Gündem Hep ‘güven’ verdi

Hep ‘güven’ verdi

30.08.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Türkçe edebiyatın üretken ismi Vedat Türkali dün yaşamını yitirdi. Türkali’nin naaşı yarın Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecek

Hep ‘güven’ verdi

Kitaplarında ve senaryolarında insanların ikiyüzlülüğünü, yarım kalmışlığını, çelişkilerini ve yaşanmamışlıklarını politik bir bakış açısıyla, zaman zaman da bir aşk hikayesi ekseninde ele alan Türkçe edebiyatın en büyük isimlerinden Vedat Türkali dün sabah saat 06.00 sularında hayatını kaybetti. Türkali’nin cenazesi 1 Eylül’de Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na eşi Merih Hanım’ın yanına defnedilecek. Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görmüş genç bir yazarı merkeze aldığı son romanı ‘Bitti Bitti Bitmedi’yi bundan 2 yıl önce çıkaran Türkali bu kitabı yazmaktaki amacını “Tanıklık ettiğim, yaşadığım ve çok şey borçlu olduğum bu toplumun, roman çerçevesinde tanıtımının tamamlanması” sözleriyle tarif etmişti. Edebiyattan tiyatroya, sinemadan siyasete ve tarihe uzanan geniş bir yelpazede eserler veren Türkali, yaşamı boyunca 40’tan fazla senaryo, 4 tiyatro oyunu, 8 de roman yazdı ve 3 film çekti.

Haberin Devamı

Gazi Kitaplığı’nı keşfi

Abdülkadir Demirkıran adıyla 1919 yılında Samsun’un Kökçüoğlu Mahallesi’nde ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi Vedat Türkali. İlk ve orta öğretimini burada aldı. İlk edebiyat zevkini ortaokul öğretmeni şekillendirdi. Nâzım Hikmet’ten Necip Fazıl’a uzanan pek çok isimle onun sayesinde tanıştı. Siyasi fikirlerinin de şekil bulmaya başladığı bu yıllarda Kemalizmi savunuyordu. Samsun’daki Gazi Kitaplığı ise hayatının dönüm noktalarının ilk durağıydı. Burada yaptığı araştırmalar ve katıldığı sohbetler sonrasında komünist olmaya karar verdi. Liseyi Samsun Lisesi’nde okuyan Gazi Kütüphanesi’nin bu genç müdavimi, TKP’nin Samsun örgütüyle ilişkileri olan Sefer Aytekin ile de burada tanışacaktı. Aytekin, Vedat Türkali’nin siyasi düşünceleriyle ilgili ilk açıldığı kişi olması bakımından önemliydi.

Haberin Devamı

‘Merih’i görünce çarpıldım’

Lisede hem siyasete olan bakışı şekillendi hem de son sınıfta, İstanbul’dan gelen Merih Baykal ile tanışması hayatına yeni bir çentik attı. 72 yıl sürecek aşk yolculuklarının başladığı ilk günü şu sözlerle anlatacaktı: “Merih’i görür görmez, taşralı bir şair delikanlı olarak çarpılıverdim. Konuşmalarımız başlayınca daha da çarpıldım.”

Lise sonrasında, Milli Savunma Bakanlığı’nın açtığı sınavlara başvurmuş ve askeriye onu Türkoloji Bölümü’nde okutmuştu. Merih Baykal da İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü kazanarak İstanbul’a, bu kez sevdiği adamla birlikte dönüyordu. İki genç âşık, okudukları fakültede siyasi açıdan beklediğini bulamasa da üniversiteden sonra Türkali, Mihri Belli ile tanışacak ve bu ihtiyaçları belki de 60 yıllık dostlukları boyunca kapanacaktı.

Cezaevi dönemi

Merih Hanım ve Abdülkadir Demirkıran, mezun olunca evlenip ilk çocukları Deniz’i kucağına aldılar. O yıllarda Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapan Demirkıran’ın ikinci çocuğu Barış, 1951 yılında dünyaya geldi. Oğulları henüz 40 günlükken Demirkıran 1951 Tevkifatı’nda tutaklanacak, Merih Hanım da ‘komünistin karısı’ olduğu gerekçesiyle iş bulamayacaktı. Daha sonra Yapı Kredi Bankası’nun muhasebesinde çalışmaya başlayan Merih Hanım, 1953 yılında kocası gibi tutuklandı ve birkaç yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Vedat Türkali ise ancak 7 yıl sonra şartlı olarak serbest kaldı.

Haberin Devamı

Hep ‘güven’ verdi
Abdülkadir’den Vedat’a

Cezaevinden sonra Abdülkadir Demirkan yeni bir hayata adım attı. Rıfat Ilgaz ve Suavi adlı bir arkadaşıyla Babıali’de Gar Yayınları’nı kurdu. Fakat kısa süre sonra bu işten sıkıldı ve sinemaya adım attı. Yayıncılık yıllarından tanıdığı Yılmaz Güney ve Erol İnci aracılığıyla sinema dünyasına girdi.Bu süreçte adını da değiştirdi. Artık senaryo yazarken kullanacağı isim belliydi. O tarihten itibaren Abdülkadir Demirkan, sinema izleyicileri ve edebiyat okuru tarafından Vedat Türkali olarak bilinmeye başladı. Ancak gündelik yaşamında kullandığı soyadını da değiştirmek istedi. Ailesi Pirhasan Oğulları’ndan geldiği için Abdülkadir Pirhasan adını almak üzere mahkemeye başvurdu. Kızı Deniz, Türkali; oğlu Barış ise Pirhasan soyadlarını tercih etti. Eski arkadaşları ise ona Abdülkadir demeyi sürdürdü... Sinema camiasındaki adı ise “Hoca”ydı. Kendisi de bunu şöyle açıklamıştı: “Sinemaya girdiğimde hiçbir şeyi hazır bulmadım. Düşünsel bir birikim yoktu. Belki, benim hoca adım da oradan kondu. Sıradan bir edebiyat hocasıydım. Bayağı bilgili bir adam sayılmaya başladım.”

Haberin Devamı

Hep ‘güven’ verdi
Hasretin şiiri

1944 yaz tatilinin sonunda öğretmen olduğu Akşehir’e dönerken, eşi doğum yapmak için İstanbul’da kaldı. O günlerde, yıllar sonra Edip Akbayram’ın şarkı olarak söyleyeceği ‘İstanbul’ şiirini eşi Merih için yazdı: “Salkım salkım tan yelleri estiğinde / Mavi patiskaları yırtan gemilerinle / Uzaktan seni düşünürüm İstanbul / Binbir direkli Halic’inde akşam / Adalarında bahar / Süleymaniye’nde güneş / Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri / Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde / Bakışlarımda akşam karanlığın / Kulaklarımda sesin İstanbul / Ve uzaklardan / Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde / Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul (...)”

Haberin Devamı

‘Hocamız ustamızdı’

Semih Gümüş: “Ödünsüz duruşu yıpranmayacak bir örnek’

Vedat Türkali bizim için önce ‘Bir Gün Tek Başına’dır. Sıkı senaryolarını da biliyorduk ama ‘Bir Gün Tek Başına’, yayımlandığı dönemde büyük ilgi görmüştü. Sonradan yazdığı tanıklık romanlarıysa, bizde pek yazılmayan türden oldu. Siyasal tarihimizin ayrıksı bir kesitini, doğrudan tanıklıklarından yararlanarak yazması önemliydi. Hem düpedüz tarihsel bilgileri sağlam biçimde aktaran romanlar yazdı hem de bizde yazılmayan dünyaları eleştirel bir gözle irdeledi. Önemliydi. Vedat Türkali’nin gerçek bir entelektüel olarak kararlı, ödünsüz duruşu, özgürük ve sosyalizm ideallerine bağlılığıysa, hiçbir zaman yıpranmayacak bir örnek olarak önümüzde duracaktır.

Necmiye Alpay: ‘Doğru bildiği yolda gitti’

‘Bir Gün Tek Başına’ ve ‘Güven’ romanları beni çok etkilemiş romanlarıdır. ‘Bir Gün Tek’ başına romanı da onun biraz yaşam öyküsü gibidir. Tabii ki Vedat Türkali’ye çok hayranım çünkü ömrü boyunca doğru bildiği yoldan gitmiş bir insandır.

Menderes Samancılar: ‘Bir abide olarak kalacak’

Bu ülkenin devrim mücadelesinin en önde gelen liderlerinden biriydi. Onun ölümü umutsuzluk olmayacak bizim için. O da öyle isterdi. En büyük özlemi barış, kardeşlik, sevgiydi. “Barış gelmezse huzur gelmez” derdi. Vedat Türkali’yi 20 yaşımdan beri tanıyorum. Hocamız, ustamızdı. Yüreği sadece devrim için ve halkıyla atan dev bir insandı. O dev bizim yüreğimizde, kültür dünyamızda her zaman bir abide olarak kalacaktır.

Dilan Özdemir

Kılıçdaroğlu’ndan mesaj

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Twitter hesabından, Türkali’nin vefatına ilişkin olarak “Hayatı özgürlük, barış ve eşitliğin peşinde geçti, bize onlarca değerli eser bıraktı” ifadesini kullandı.

56 yaşında gelen ilk roman

Vedat Türkali’nin sinemadaki deneyimin ardından birikimlerini kitap olarak basma vakti de gelmişti. 1974’te, 56 yaşındayken ilk romanı ‘Bir Gün Tek Başına’yı yazdı. Onu edebiyat tarihinin en önemli ustalarından biri yapacak romanlarından ilki olan ‘Bir Gün Tek Başına’, yarım yüzyıllık bir yaşantının acısı, mutluluğu ve kavgasıyla ortaya çıkmıştı. Yayımlandığı yıl Milliyet Yayınları Ödülü’ne ve sonra da Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görüldü. Bu kitaptan 9 yıl sonra ikinci romanı ‘Mavi Karanlık’ yayımlandı. 1980 darbesi öncesinde henüz turizme açılmamaış bir sahil kasabası olan Bodrum’daki aydın kesimle halk arasındaki ilişkiyi anlatan romanı 1986’daki basılan ‘Yeşilçam Dedikleri Türkiye’ takip etti. 1960’lardan 1980 darbesine kadar uzanan bir roman zamanı içinde Türkiye sinemasının tarihini anlatıyordu yazar. 1990’da yayımlanan ‘Tek Kişilik Ölüm’de ise Türkali, ‘Bir Gün Tek Başına’ ve ‘Yeşilçam Dedikleri Türkiye’de olduğu gibi TKP tarihinden’satır aralarında’ söz ediyordu.

1999 yılında yayımladığı ‘Güven’, bir başyapıt olarak ortaya çıktı. 1944’te fikir olarak doğan ama 55 yıl sonra, 1999’da yayımlanan ‘Güven’, 2. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’deki siyasal eğilimlerin savaşa karşı tutumlarını, karanlık devlet kurumlarıyla ticaret burjuvazisinin bağlantılarını, TKP’nin bu dönemdeki durumunu ve 1944 tutuklamalarını konu ediniyordu. ‘Güven’den 5 yıl sonra çıkardığı ‘Kayıp Romanlar’da, artık 80’ine yaklaşmış ve hayatının önemli bir bölümünü sürgün olarak yurtdışında geçirmek zorunda kalmış bir TKP’linin; yasal sorunları aşıp yeni bin yılın başında Türkiye’ye dönüşünü ve eski hatıralarıyla karşılaştığı Türkiye arasındaki gerilimleri anlatıyordu. 2009’da bastığı ‘Yalancı Tanıklar Kahvesi’ ise okuru 1970’lere götürüyordu. Kitap Türkiye’de sol çabanın ve mücadelenin neden köylü ve işçi tabanında yayılamadığını tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyordu.

95. yaşında denk gelen 8. romanı ‘Bitti Bitti Bitmedi’de hayata olan bakışını, “Tüm dünya insanlar için bir gömütlüktür aslında. Yaşamı sürdürmekle yükümlüyüz biz,” sözleriyle özetleyen Türkali, siyasi duruşuyla da edebiyatıyla da güvenin sembolüydü.