Kariyer ‘Babam hayatı bizim için hiç kolaylaştırmadı’

‘Babam hayatı bizim için hiç kolaylaştırmadı’

21.07.2008 - 00:28 | Son Güncellenme:

Ahu Büyükkuşoğlu Serter, Türkiye’nin en büyük sanat koleksiyonerlerinden Yunus Büyükkuşoğlu’nun kızı. İşini, ‘hiperkatif’ hallerini, sanatı işe nasıl dönüştürdüğünü anlatırken, o sakin ve güven veren ses tonuyla “Babam hayatımızı hiç kolaylaştırmadı ama istediklerimizin önünde de durmadı. Bu tarzı çok işime yaradı” diyor

‘Babam hayatı bizim için hiç kolaylaştırmadı’

Finans okumak ve ailenizin esas işi olan otomotiv sektöründe kalmak sizin tercihiniz miydi?
Evet, bu yüzden aile şirketlerinde yönetim, niş pazarlar ve girişimcilikle ilgili ders veriyorum. Bizim şirketin vaka çalışması bile var, onu yurtdışındaki üniversitelere de sunduk. Üniversitelerde çocuklara iş seçimi yaparken nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlatıyorum. Ben doğru kararı almak için bütün o süreçlerden geçtim. Gerçekten iyi olduğum için mi, yoksa patronun çocuğu olduğum için mi işe alındığımı anlamak istedim.

Haberin Devamı

Hangisi doğruydu?
Birincisi. İşte tam da bu yüzden başka bir yerde çalışmak gerekiyor. O zaman kim ne derse desin ne olduğunuzu görüyorsunuz. Buradaki okulu bitirdikten sonra Amerika’da yatırım yönetimi üzerine master yaparken ‘broker’ olarak çalışıyordum, yani tanımadığım insanlara hisse senedi satıyordum, başka kademelerde de çalıştım. Babam “Gel artık” deyince Türkiye’ye döndüm. Kriz dönemiydi ve biz o dönemi yatırım yaparak geçirdik. 2002’den 2008’e kadar şirketimiz 10 kat büyüdü. Benim uzmanlık alanım iş geliştirme aslında, işin fotoğrafını çekip, daha fazla nasıl geliştirebileceğimi düşünmekten hoşlanıyorum.

Bu enerjik ve yerinde duramayan haliniz kime benziyor, annenize mi, babanıza mı?
Her ikisine de. Annem diş doktoru ama yirmi yıl önce eski köşk renovasyonları gibi farklı bir alana geçti. Daha sonra dekorasyon ve tasarım da yapmaya başladı. Torba’da açılan sanat otelinin mimari tasarımı da ona ait, hatta yeni açılan sanat köyünü de o yaptı.

Haberin Devamı

Babanız Yunus Büyükkuşoğlu, Türkiye’nin en büyük koleksiyonerlerinden biri. Sanat zevkinizi geliştirirken ondan mı etkilendiniz?
Aslında daha çok annemden. Kimsenin evinde tablo yokken o bu işlere ilgi duyardı ve bizleri de sanatla ilgilenmeye o teşvik etti, babam daha sonra ilgi duydu. Babam yirmi yıldır çarşamba günleri çalışmaz, galerileri ve sanat atölyelerini dolaşır. Gerçekten o bu işe çok zaman ayırdı.

Daha sonra bu tutkunuz işe nasıl dönüştü?
Ben daha çok insanla paylaşılması gerektiğini düşündüm. Öyle büyük bir birikim var ki... Sanat hayatımızı değiştirdi!

Sizi anlamak için soruyorum. Genellikle iş dünyası, sanat ve disiplin yan yana çok iyi durmaz.
Evet zaten ben sanatçı değilim, maalesef sanata karşı yeteneğim yok, sadece izleyiciyim.

Casa Dell’Arte nasıl doğdu?
Babamların Torba’daki evi aslında emeklilik projesi olarak hazırlanmıştı ve yandaki boş araziye de koleksiyonu saklamak için özel bir yer yapacaktık. Ben aileme “Bunu sadece ev olarak kullanırsanız çok yazık olur” dedim ve işe 12 odalı bir otel olarak başladık. Casa Dell’Arte, Travellers dergisinde, dünyanın en iyi 30 otelinden birisi seçildi. Bu arada ben sanatın her iş üzerinde yarattığı muhteşem gücü gördüm. Sanatla ulaşabileceğiniz insanlar o kadar farklı ki...

Haberin Devamı

Anladığım kadarıyla otelde kalanlar da resim satın almak istedi.
Evet, bir süre sonra “Bu resimleri satmıyor musunuz?” demeye başladılar. Kendi koleksiyonumuz olduğu için satmıyoruz aslında. Bunun üzerine bir sanat yönetim şirketi kurmak istedik ve bu iş için Mısır Apartmanı’nda ilk galerimizi açtık. Türkiye’deki koleksiyonerler genellikle Türk sanatçıları topluyor. Bu işteki ortağımız Mois Bey’in ise çok değerli ve farklı bir koleksiyonu var. Tesadüf o da otomotiv sektöründen, bizim otele tatile geldiğinde tanıştık.

Ne yapıyorsunuz tam olarak?
17 sanatçıyla anlaştık. Türkiye’de şu ana kadar hiç yapılmamış bir şey yapıyoruz. Sanatçılarımızın belli oranlarda gelirleri ve fuarlara gitme hakları var. Sergi projelerini de hazırlıyoruz. Üzerlerinde baskı yok, böylece sanatlarının değerini koruyabiliyorlar. Türkiye’de ve dünyada iyi yerlere gelmeleri için uğraşıyoruz.

Haberin Devamı

‘Babam hayatı bizim için hiç kolaylaştırmadı’

Torba’daki sanat oteli

Sadece sanat sevdiğiniz için şirket kurmuş olamazsınız. Bu oluşumla ilgili nasıl bir beklentiniz var? 
Herkes bir resmi alıp satabilir. Biz galeriyi daha yeni açtık, sanatın çıtasını yükseltmek istiyoruz. Açıkcası bu şirket, bizim çok kısa vadede kâr beklediğimiz bir proje değil. Minimum 5 senelik bir sürece dayanmamız lazım. Önce kurumları, sanatı iyi kullanıp kendi imajlarını ve marka değerlerini yükseltebileceklerine ikna etmek istiyoruz. Bunun için bir çatı oluşturmak gerekiyor. Casa Dell’Arte, Türkiye’nin sanat markası olacak. Bunun içinde otel, yeme içme, sanat yönetimi, sanat seyahatleri, sanat kiralama gibi başka açılımlar yer alacak. Dolayısıyla böyle bir oluşumu başkalarının da destekleyeceğini umuyoruz.

Oteldeki resimleri görmek isteyenler için tur düzenliyormuşsunuz.
Evet, rezidans tarafında ailenin koleksiyonu vardı. Oteli merak edenler denizden ve karadan gün boyunca geliyorlar. Çok memnun olduk tabii ama bir süre sonra bu işle baş edememeye başladık. Bu sebeple o turları saat 17:00 ile 19:00 arasında yapıyoruz artık.

Haberin Devamı

Sanat köyü fikri nasıl doğdu?
Bu butik otelin iki dezavantajı vardı, çocuk kabul edemiyorduk ve eserleri satın almak istiyorlardı. Bir de oraya gelip sanatla uğraşmak isteyenler vardı. Yan tarafa yaptığımız yeni otelde seramik ve resim atölyesi kurduk. Odalarda bizim şirketle çalışan ressamların orijinal tabloları var.

Otel için Botero’nun önemli bir resmini getirdiniz. İlgi nasıldı?
Çok iyi. Yurtdışındaki sanatın da Türkiye’ye girmesi lazım. Biz en iyisiyle başlamak istedik. Botero’nun ‘Yatakodası’ tabolosunu getirip, sanat severlere “Şişman Kadın, sizi bodruma çağırıyor” dedik. O yaşayan en önemli ressamlardan biri. Bu tabloyu birkaç hafta evvel sergilemeye başladık ve hakikaten çok ilgi gördü. İstanbul’da da sergilemek isteyenler var, bu da bize sanat kiralama projesinin yolunu açtı.

O nedir?
Dünyada bile çok sayılı bir uygulama bu. Kurumların genellikle kendi sanat danışmanları ve koleksiyonları var ama çok masraflı bir departman bu. Biz kurumlara diledikleri takdirde istedikleri tabloları kiralayabilecekleri farklı bir hizmet sunacağız. Şirketlerde sanatın yeterince yer almaması ciddi bir eksiklik bence. Ben buna ‘boş duvar sendromu’ diyorum. Göz ve bilinç alışırsa devamı gelir mutlaka diye umuyorum. 

İşin sigorta kısmını nasıl halledeceksiniz?
Botero’nun resmi 1 milyon euro, o tecrübeyle ciddi bir alıştırma yaptık. Sanat sigortası bilinmeyen bir şey ama epey aşama kaydettik. Önce kendi koleksiyonumuzdan resimlerle başlayacağız. Çünkü bu bir risk ve biz buna açığız. Biz başarırsak başkaları da buna cesaret edebilir.  

2010’daki ‘kültür başkenti’ projesi için de planlarınız var sanırım. 
Evet, 2010’da Haliç’te hayata geçecek bir proje daha var. Eski bir Tekel deposunu yaşayan alternatif bir sanat mekânı yapmak istiyoruz. Sergiler, etkinlikler, galeriler ve insanların vakit geçirebilecekleri mekânlar olacak. Amaç müze gibi mekânı gezip bitirmek değil, her an yaşayan bir sanat alanı olsun istiyoruz.

Peki, bunları kaç kişilik bir ekiple yapmayı planlıyorsunuz. Üstelik sanat yönetimi pek bilinen bir konu değil.
Biz çok genç bir kadroyla çalışıyoruz. En iyi onlar adapte oluyor. Sanat seven ama aynı zamanda çağın hızına ayak uydurabilen, iş geliştirme temposuna uygun insanlarla çalışmak istiyoruz.

‘Babam hayatı bizim için hiç kolaylaştırmadı’

Ahu Büyükkuşoğlu Serter çocuklarıyla

‘Bu kadar hiperaktif bir kadını taşıyabilmek zor’
Bu kadar iş arasında, esas işiniz olan otomotive ne kadar vakit ayırıyorsunuz?
Otomotivde mutfak kısmını hazırlayıp seri üretime geçtikten sonra yönetim kuruluna çıkıyorum. Mesela, şimdi Hindistan’da iki yeni fabrika kuruyoruz. Kuruluş aşamasından sonra işim bitiyor sadece arada ziyaret ediyorum.

Nasıl bir yöneticisiniz?
Çok çalışan, çalışanlardan sorumluluk sahibi olmalarını bekleyen ve ekibe güvenen biriyim. Onların işine fazla karışmam ama sert yanlarım vardır. Hayat kolay değil, herkesin bunu bilmesi gerekir.

Kendinize ne kadar vakit ayırıyorsunuz, iki tane çocuğunuz var. 
Fabrikasının tam kapasite çalışmasını isteyen yöneticiler gibi kullanıyorum hayatı. İstediğim her şeyi yaptığımı düşünüyorum, motosiklete binip yolculuklara da çıkıyorum, eğlenmeye de vakit ayırıyorum. Çok planlı olmak da sıkıcı olabiliyor ama benimki gibi bir hayatı iyi planlamak lazım.

Eşiniz nasıl karşılıyor bu temponuzu?
Eşim çok evcimen, zaten beraber çalışıyoruz. Yoksa bu kadar hiperaktif bir kadını taşıyabilmek çok zor. Bazı insanlar ancak ruhunu özgür bıraktığınızda mutlu olabilir, aksi takdirde benim gibi karakterler zorlanır. Eşimle bunun dengesini çok iyi kurduk.  

Aslında fazlasıyla sakin görünüyorsunuz, çocuklarınızla birlikteyken de böyle misiniz?
Çocuklara da çok müdahale etmem, hayatın zorluğunu görmelerinde fayda var. Mesela büyük olanı otelde günde altı saat çalışacak, parayı hak etmenin ne olduğunu öğrenecek. O konularda biraz sertim çünkü babamız bize öyle öğretti.

Geleneksel ‘patron kızı’ formatına pek uymuyorsunuz.
Babam hayatı bizim için hiç kolaylaştırmadı ama istediklerimizin önünde de durmadı. Gençken bu tavır insanı zorlayabiliyor ama sonradan kendinizi o kadar güçlü hissediyorsunuz ki. Mesela babam Amerika’ya gitmemi istememişti. “Karşı çıkmıyorum ama sana maddi olarak yardımcı olamam” dedi. Tüm öğrencilik hayatım boyunca ve sonrasında çalışarak para kazandım. Şu anda beni dünyanın neresine gönderirseniz gönderin, hiçbir koşulda sorun yaşamam, hayatta kalabilirim.