekli merdivenden inmeyi yasaklayan müdürü... Isparta’daki lisede kızlarla erkeklerin aynı anda yemek yemesini engelleyen idareyi... Stüdyo daire satışını durduran belediyeciyi... Öğrenciler kiralıyor diye stüdyo daire yapımına sınır getiren Çevre Bakanlığı’nı... Dekoltesi fazla bulunduğu için işinden olan sunucuyu duyduğunuzda... Neredeydiniz?
İlla Başbakan’ın çıkıp ahlak denetimi için öğrenci evlerine girmenin gerek ve yararları başlıklı zirve konuşmasını yapması mı gerekiyordu sizlere?

* * *

Mesele sadece Başbakan’ın böyle konuşması değil. Bu sözlerin Meclis sıralarında, Anadolu valiliklerinde, kaymakamlıklarında, muhtarlıklarında, karakollarında, okullarında ve tabii apartman yönetimlerinde nasıl yankılandığında...
Bismillah, olanları sıralıyorum:
Adana Valisi Hüseyin Coş: Başbakanımızın sözleri talimattır. Valiliğimiz üzerine düşen görevi yapacaktır. Genel ahlakın korunması devlete ait görevler arasındadır.
Sağlık Bakanlığı Müşaviri Ahmet Özdinç: Ama üniversite öğrencilerinin kürtaj başvurusunda patlama var. Üniversitelerin çevresindeki jinekologlarla konuştum.
AK Parti milletvekili Şamil Tayyar: Kız öğrencilerle erkek öğrenciler yalın bir şekilde aynı evde kalamazlar. Buna yasayla değil, farklı enstrümanlarla çözüm getiririz.
Üsküdar’da bir apartmanın kapısına asılan not: Apartmanda bazı insanlar kız-erkek beraber kalıyorlar. Böyle insanları gördüğünüzde polise ihbar edin.
Başbakan reşit ama nikâhsız bir kadın ve erkeğin aynı evde kalmasını (evet, kızlı-erkekli öğrenci evinin geniş manası budur) yasayla engelleyeceğini söylüyor. Milletvekili “Yasaya lüzum yok, başka enstrümanlar(!) buluruz evelallah” diyor. Apartman görevlisi gençleri andıçlıyor, vali denetlemelere çoktan başlıyor.
Şakası, ıvırması kıvırması kalmamış bu feci durum karşısında aklı olan herkesin bir ciddiyet çemberinde buluşması ve demokratik bir tepki vermesi gerekiyor. Bugüne kadar bir İskandinav ülkesinde pamuk gibi demokrat liderle yaşadığını sananların bile.

ÖĞRENCİ EVLERİ VE SİYASİ OTARİTE


ATİLLA YAYLA/ YENİ ŞAFAK

Öğrenci evleri ve siyasî otorite

Hafta başında medyaya düşen bir habere göre Başbakan Erdoğan partisinin basına kapalı bir toplantısında öğrenci evlerini kastederek 'Kız – erkek aynı evde kalınmasına alışık değiliz. Üniversite öğrencilerinin yurt sorunu bir an önce çözülmeli' dedi. Erdoğan'ın bu sözleri bazı medya organlarına kız – erkek birlikte kalınan öğrenci evlerinin denetleneceği, polis tarafından basılacağı, Başbakan'ın bunun için valilere talimat verdiği şeklinde yansıdı. Haber özellikle sosyal medyada büyük yankı yaptı. Bunun hayat tarzına müdahale anlamına geleceği yolunda yorumlara yol açtı. Daha sonra Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yurtların sayısının yeterliliği ve denetimi ile ilgili konuşmaların yapıldığını, fakat kızlı - erkekli öğrenci evlerinin denetlenmesi diye bir konunun gündeme gelmediğini belirtti. Fakat, Başbakan, Salı günü hem grup konuşmasında hem de bir yolculuk öncesi havaalanında, bir gazetecinin sorusu üzerine, özel evlere denetim getirilmesi konusunun gündemlerinde olduğunu açıkça ifade etti.

Bu haberin her çevrede çok yankılanması, toplumda bu konuda bir hassasiyet olduğunu gösteriyor. Bu gayet sevindirici bir durum. Başbakan'ın açıklamaları ise aynı derecede üzücü. Kızlı - erkekli öğrenci evlerinin bir problem olarak görülmesi yanlış. Özgür reşit bireyler kendi hayatlarını başkalarının haklarını çiğnemeden istedikleri gibi tanzim edebilirler. Dolayısıyla, yurtlar yeterli de olsa yetersiz de olsa, her zaman bazı öğrenciler bu yola başvuracaklardır ve buna hakları vardır. Toplumu devlet eliyle dinsizleştirmeye veya belirli bir din anlayışını benimsemesini sağlamaya çalışmak ne kadar yanlış ise, belirli bir ahlâk kodunu benimser ve uygular hâle getirmeye çalışmak da o kadar yanlıştır. Öğrenci evlerinin denetlenmesi özel hayatların, bireysel mahremiyetlerin çiğnenmesi anlamına gelir. Dayandıkları mantık bakımından alkol regülasyonunu savunma söylemi ile özel evlerin denetlenmesi söylemi arasında bir benzerlik var. Alkol regülasyonu kısmen dinî gerekçelere bağlanmıştı, öğrenci evleriyle ilgili yaklaşımlar ise bir ahlâkî kavrayışa dayandırılıyor.

Bir ahlâkî kodun bize çok önemli görünmesi onun herkes için aynı öneme sahip olduğunu göstermez. Toplumlarda yaşayan ahlâkî kodlarda nispî farklılıklar her zaman vardır. Hangi ahlâkî koda uygun davranacakları bireyleri ilgilendirir. Dolayısıyla, kamu otoritelerinin bu alana girmemesi gerekir. Devletlerin görevi bireylerin hayatını idare etmek değildir; devlet aygıtının organlarını ve görevlilerini daha önceden bilinen ve içeriği belli kurallara göre sevk ve idare etmektir. Özgür bireyler ne yapıp ne yapmayacaklarına, nasıl yaşayıp nasıl yaşamayacaklarına kendileri karar verirler. Başkalarına hak ihlâli yoluyla zarar vermedikleri sürece kendi hayatlarında tam bir serbestiye sahip olmaları özgürlüğün temel şartıdır. Başbakan'ın söyleminde sanki bu bakımdan bir çelişki var. Hem tüm hayat tarzlarının hükümetin garantisi altında olduğu söyleniyor, hem de hayat tarzı ihlâli endişesi yaratacak sözler sarf ediliyor.

Bu eleştiriye şöyle cevap verilebilir: Başbakan da bir vatandaş olarak görüşünü açıklıyor. Bu bakış yanlıştır. Sıradan bir vatandaş elbette kızlı - erkekli öğrenci evlerini uygun bulmadığını söyleyebilir ama kamu otoritesi sahipleri söyleyemez. Kamu otoriteleri bireylerin hayatına müdahale imkân ve araçlarına sahip olduğu için, onlardan gelen bu tür eleştiriler, açıklamalar, hayat tarzlarına bir tehdit olarak algılanabilir. Bu yüzden, siyasî otoritenin bu tür söylemlerden uzak durması beklenir. Kaldı ki, Başbakan'ın açıklamaları sözün ötesine geçme tehlikesi olduğunu gösteriyor.

Bir liberal aynı evi paylaşan bir adamla bir kadın arasında bir nikâh akdinin olup olmadığına bakmaktan ziyade bu beraberliğin gönüllülüğe dayanıp dayanmadığına, tarafların birbirine (tabiî ki genellikle erkeğin kadına) fiziksel ve psikolojik zor, şiddet uygulayıp uygulamadığına bakar. Yetişkin insanlar özgür insanlardır. Onların hayatlarıyla ilgili tercihlerini başkaları nazarında, toplum nazarında, siyasî otorite nazarında haklılaştırmaya ihtiyacı ve mecburiyeti yoktur. Eğer bu ilkeye sadakat gösterilmezse insanlar yavaş yavaş özgür olma durumundan çıkarlar ve başkalarının ilân edilmemiş kölesi hâline gelirler. Her ne adına ve her ne sebeple olursa olsun, insanlar böyle bir muameleye tabi tutulamaz, tutulmamalıdır. Öğrenci evlerinin bahsedildiği şekilde denetlenmesi yolunda atılacak her adım özel hayata müdahale olacak ve özgürlük ve demokrasiye darbe indirecektir. Umarım böylesine vahim bir hataya düşülmez.

AİLE DEVLET

ÖZGÜR MUMCU/ RADİKAL


Devlet babalar yoldan çıkmış çocuklara el attılar. 'Ulus-devlet'in modası geçmişti. Hoş geldin aile-devlet.


Daha geçenlerde Marmaray açıldı. Gezici dış mihraklar hemen devreye girdi. Türkiye gazetesi bu durumu yakaladı. Şu haberi yapıverdi: “Yolcuların arasına sızan ‘Gezi’ciler seyir halindeyken imdat frenini çekiyor; trenler otomatik duruyor.”
Marmaray’da en çok emeği geçen kim? Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım. Binali Yıldırım bu günlere nasıl geldi? Kendisinden dinleyelim.
Bakan Yıldırım, genç bir öğrenciyken hangi üniversiteye gideceğine karar verememiştir. Boğaziçi Üniversitesi’ne bir bakar ve içinden şöyle geçirir:
“Bir baktım farklı bir dünya. Değişik binalar, surlarla çevrilmiş alan. Sonra bahçesinde gençler kızlı-erkekli oturuyor. Ben çok şaşırdım. Burada yoldan çıkarım dedim.”
Şimdi Binali Bey o genç yaşında bu dirayeti göstermeseydi ve bahçesinde ‘kızlı-erkekli’ oturulan üniversiteye girip yoldan çıksaydı?
Bugün Marmaray’ın mimarı olarak değil yolcuların arasına sızıp Marmaray’da imdat frenini çeken bir ‘Gezici’ olarak anılacaktı.
Sadece bu örnek dahi Başbakan’ın, öğrencilerin ‘kızlı-erkekli’ aynı evlerde kalmalarına müdahale edileceğini açıklamasının ne kadar isabetli olduğunu göstermiyor mu?
Türkiye’de basın özgürlüğü yok diyenler var. Madem bu özgürlük yok, bir gazeteci çıkıp da Başbakan’a şu soruyu nasıl yöneltebiliyor:
“Kişilerin özel evleri bunlar. Bunlara ilişkin de mi müdahale olacak?”
Soru da soru olsa. Koskoca Başbakan özel ne, ev ne bilmez mi?
Elbette böyle densiz bir soruyu Başbakan’a yöneltebilecek kadar özgürlükleri çarpık algılamış bir gazeteci, Başbakan’dan şu cevabı alacak:
“Yarın anne olduğunuzda veya anne iseniz kızınıza, çocuğunuza böyle bir şeyi uygun buluyorsanız hayırlı olsun.”
Bir kere ne dedi Başbakan? “Bu gençler bize emanet” dedi. Yok efendim bu gençler 18 yaşından büyükmüş de artık çocuk değilmiş de hakları ve özgürlükleri olan bireylermiş de... Bu laf salatalarını geçiniz.
Çocuk, anasının-babasının gözünde kaç yaşına gelirse gelsin çocuktur. Anasının-babasının çocuğu denetleyemeyeceği yerde ise milletin babası olan devlet ve dolayısıyla devletin kendisi olan başbakan ve onun bakanları ve onun valileri ve onun muhbir komşuları devreye girecektir.
Başbakanımız nereye kadar tahammül edebileceğini söyledi hatırlarsanız:
“Ben Dolmabahçe’de ofisimin önünde, Kadıköy’den gelenlerin durumunu görüyorum. Ama saygı gösteriyorum. Giyimine kuşamına karışmıyorum.”
Sınır budur. Bundan fazlasını yapan herkes ise, kimse kusura bakmasın, gözetim ve denetim altına alınacaktır.
O sefil kıyafetlerle, affedersiniz kucak kucağa Kadıköy’den geliyorsunuz, Başbakan camdan kafasını uzatıp sizi azarlamıyor diye şımarmanın da bir âlemi yok.
Neticede her gençten Binali Yıldırım’ın gençliğinde gösterdiği olgunluk ve dirayeti bekleyemeyiz.
Ne diyor Sayın Arınç:
“Kızlar ve erkekler bir arada kalabiliyorsa sonunda kaybeden çoğu zaman kızlar oluyor. Yanındakinin terk etmesi halinde ya da bir başkasını kullanması halinde nasıl olayların yaşandığını biliyoruz.”
Maazallah ya erkek başkasını ‘kullanırsa’ ne olacak o kızların hali?
O nedenle Sayın Erdoğan şu tarihi cümleyi sarf etti: “Kişilerin müstakil özel evlerinde bir farklı kız, bir farklı genç ikisinin aynı evde kalması ne denli acaba uygun olabilir?”
Ne denli acaba?
Düşünün bir farklı kız, bir farklı genç hem de ikisi hem de müstakil özel evde hem de aynı evde hem de ‘kızlı-erkekli’ hem de muhafazakâr demokratken hepimiz hem de öyle hem de böyle.
Ceketlerini giydiler, kravatlarını taktılar, sabah aynaya kemal-i ciddiyetle baktılar.
Başbakanı, bakanı, danışmanı, valisi, kaymakamı, polisi, bürokratı, müşaviri, müsteşarı bir oldular.
Kaşlarını çattılar, durumdan vazife çıkardılar, zihinlerindeki geleceği inşa etmek için kolları sıvadılar.
Devlet babalar yoldan çıkmış çocuklara el attılar.
‘Ulus-devlet’in modası geçmişti. Hoş geldin aile-devlet.
Şimdi özgürlükler NOKTASINDA, öp babanın elini.

10