Kültür Sanat Düşlerimiz gerçek oldu!

Düşlerimiz gerçek oldu!

08.10.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Düşlerimiz gerçek oldu!

Düşlerimiz gerçek oldu


36. Antalya Altın Portakal Film Festivali, Türk sinemasının bağımsızların, gaylerin ve kadınların sırtında yükseldiğini gösterdi


       Türk sineması son birkaç yıllık gelişimini sürdürebilirse, sinema tarihçileri 1999'u Türk sinemasının yükseliş döneminin başlangıcı olarak belirleyecekler. Daha önce İstanbul Film Festivali'nde yarıştığı için Antalya Film Festivali'ne katılamayan "Güneşe Yolculuk"u da sayarsak, 1999 yapımı "çok iyi" filmlerin sayısı altıya çıkıyor! Bu altı yapımdan "Salkım Hanımın Taneleri" ve "Mayıs Sıkıntısı"nın dünya prömiyerleri Antalya'da yapıldı. Altın Portakal'ı kazanan "Salkım Hanımın Taneleri" yurt içinde, Dr. Avni Tolunay ve En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazanan "Mayıs Sıkıntısı" yurt dışında çok ses getirecek...
       Türkiye'de hiç durmadan sinema konuşulur ama pek az film üretilir. İlginçtir, en çok konuşanlar en az üretim yapanlardır. Muhafazaklarlar ve gelenkçiler geçmişten gelen birikimlerini bugüne aktarmaz; revizyon yapmaz; eleştiri kabul etmez; kendilerini körü körüne savunurlar. Daha acısı genç kuşaklara destek vermez köstek olurlar. Her fırsatta birileriyle dalaşırlar. Bu dalaşma insanlar konuşa konuşa anlaşır savının dışında gerçekleşir. Konuşmanın yerini sloganlar, sövgü ve hakaretler alır. Birbirlerini tartaklamayı, yumruklamayı delikanlılık sayarlar. Bu agresyonu film çekecek enerjiye dönüştürebilseler keşke...
       Bu yüzden, "Türk sineması" kapsamında ne varsa bağımsızlarda, gaylerde ve kadınlarda var! Umarım, bu tümce olabildiğince az sayıda kişinin tüylerini diken diken etmiştir.
       Bağımsız, gay ve kadın kimlikleri birbirinden ayrı değil. Bağımsızlık, ticari sinema dışında üretimi değil, ruhen bağımsızlığı, beyazperdeye kendi dünyasını, kendi yaşam anlayışını yansıtmayı kapsıyor. Bağımsız olan sinemacı üretim koşulları bağlamında piyasaya uyum sağlayıp çifte standart uygulamaz. Muhalif hatta anarşist bir yapıya sahip olur. Gay ya da kadın olmak doğal olarak yerleşik düzene muhalefet etme gereksinimi doğurur ve bu çizgide film üretimine yol açabilir. İşte örnekleri: Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Barış Pirhasan, Ferzan Özpetek, Kutluğ Ataman, Tomris Giritlioğlu, Yeşim Ustaoğlu. Bir de kısa metrajcılar var ama bu yazıyı uzun metraj çalışanlar ve Antalya'da dereceye girenlerle sınırlı tutuyorum.

Bir dönem sorgulanıyor

       Tomris Giritlioğlu, TRT'de başladığı kariyerinin şimdilik doruğunda. ANAP milletvekili Yılmaz Karakoyunlu'nun Varlık Vergisi'nin neden olduğu toplumsal dönüşümü anlattığı "Salkım Hanımın Taneleri" adlı romanını çok serbest biçimde ama yapıtın özünü koruyarak sinemaya uyarladı. Ne yazık ki ülkemizde pek kitap okunmaz, bu yüzden Karakoyunlu'nun bu önemli romanı sinema aracılığıyla kitleye ulaşabildi. Yakın bir zamanda gösterime çıkacağı için filmin eleştirisine şimdilik girmeyeceğim, ama izleyicinin olumlu tepkisini belirtmeden de geçemeyeceğim.
       Antalya'da fısıltı gazetesi çok satıyor. Kopyası, şehir içi sinemalarındaki ilk gösterimine yetişmeyen "Salkım Hanımın Taneleri" ikinci gösteriminde izleyici karşısına çıkabildi. "İyi filmmiş" fısıltısı öyle bir yayıldı ki 4 Ekim'deki galasında AKM Aspendos salonunda ilk kez hiç yer kalmadı! Film bittiğinde kameramanlar Tomris Giritlioğlu'na yönelince izleyici kitlesi ayağa kalkıp arka sıralarda oturan yönetmene dönerek onu alkışlamaya başladı. Film üzerine söyleşide saçları ağarmış bir izleyicinin sorusunu çok anlamlıydı. Yaşı itibarıyla Varlık Vergisi dönemini görmüş geçirmiş olması gereken bu izleyici, yüzde iki yüzü aşan tutardaki vergiyi ödeyemeyen gayrimüslüm ve dönmelerin Aşkale'ye, çalışma kampına sürgüne yollandıklarını bilmiyordu. "Doğru mu?" diye soruyordu!
       Yeşim Ustaoğlu'nun "Güneşe Yolculuk"u gibi Tomris Giritlioğlu'nun "Salkım Hanımın Taneleri" de zülfüyare dokunuyor. Yakın tarihi açınlayan dönem filmlerine ne kadar çok gereksinme duyduğumuz ve bunları başarıyla gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip olduğumuz bu filmle vurgulanıyor.

Sıkıntı değil keyif

       Nuri Bilge Ceylan, sanatlar arasında en fazla kollektif üretimi gerektiren sinemayı bireysel ve kişisel düzleme indirgeyebilen nadide bir sinemacı. Senaryosunu yazıyor, kamerasını kullanıyor, evinde, kasabasında, ailesi, bir iki dostu ve hemşehrisiyle film yapıyor. Yönetmen değil piyanist - besteci sanki! Çaldığı enstrümana ve notaları çeviren birine gereksinmesi var o kadar!
       Üstelik bu kişisel biçemle kendi dünyasını evrensel boyuta ulaştırabiliyor. Bir yandan kurmaca bir yapıt izliyor bir yandan da annesi Fatma Ceylan'ı, babası Mehmet Emin Ceylan'ı, kuzeni Mehmet Emin Toprak'ı, arkadaşları Sadık İncesu ve Muzaffer Özdemir'i, kasabası Yenice'yi onun gözüyle tanıyor ve seviyoruz.
       Ceylan, "Koza" ve "Kasaba"da Doğu Avrupa sinemasına yakın duran tarzını, renkli ve sesli çektiği "Mayıs Sıkıntısı"nda mizahla donatarak İran sinemasına yaklaştı. Kıyas ölçüt değildir elbette, ama bu film İranlı usta Abbas Kiarostami'nin yalınlığına ve film içinde film anlatımına sahip. Ama kesinlikle özgün bir yapıt.

Hakiki toplumsal muhalefet

       Zeki Demirkubuz kendine özgü yaşam felsefesinin yanı sıra oyuncu yönetimiyle de özellikle dikkat edilmesi gereken bir yönetmen. Yalınlığı, yoksulluğu, yoksunluğu, ezikliği, çıkışsızlığı biliyor ve "ğretiyor. Her ne kadar söyleşilerinde çevresinde olan biteni anlamaya ve anlatmaya çalıştığını söylese de, acı, acımasızlık, öfke, pişmanlık ve sevgisizliğe aşina olduğunu filmlerinde izliyoruz. Gazetelerin yalnızca üçüncü sayfalarına çıkabilen çoğunluğun, güzel, ünlü, zengin olmayan insanların öykülerini paylaşmamızı sağlıyor. Erkek karakterleri cinayet de işlese masum ve çaresiz. Karşılıksız bir aşkla bağlandıkları kadın karakterlerin peşinde sürüklenirler. Kadınlar ise daha büyük bir aşk ya da ihtiras uğruna onları kullanır. Kötülükleri içsel değil toplumsaldır. Kötü olmayı "ğrenmek zorunda kalmışlardır. Bu yüzden Zeki Demirkubuz'un aşk üçgenleri hiçbir şekilde kara film türüne yaklaşmaz. Demirkubuz, hakiki, otantik bir toplumsal muhalefet yapıyor sinemasında. Ne burjuva egemenliğinden, ne ikiyüzlü ahlakçılardan, ne tüketim çılgınlığından ne medya baskısından söz etmeden bunların varlığını ve ağırlığını sezdiriyor.

Festival notları

       - Marathon Man!
       Yoğun program sinemaseverleri ve gazetecileri aç ve uykusuz bıraktı. Kameramanların fizik tedaviye başlayacakları, Festival görevlilerinin dokuzdan beşe çalışacakları memuriyet sınavlarına girecekleri tahmin ediliyor. Özellikle Festival'in ikinci günü bir maratondu. 12.00 seansından önce Anatlya Kültür Merkezi Aspendos Salonu'nun önünde hazır ve nazırdık. Ancak, Jüri hala film izliyordu. Nuri Bilge Ceylan'ın "Mayıs Sıkıntısı"nın 130 dakika sürdüğü böylece "keşfedildi". Günün programı yarım saat ileriye kaydı. Ancak iki buçuk saat arayla gösterimin ardından söyleşilerin yapıldığı dört film galasının gerçekleşeceği bir günde bu kayma son seanstan sonra bir saate uzadı. Üstelik, arada üçüncü gala "Mayıs Sıkıntısı"nınkiydi. Filmi jenerik boyunca alkışlayan izleyiciler ve basın mensupları programdaki kırk beş dakikalık kaymayı da göz önünde bulundurarak, "Üçüncü Sayfa"yı izlemeden önce biraz soluk alabilmek için salonu terk etti. Nuri Bilge Ceylan ile fuayede ayaküstü bir söyleşi yapabilmek için mikrofonu kaptık ama iki filmin izleyicilerinden oluşan kalabalıkta bu kadarını bile yapamadık...


       - Gözleyebildiğimiz kadarıyla Antalya'da izleyici sayısında artış kaydedildi. İzleyici film galalarından sonra düzenlenen toplantılara basından daha fazla ilgi gösterdi.

       - Yeşilçamlılar, Yeşilçamlılıklarını yine yaptı. Kavgalar, tartaklamalar, küskünlükler 36. Festival'den de eksik olmadı.

       - MNG Topkapı Otel - World of Wonders, Çandırwood Stüdyoları'na fark attı. Topkapı Sarayı'nın bahçesindeki Aya İrini Kilisesi'ne varıncaya dek taklit edildiği bu otel bir tür Bizans - Osmanlı Disneyland'ı ile film stüdyoları karışımı garip bir havaya sahip.

       - Kanal D'den canlı yayınlanan ödül töreninde konuğu, yarışmacısı ve basınıyla perişan olduk. 5 Ekim gecesi başlayan tören 6 Ekim sabahı sona erdi.20.00'de kaldığımız otellerden yola çıktık. Aspendos Antik Tiyatrosu'na geldiğimizde iğne atsan yere düşmez deyiminin ne anlama geldiğini kavradık. Kimseye yer mer ayrılmamıştı, saat henüz 21.00 olmamıştı, 23.30'da başlayacak ödül töreninin bitimine kadar öylece dikilmemiz bekleniyordu. Korumalar derdimizi zor zar anlatıp sağa sola basamaklara ilişme izni alabildik! Sonradan birkaç sandalye getirildi onlara oturduk. Uluslararası Kısa Film Video Yarışması'nın jürisi, yarışma heyecanı yaşayan onlarca aday ayakta kaldı. Tomris Giritlioğlu, Nuri Bilge Ceylan, Uğur Polat gibi isimler ödül için sahneye çağrılacakları dört saat sonrasına dek ayakta idi! Dünkü Radikal gazetesinde Tuğrul Eryılmaz, Kanal D'nin canlı yayınını mizahi bir dille eleştirdi. Eğer orada olsaydı espri yapacak hali kalmaz, zehir zemberek bir yazı d"şenirdi!