Kariyer "Sınırlarını Zorlamadan, Sınırlarını Aşamazsın"

"Sınırlarını Zorlamadan, Sınırlarını Aşamazsın"

16.01.2018 - 17:47 | Son Güncellenme:

Çiğdem Çekceoğlu, Eren Holding Yönetim Kurulu Üyesi. Kendisiyle, kariyerindeki motivasyonu, kadın-erkek eşitsizliği konusu ve yönetim felsefesi üzerine çok güzel, müthiş ilham verici ve ağızda tat bırakır cinsten bir röportaj yaptık.

Sınırlarını Zorlamadan, Sınırlarını Aşamazsın

Çiğdem Çekceoğlu, Eren Holding Yönetim Kurulu Üyesi. Kendisiyle, kariyerindeki motivasyonu, kadın-erkek eşitsizliği konusu ve yönetim felsefesi üzerine çok güzel, müthiş ilham verici ve ağızda tat bırakır cinsten bir röportaj yaptık.
Çiğdem Çekceoğlu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni birincilikle bitirdikten sonra TEV bursuyla İngiltere’de master yaptı. Ülkeye döndükten sonra, Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu’na girdi. Kurul’da Hesap Uzmanı olarak, bir dönem de Vergi Konseyi’nde çalıştıktan sonra Eren Holding’e geçti ve 10 yıldır da Eren Holding’de.

Röportaj: Esra Kemer - Cvcheckup

Kariyer basamaklarını sanki koşar adımlarla çıkmışsınız ve pek çok kadın için zor ulaşılabilecek pozisyonlar. Tüm bu başarının altında yatan motivasyon neydi? Rol modelleriniz kimlerdi?

Koşar adım değil; ben hiç öyle hissetmedim ama ne yapıyorsam ona coşku duymak ve bir sonraki adım için heyecanı hep canlı tutmak diyebilirim. Ne yaparsanız, aşkla yapmak lazım; bu çok önemlidir. Yaptığı her şeyi önemsemeli insan, ancak böyle güzel işler çıkartabilirsiniz. Yani yaptığı işi ciddiye alma halini alışkanlık yapmalı. Çoğu zaman self-motive bir insan olmuşumdur, dışarıdan bir motivasyona çok ihtiyaç duymam. Sonuç odaklı olmak ve bir şeyleri başarmak isteği çok baskın bir karakter özelliğidir bende. Ben çözüme ve sonuca odaklı biri olarak hep ileriye baktım. Sanırım bu benim motivasyonum. Sorun ve zorluklara hiçbir zaman takılı kaldığımı bilmem. “Çözüm yoksa sorun yoktur.” Yani bir sorun mu var, çözümü varsa çöz; çözümsüzse o artık sorun değildir bir durumdur, sevgiyle kabullen ve ona göre pozisyon al. Engel atlayan koşucular ileriye bakar, engele değil. Engele bakarsa takılır, düşer, yara alır ve ilerleyemez.

Rol modeline gelince, tabii pek çok kişiden feyz almışımdır. Herkesten öğrenilecek şeyler olduğunu düşünürüm. Ama temel rol modelim daima Atatürk olmuştur. Şartlar ne kadar zor olursa olsun yılmayışı, inandığı doğruları için, hiçbir telkinin etkisinde kalmayarak, cesaretle ve şüpheye düşmeden devam etmesini sağlayan kararlılığı beni hep çok etkilemiştir. Onun yaşadığı zorlukları hatırlamak, karşılaştığım zorlukların gözümde ufacık kalmasını sağlamak gibi müthiş bir etki yaratır bende. Sorunlar ufalınca siz büyürsünüz ve tahmin ettiğinizden daha kolay çözüm yolları görünür olur.
Rol model deyince, annem ve babamı da söylemeden geçemeyeceğim. Çocukluğum annemin hep çok yoğun çalıştığına şahit olarak geçti; çalışan, disiplinli, kuralcı ve ailede sözü geçen biridir. Sanırım bende etkileri çok büyük. Babam ise her zaman kendi ayaklarımın üzerinde durabileceğim ve kendi başıma var olabileceğim konusunda bana hep telkinde bulunmuştur. Baskıcı değil özgürlükçü bir ortamda büyüme fırsatı veren bir babaya sahip olmak kişilik ve kariyer yolunda benim için bir şanstı.

Anna Kingsford’un fikirleri, mücadelesi ve yaşam öyküsünün de, düşünsel dünyamdaki etkileri çok büyüktür.

Sınırlarını Zorlamadan, Sınırlarını Aşamazsın
Hesap uzmanı olarak Ankara’da 8 yıllık bir çalışma sürecinden sonra İstanbul’da özel sektöre geçtiniz. Hem iş, hem sektör hem de şehir değiştirdiniz. Genç yaşta bu değişim sürecini nasıl yönettiniz?

Cesur bir karardı kesinlikle. O dönemde bürokraside de pek çok kapı aralanmıştı; ben özel sektörde var olmayı seçtim. Hayatta değişime açık olmak gerekiyor, bu bazen korkutsa da eminseniz yürümelisiniz; ilerlemenin başka yolu yok. İnsanlık tarihine baktığınızda, insanlar savaşmış, göç etmiş, kültürel-dini-ekonomik pek çok değişim yaşamış ve halen de ivmesi artar bir biçimde yaşamaya devam etmekte. Makro düzlemde hep var olan ve var olacak değişim, mikro düzlemde hepimizin hayatında olacak; biz de bireyler olarak böyle bir değişim içindeyiz. Değişimin hayatın doğal akışında olduğunu anlayınca, ona rağmen değil onunla birlikte hareket etmenin gerekliliğini fark ediyorsunuz. Bu fırsatları görmenizi sağlıyor, ihtiyaç duyduğunuz çağrıları kaçırmıyorsunuz. Değişimi, insanı dönüştürüp ileriye götürebilen bir süreç olarak konumlandırıyorsunuz. Sanırım bu farkındalık değişimi yönetmekte benim en önemli zırhımdı. Her şey fark etmekle başlıyor yani.

Hesap Uzmanları Kurulu gibi kadınların pek de yer almadığı bir Kurul’da çalıştınız. 10 yıldır perakende sektöründe üst yönetim seviyesindesiniz ve bir süre önce de Eren Holding’de Yönetim Kurulu üyesi oldunuz. Kariyerinizde ilerlerken kadın olmaktan ötürü engellerle karşılaştınız mı? Karşılaştıysanız bu engelleri nasıl aştınız?

İş hayatında; kadın-erkek herkes hangi kademede olursa olsun; zorluklarla karşılaşabilir. Bu bence olağan bir şey. Bunun dışında, kadın olduğum için iş hayatında engellerle karşılaşmadım; bir tek istisnayla. O da Maliye Bakanlığı Maliye Teftiş Kurulu sınavında verdiğim neredeyse yüzlük kağıda rağmen, Teftiş Kurulu’na alınmayışımdır. Bu hayatımdaki enteresan bir hikayedir. Aynı yıl hem Hesap Uzmanlığı hem de Maliye Teftiş Kurulu sınavına girmiştim; esasen Hesap Uzmanları Kurulu’na girmekti hedefim.

Maliye Teftiş Kurulu sınavı için “Boşuna Teftiş sınavına girme, kadınları almıyorlar.” dediler. Ben almayacaklarını bile bile meydan okurcasına sınava girdim ve Hesap Uzmanları Kurulu’nun sınavındaki sınav kağıdından çok daha iyi bir sınav kağıdı vermeme rağmen Teftiş Kurulu’na alınmamıştım. Amacım almayacaklarsa bile, neyi kaybettiklerini göstermekti, cinsiyete dayalı böyle bir kuralın yanlışlığına kafa tutmaktı kendi çapımda.

Kurallarını yıkmak, en azından sorgulatmak için, bir kadının ne kadar inatçı ve ne kadar başarılı olabileceğini göstermek için bundan daha iyi bir yol olamazdı. Maliye Teftiş Kurulu’nun sonradan bu konuyu çok tartıştığını biliyorum. Bu duruş benim için önemliydi, tüm kadınlara ders olmalı. Camdan duvarlar-tavanlar olabilir; bunu kabul etmeyip dik durmaksa sizin tercihiniz. Sonunda ulaşamayacak olsa da, insan, inandığı doğrular için vereceği mücadeleden elde edeceği özgüveni başka hiçbir şeyden elde edemez. İbrahim Peygamber ateşe atıldığında ona su taşıyan karınca misali, hayatta duruşun çok önemli olduğunu bilerek yaşamalı insan.

İş ve sosyal hayatta kadın erkek eşitliği hakkındaki düşünceleriniz neler? Bir kadın lider olarak iş hayatında kadınlar için pozitif ayrımcılık için neler düşünüyorsunuz?

Toplumdaki kadın-erkek eşitsizliği çok mühim bir mesele. Daha derin bir toplumsal meselenin sadece görünen bir kısmı aslında. Kadın ve erkeğin fırsat eşitliğine sahip olamaması ve haklardan eşit yararlanamaması insan hakları ihlali ve toplumsal adaletsizlerin en büyüğüdür. Toplumun herhangi bir halkasında adaletsizlik varsa, adaletsizlik o toplumun başkaca noktalarına da bir şekilde sirayet eder. Kodlama bozulmuştur çünkü. Ben bu konuya feminist bir bakış açısıyla kesinlikle yaklaşmıyorum, tamamen eşitlikçi ve bütünlükçü açıdan bakıyorum konuya. Pozitif ayrımcılığa da, ayrımcılık değil ama eşitliğe ulaşıncaya kadar gereken bir toplumsal ayarlama olarak bakıyorum. Kadın-erkek eşitsizliği gibi meseleleri aşmış toplumlarda, pozitif ayrımcılığı doğru bulmam. Toplumda bireylere kadın erkek diye bakarak ayrıştırmak, fırsat eşitliğinin sağlanmaması bir toplumun en değerli kaynağı olan insan kaynakların heba edilmesidir.

Ülkemizde kadının istihdama katılımı yüzde 33; OECD ülkeleri arasında en düşük seviyedeki ülkelerden biri. Bu oran üst yönetimlere doğru çıktıkça daha da düşüyor. İş hayatında kadınların bir şekilde engelleniyor olmasının bunda ne kadar etkisi var bilemiyorum ancak kadına toplumsal olarak yüklenen görevlerin ve bunu dengeleyecek bazı mekanizmaların eksikliğinin de kadını iş hayatından uzaklaştırdığını düşünüyorum. Örneğin kadın erkek girişimcilerin kurdukları şirketleri kapatmaları ve arkasındaki sebepler ile ilgili yapılan bazı araştırmalar var. Kadınların daha fazla şirket kapattıklarını ancak bunun ticari başarısızlıktan değil kişisel ve ailevi sebeplerden dolayı olduğunu gösteriyor bu çalışmalar. Yani toplumun yüklediği görevler. Buna çözüm üretmeliyiz çünkü kadın da erkek de toplumun aynı ölçüde değerli parçası ve aslında birbirlerinin ortağıdır. Biri geride kalırsa, öteki de tam olamaz. Kadının katılımı eksikse, toplum da geride kalıyor demektir.

Ayrıştırmak her alanda toplumu fakirleştirir. Kadınların iş dünyasında, siyasette ve sivil toplumda yer alması ve liderlik pozisyonlarında yer alması dişil enerjinin dönüştürücü ve yaratıcı doğası itibariyle toplumsal gelişim, verimlilik ve ekonomik büyüme için zorunluluktur. Bu noktada, zihniyet ve kültürel bir dönüşüme ihtiyacımız var. Kadınlar, bu zihniyet değişimini kendilerinin tetiklemek zorunda olduğunu bilmeliler. Bunu sırf kendileri için değil, topluma karşı sorumlulukları olduğu için de yapmalılar. Bu yola kadınlar kendileri başlamalılar; kadınların toplumdaki yerleriyle ilgili kurallar ve toplumda özgürlüklerine engel önyargıları unutmak ve unutturmakla başlamalılar. Yani bu dönüşümde kadınlara büyük rol düşüyor. Örneğin, bazı pozisyonlarda çok az kadın var; bu, kadınlar bu pozisyonlardan engellendikleri için değil, ama toplumsal kodlama gereği kadınların talip olmamasından kaynaklanıyor.

Kadınlar önce zihinlerinde özgürleşmeliler. Tersini düşünmek sadece toplumsal kodlamadır ve isterseniz pekala kendi kodlarınızı yaratıp doğru bir dizaynla hayatınızı değiştirebilirsiniz. Kız çocuklarının başarabileceklerine dair özgüvenle yetiştirilmesi çok önemli, burada sadece annelere değil babalara da büyük rol düşüyor.

Ülkemizdeki insan kaynağı ve gençlerle ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Muazzam bir insan kaynağımız var. Genç ve dinamik. İyi bir eğitim sistemi kurduğumuz taktirde ülkenin nerelere gidebileceğini inanın hayal dahi edemeyiz. Tarihe baktığınızda, ülkelerin, ancak önemli kişiliklerle beraber yükselebildiğini görürsünüz. Buradan hareketle, düşünen, sorgulayan, eleştiren, yaratıcı çözümler geliştirebilen bireyler yetiştirecek bilim odaklı bir eğitim sistemi şart; her şeyi buna göre dizayn etmeliyiz. Zira, kalıcı ekonomik büyümenin temel yapı taşı katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretmek, bunun temelinde inovasyon var. Uluslararası arenada rekabetçi olabilmenin temel şartı bu. Şu an müthiş bir değimden geçiyor dünya; dijital bir devrimin içerisindeyiz. Teknolojik gelişmelerdeki müthiş ivme, sanayide 4.0 evrimi, robotik teknolojiler, yapay zeka, nesnelerin interneti, blockchain teknolojileri; şu an konuşulanlardan sadece bazıları.

Şu an bambaşka bir gelecek tasarımına hazırlık aslında tüm bu gelişmeler. Geleceği bunlar şekillendirecek ve bu dalganın daha çok başındayız. Tüm bunlar olurken ve dünyayla rekabet halindeyken, dijital teknolojileri çok iyi anlayan, kavrayan ve daha da önemlisi bu teknolojileri geliştirecek bir nesle ihtiyacımız var. Sağlam bir eğitim sistemi olmadan bu amaca ulaşmak mümkün değil. PİSA araştırmalarında ülke olarak çok alt sıralardayız. Bunu çok ciddi dert etmeliyiz, bireylerin topluma etkin şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasını sağlamak için eğitim sisteminde mükemmelliği hedeflemeliyiz. Çok daha iddialı bir şey söyleyeyim; bu artık yeni çağda bir ulusal güvenlik meselesidir. Ben bunun temel öncelik olması gerektiğini düşünüyorum. Benzer şekilde de şirketlerin Yönetim Kurulları’nda, insan kaynakları politikalarının gündemde daha üst sıralarda olması gerektiği kanaatindeyim.

Yönetim felsefeniz nedir?

Başarı tesadüf değildir; doğru ekipler ve doğru kararlarla gelir. Bir şirketin en önemli varlığı, sahip olduğu insan kaynağıdır. Öncelikle bunun farkına varmalıyız. Yöneticiler, yöneticiliğin tek kişilik bir tiyatro olmadığını tam tersine birbirinden farklı seslerin olduğu bir orkestrayı yönetmek olduğunun; bunun da müthiş bir disiplin gerektirdiğinin; bilincinde olmalılar. Ekip olabilmek de temelde güvene ve açık iletişime dayalı ilişkiler kurmakla mümkün. Bu da açık ve şeffaf bir kültür ortamını zorunlu kılar. Yöneticinin, insanların işlerine heyecan duymalarını sağlaması, onları yetkilendirmesi ve yönlendirmesi, işlerini yaparken gerekli kaynakları sağlaması şart. Tabii ki bir yönetici, ekibinin ne yaptığına dair detayları dinlemek için zaman ayırdığından da emin olmalıdır. Bu şekilde aidiyet hissi doğuyor. Hiçbir şey, aidiyet hissinden daha kuvvetli değildir.

Aidiyet duygusu yarattığınız ekiplerin hedefe çok daha kitlendiklerini görürsünüz, çünkü sahiplenirler işlerini. Aidiyeti yüksek olan kişilerin, şirkette çok daha uzun yıllar çalışıyor olması da tesadüf olabilir mi? Dolayısıyla liderler çalışanların nasıl düşündüğü ve çalıştığına odaklanmakla kalmamalı, duygularını da önemsemeli. Çalıştıkları ekip arkadaşlarının yeteneklerini, motivasyon kaynaklarını bilmeli, onları tanımalı. Onlardan iyi iş beklerken, iyi bir iş atmosferi de sağlayabilmeli.

Yönetim bir yandan da karar alma sanatı. Sayısal, analitik çalışmalar kadar sezgisel zekanın karar mekanizmalarında çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani rasyonel karar verme ile sezgisel karar verme birbiriyle çelişen değil destekleyen olarak kullanılmalılar. Einstein’ın bir sözü var, bana müthiş feyz verir “Sezgisel akıl kutsal bir hediye iken rasyonel akıl sadık bir hizmetçidir. Öyle bir toplum yarattık ki, o toplum hediyeyi unuttu ve sadece hizmetçiyi onurlandırıyor.”

Ve şunu hep hatırlamalı “Sınırlarını zorlamadan sınırlarını aşamazsın.” Bunu çok kullanırım, ekipleri ve zaman zaman da kendimi motive etmede büyük enerjiye sahip olduğunu düşündüğüm kelimeler bunlar. Ama önce tabii siz bu mottolara uygun hareket ederek ekibinize rol model olmalısınız.

Yönetici adaylarına ne gibi öğütleriniz olur?

Öğrenmeye çok hevesli olmalılar ve dünyayı çok yakından takip etmeliler. Bu tabii ki öncelikle bulundukları sektör ve iş kolunda ve rekabet ettiği piyasalarda derin bilgi ve uzmanlığa sahip olmak için gerekli. Ayrıca araştırmalar, uzmanlığı ve teknik becerileri yüksek olan yöneticilerin, ekiplerinin iş memnuniyeti üzerinde de olumlu etkisini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Ancak, öğrenmeyi sadece yaptıkları iş ve çalıştıkları sektörle sınırlı tutmamalılar. Çünkü artık hayat eskisine kıyasla hiç olmadığı kadar entegre, dünya küresel bir pazar ve her şey birbirleriyle müthiş bir etkileşimde.

Ülke ve uluslararası platformda sosyal, ekonomik ve siyasi gündemde neler olduğundan, rakip şirketlerin adımlarına kadar her şeyi takip etmek şart. Yeni şeyler öğrendikçe insanın zihninde yeni pencereler açılır ve yaratıcı çözümler geliştirme becerisi artar. Yaratıcı çözümler bulabilme, iş hayatında insan ilişkilerinden, operasyonel yetkinliklere kadar pek çok noktada ihtiyaç duyacağımız bir can simididir. Sanatla da bir şekilde uğraşmayı ya da takip etmeyi bu açıdan çok önemsiyorum. İnsan zihinsel ve düşsel dünyasını da geliştirmeli ve beslemelidir.

Ve tabii diğer bir konu; yöneticiler sadece şirketi yönetme ve devamını sağlamak olarak bakmamalılar varlık sebeplerine, esas görevleri aslında çağı ve geleceği okuyarak şirketi geleceğe hazırlamaktır. Çünkü değişim hayatın bir parçası. Örneğin biraz önce ifade ettiğim gibi teknolojik gelişmelerin odağında dijital bir devrimin içerisindeyiz ve çok başındayız. Bu devrim, her yöneticinin ve hatta yönetim kurullarının ajandasında olması gereken bir konudur. Çünkü bu dönüşümle, teknoloji, ürün ve hizmetin özüne nüfus edecek, tüm değer zincirinde bir dönüşüm başlayacak ve yeni iş modelleri ortaya çıkacak ki tüm bunların sonucunda rekabet çok daha zorlaşacak. Şirketler sektör sınırlarını aşarak birbirine her zamankinden daha çok bağlı olacak.

Değişimden konu açılmışken, iklim değişikliği ve bunun ekonomi ve toplumların kültüründe yaratacağı değişimi, nüfus içerisinde ve dolayısıyla işgücündeki Y ve Z kuşağı gibi daha pek çok konuyu da çok yakından takip etmek zorunda olduğumuzu belirtmeliyim. Bu konular hem özel sektördeki firmaları hem de devletleri yakından ilgilendiren bir konu olarak yakın gelecekte çok daha fazla karşımıza çıkacak. Kısaca, ekonomik, sosyal, kültürel ve demografik olarak çok daha komplike bir dünya var artık, iş ortamı çok daha dinamik ve piyasalar artık daha az öngörülebilir. Dünya, kendini hızlıca yenileyebilenlerin dünyası olacak. Bu perspektiften, yöneticiler kısa vadeli operasyonel, orta vadeli taktiksel ve uzun vadeli stratejik görevlerini doğru şekilde harmanlamayı bilmeli. Bu şekilde gelecek tasarımı şirketlerin devamlılığını sağlayacak şekilde yapılabilir.

Ayrıca, sosyal sorumluluklarımız olduğu bilinciyle hareket etmenin ve hobiler edinerek iş-özel hayat dengesini sağlamanın önemini de özellikle vurgulamak isterim.