Kültür Sanat Ha Kürtçe, ha İngilizce

Ha Kürtçe, ha İngilizce

30.10.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şivesiz Mahmut Tuncer olur mu?

Ha Kürtçe, ha İngilizce






Mahmut Tuncer'in Ulus'taki evinin kapısında eşi Işıl Tuncer karşıladı bizi. İçeriye girmemizle beraber, Işıl Tuncer'in telefonu çaldı. Arayan İbrahim Tatlıses. İsrail'deymiş. Her konser ve programdan önce Işıl Tuncer'i ararmış. Işıl Tuncer, "İbrahim Abi, bana 'Sen benim uğurumsun' der" diyor. Işıl Hanım, Mahmut Tuncer'e 'Sevgilim, aşkım benim' diye sesleniyor. 25 yıllık evliler. İkisi kız, ikisi erkek dört de çocukları var. Bir de köpekleri Silva. 'Otur!' deyince oturan, 'Kalk' deyince kalkan cinsten bir köpek Silva. Tuncer ailesinin en küçüğü Gizem, "Reklamda oynatabilir miyiz onu acaba?" diye soruyor. Mahmut Tuncer, salona girmeden önce, buzlu cam kapının aralığından bizi süzdü, sonra da tüm sıcakkanlılığıyla selamladı. "Haydi sor bakalım ne soracaksan" deyip kuruldu koltuğa. Sorulara, Anadolu delikanlısı ağzıyla, birinci tekil şahısla değil, 'Biz' diye cevap verdi. Biz 'bir' sorduk; o 'bin' anlattı.

Uyandım Sabah İle çok ses getirdi ve Mahmut Tuncer'i yarattı. Ben zaten çoktan fakirlik kabuğumu yırtmıştım. Urfa'da futbolcuydum. Urfaspor'dan maaş alıyordum. Ayrıca liseyi de bitirmiştim. 7 kere 8'in 56 ettiğini biliyorum yani. Bir gecede, düğünde, okulda hep bana türkü söyletirlerdi. Ben çocukken, kimisi içkici olan akrabalarım, yakınlarım beni çağırır "Kalk ulan söyle bakalım, bir tane" derlerdi. Nuri Sesigüzel'in parçalarını söylerdim.


O zamanlar İbrahim Tatlıses Urfa'da bile tanınmıyordu. Urfa'nın kurtuluş kutlamaları için İbrahim Tatlıses'in geleceğini söylemişlerdi. O zamanlar sıkıyönetim olduğu için gece 23.00'ten sonra dışarı çıkma yasağı vardı. Tatlıses gelmedi. Teknik direktörümüz de benim sahneye çıkmamı önerdi. Biz de eşofmanlarla falan gitmişiz. Folklor kıyafetini giyip çıktık sahneye. Bir sonraki gün, Urfa Belediye Folklor Ekibi Ankara'ya televizyon çekimine gidecekmiş. Beni de yanlarına aldılar. Beş parça okuttular bana. Sonra Urfa'ya döndüm. Bir gün müdür çağırdı beni. Bir baktım, müdürün odasında Mehmet Ali Yanıkoğlu diye bir adam oturuyor. "Ben Ankara'dan geldim. İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay ve Bediha Akartürk'ün menajeriyim" dedi. O zaman bunların üçü de star. Dedim vallahi "Yaşasın!" Beni sanatçı yapmaya geldiğini söyledi. "Seni 20 gün çalıştıracağım" dedi. O zamanlar ben ayda 75 TL alıyorum. Benim kafamdan 250 TL istemek geçiyor; adam bana "Günlük 2500 TL veririz, sonra zam yaparız" dedi. Gizliden havaya uçtum tabii. Bana 15 bin TL'lik bir çek verdiler.
Babam hamaldı. Koca adam olduğum halde, eve yardımım dokunmuyor diye kızıyordu. Gittim parayı önüne koydum. Parayı nereden bulduğumu sordu ben de "Koskoca bir sanatçıyım artık" dedim. Kızdı, bırakmadı önce. "O zaman parayı geri ver" dedim. O da aldı, "Git ama erken gel" dedi.


Urfa'da ülkücüler vardı. Sonradan Apo'cular çıktı. Bir gün içinde 7-8 kişi öldü. Onun akşamı sıkıyönetim ilan edildi. Ben öyle sağı ya da solu tutan bir tip değilim. Her taraftan arkadaşlarım vardı. Duyardık, sıkıyönetimde birini alıp götürmüşler. Nereye? Diyarbakır'a. Bir daha adamı piyasada görmezdik. Siyasetle bir alakamız olmadığı için sıkıyönetimin bize sıkı şekilde yansıdığını söyleyemem. O zamanlar 76 kilometrelik yolu dört buçuk saatte kat ederdik. 20 kilometrede bir durdururlar, nereye ve neden gittiğimizi sorarlardı. Şimdi bu mesafeyi yarım saatte gidiyoruz. Şimdi gidenler dört saat kârda.


1979'da Ankara'daki bir pavyonda çalışıyordum. O zaman Belkıs Akkale çıkıyordu orada. Bana orada halk müziğinin ne olduğunu öğrettiler. Bu işi ciddi bir şekilde yapmak istiyorsam TRT'nin radyo sınavından geçmem gerektiğini söylediler. Gittik, radyo sınavını kazandık. Daha sonra televizyona çıkma şansını elde ettik. Uyandım Sabah İle'yi okuduk. Ertesi gün sokağa çıktığımda, herkes beni tanıyordu. Sonradan üç-dört plakçı benimle çalışmak istedi. Uyandım Sabah ile albümünü yedi saatte tamamladık.


Valla bilmiyorum. Biz zorla kimseye sevdirmedik. 1980 yılının ortamı ve havasına çok uydu sanırım. Şimdi okusam, o derece tutmaz herhalde. Daha sonra Gözleri Fettan Güzel'i okudum ama o pek ses getirmedi.


20-30 parça tutturmama rağmen İbrahim Tatlıses'in yanında kendimi bir sanatçı gibi görmem. Sanatçılık kompleksinden dolayı, onun yanında kimse rahat gezemez. Onunla gezdiğinde, tüm objektifler ve gözler onun üzerindedir. Yanındaki adam ikinci sınıf vatandaştır. Ben onun yanında sanatçı kimliğimle gezmiyorum.


Ablacım, bende öyle şeyler yok. Ben, kazanın kaynamasına bakıyorum. Evde yemek pişsin yeter. Artık sanatçılar birbirlerine sataşarak gündemde kalıyorlar. Kim öğretmişse artık... "İbrahim Tatlıses'e bir taş atın. Bir dönüp baktı mı, köşeyi döndünüz" gibi bir zihniyet var.


Kürtçe'yle büyüyüp Türkçe şarkı söylemek zor mu? Ben Kürt değilim. Urfa'da üç topluluk var. Biri Kürt, biri Arap, biri de Türkmen. Türkmenler, Urfa'nın yerlileri. Biz 1946'da Malatya'dan Urfa'ya gelmişiz. Benim arkadaşlarımın çoğu Kürt'tü. Bizim ailede kimse Kürtçe bilmez. Ben arkadaşlarım sayesinde Kürtçe'yi az çok biliyorum. Ama bizim konuşmamız ve lehçemiz Arapların tesiri altında kalmış. Bu lehçeyle konuştuğunuzda, insanlar Kürtsünüz sanıyorlar. Oysa bu, Urfa lehçesi. Bildiğim Kürtçe şarkı sayısı beşi geçmez. Benim için Kürtçe ile İngilizce arasında bir fark yok. Ayrıca artık ne fark eder ki? Hepimiz aynı sofrada yemek yiyoruz. Urfa'da Kürt Arap'a kızını vermiş, Arap Kürt'e kızını vermiş, Arap Türkmen'e, Türkmen Laz'a, Laz Çerkez'e vermiş, fark etmiyor.

Devletin korktuğu bazı şeyler olsa gerek. Örneğin evladına sinemaya gitmesi, bir kafeye gidip bir şeyler yemesi için 10 milyon TL verirsin, o gider bu parayı biraya harcar. Devlet de, Kürtler'e özgürlüklerini vermekten çekiniyor olsa gerek. Biliyorsunuz, Kürt politikası başımıza iş açmıştı. Türkiye'nin mozaiği çok geniş. Dün gece bir yere gittim. Adam bir türkü okudu. Hiç duymadığım bir şey. Meğer Lazcaymış. Bu mozaik çok geniş olduğu için, devlet sırayla herkesin baş kaldıracağını düşünüyor olabilir. Ben yaşadığım yere ihanet etmemişim, kimseden borç almamışım, kimsenin namusuna yan bakmamışım. Benim bir korkum yok.


Ben daha bir yıldır televizyonda program yapıyorum. Benden önce de farklı şivelerde konuşan çok kişi oldu. İbrahim Tatlıses Urfa şivesiyle konuşuyor. İsmail Türüt Laz şivesiyle. Şimdi artık dizilerde de Kürtçe diyaloglar var. Benim aracılığımla, diğerlerine gözdağı veriliyor herhalde.


Benimkisi para bakışı. Ben Kanal 7'den para almıyordum. Aldım da, minnoş. Kendimi tanıttım. TGRT'de para kazanıyorum. Ben aldığım paraya bakıyorum. Bana para versinler, Süveyş Kanalı'nda da çıkarım. Sen çıkar mısın? Benim öyle dindar bir hayat görüşüm falan yok. Programda şu an istediklerimi yapamıyorum. Ben çıkıp da türkü söyleyen cinsten olmak istemiyorum. Birkaç monolog, doğaçlama bir şeyler yapmak istiyorum ama ona fırsat vermiyorlar.





12 Eylül darbesinden sonra malum, bütün sesler bastırıldı ve galiba darbeyi takip eden bütün o kış ve yaz mevsimi boyunca Kenan Evren'in sesinden sonra Türkiye'nin her yerinden en çok duyulan ses Mahmut Tuncer'in sesi oldu. Uyandım sabah İle albümü o yıl çıkmıştı ve albüme adını veren parça bugünkü deyimle adeta 'patlamış', dağa taşa, ovaya meraya, şehre kasabaya adını yazdırmıştı. Mahmut Tuncer bir anda ilah olmuştu. Gençti, kara yağızdı, Urfalıydı, sesi yanıktı, yakışıklı, terbiyeli, uslu bir çocuktu. Sinemacılar durur mu, peş peşe geldi Mahmut Tuncer'in başrol oynadığı filmler, fakat gelin görün ki sinema ölmek üzereydi, video icat olmuş, sinema salonları boşalmış, videosu olan kahveler dolmuş, Mahmut Tuncer, oynadığı filmlerle video aleminin de yeni kralı olmuştu.
1983 yılında İstanbul'a geldiğimde, Hakkâri dağlarında hala Mahmut Tuncer'in sesi yankılanıyordu. Günün birinde Kadıköy'de bir Folklor Derneği'nde, hiç beklemediğim bir anda, küt diye karşıma çıktı Mahmut Tuncer. Tabureye oturmuş, çıkacağı televizyon programında kendisine eşlik edecek folklorcuların hangi oyunu oynayacağını anlatıyordu dernek başkanına. Orada bulunan bütün kızlar hayran hayran bakıyordu ona, o da kendinden emin, konuşurken sağ elini önündekine doğru uzatıyor, müstehzi tebessümünü dudaklarından eksik etmiyordu.

'Sosyal içerikli' film
Sahici bir adam mıydı, oynuyor muydu bilmiyorum, ama orada bulunanlara bir ara yeni oynayacağı filmden bahsetmeye başladı. Bu kez öyle abuk sabuk bir film olmayacak, 'sosyal içerikli' bir film olacaktı. 'Sosyal içerik' lafı darbe öncesinden kalma bir laftı ve darbeden sonra neredeyse yasaktı... Öyle her canı isteyen, 'sosyal içerikli' bir şey yapamazdı, onun için orada bulunanlar merak ediyor filmi, kısaca anlattı konusunu: "Ben fekir bir gencem. Ağanın kızına aşık oliyem. Ağa kızı vermi bana, ben de oni vuriyem."

İmdadına dublörler yetişti
Dönem, ağabeyi İbrahim Tatlıses'in bile filmlerde kendi sesini kullanmaktan utandığı bir dönem... İbo kendi şivesinden utanır da, Mahmut utanmaz mı? Onun için filmlerinde ikisi de sadece türkü söylerken kendi sesini kullanıyor, konuşurken düzgün bir Türkçe ile başkaları onların yerine konuşuyordu. İbo ve Mahmut Kürtçe'den Türkçe'ye kısa bir süre önce terfi etmişler, Türkçe dediğim de Urfa ağzı... Büyük şehre gelen, kendi memleketlerinde dengbàj, büyük şehirlerde star adayları olan, Nuri Sesigüzel, İzzet Altınmeşe, Selahattin Alpay, Burhan Çaçan gibi Kürtçe ile büyümüş, Kürt müziğinin nağmeleriyle sesleri biçimlenmiş bütün türkücüler gibi onlar da, şivelerini ele vermemek için bin bir takla atıyor, oynadıkları filmlerde seslerine dublaj yapılmasına izin veriyorlar. Zaten doğru düzgün Türkçe konuşmazsan, TRT'ye bile çıkarmazlar seni. Hem biz Kürtler vahşi adamlar değiliz, zamanı gelince değme İstanbullu'dan bile daha güzel Türkçe konuşuruz evelallah, biraz bunu göstermeye, biraz da sosyal statülerini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar yeni yurtlarında!
Sanırım Mahmut Tuncer, İbo kadar sancı çekmedi. Çünkü aniden meşhur oldu ve meşhur olduğu yıllarda, skandallar para etmiyordu henüz. Kalıcı bir star gibi görünmüyor, daha çok akan bir yıldıza benziyordu ve kısa bir süre içinde kaybolup gitti zaten. Kaybolup gitti dediysem, bizlerin gözünde... Yoksa derinlerde bir yerde hep vardı. Peş peşe, neredeyse yılda bir albüm yapıyor, 80 besteye imza atıyor, 17 filmde başrol oynuyordu.

Aniden gelen şöhret
Ben onu, Uyandım Sabah İle, Nalına da Vur, Mıhına da Vur, Dübeş Attım Yek Geldi albümlerine kadar hatırlıyorum, bir de herkesin diline pelesenk olmuş Xış xışà xencer (Hakkı Devrim bağışlasın beni, bu türkünün adını mecburi Kürtçe alfabenin harfleriyle yazmak zorundayım, çünkü başka türlü o ses çıkmıyor, yani 'hış hışı hançer' desem Mahmut Tuncer'in şivesini bozmuş olacağım, yoksa amacım 'çıngar' çıkarmak hiç değil) türküsünü... Bu türküyle küpeli kızlara sesleniyor, yanına çağırıyordu. Kaybolduğunu sandığımız yıllarda durmamış, bugün her biri ayrı ayrı 'kült' olmuş albümler yapmıştı. Sen ağlama sen, Altın Dişli Hayriyem, Muhtar Emmi ve bütün zamanların en yaratıcı türküsü olan o meşhur Bakkal Amca... Hani şuna benzer sözleri olan Bakkal Amca... "Bakkal amca, bakkal amca.... Ununuz var mı (koro: war war), şekerız war mı, (koro: war war) O halde, ne durisın, helwa yapsana, helwa yapsana.."
Yıllar sonra Kanal 7 vasıtasıyla, nasıl aniden çıktıysa hayatımızdan, yine öyle aniden girdi hayatımıza. Sanki hiç yaşlanmamış, aynı yaşlarda kalmıştı, hala sarı ceket giyiyor, hala Nuri Sesigüzel'in belalısı olmaya devam ediyordu. Bir kasaba komiği gibi arz-ı endam etti. Programına katılan konuklarını bir punduna getirip para kopartıyordu, gençliğinde Urfa'da birbirilerine sık sık bu şakayı yaparlardı samimi arkadaşlar. Bu kez göğsünü gere gere Urfa şivesiyle konuşuyor, hatta şivesini daha da abartarak etrafa yayıyordu. Çok geçmedi RTÜK'ten uyarı geldi, "Güzel Türkçemizi bozuyorsun, derhal ağzını topla" diye... Tartışma süredursun TGRT'ye transferi gündeme geldi, önceleri Çarkıfelek'i sunacak dedikodusu çıktı. Fakat hemen ardından, daha önce çıktığı Mehmet Ali Erbilli Çarkıfelek'te sesli harflerle, sessiz harfleri karıştırdığı, hatta sessiz harf diye 'B'yi örnek gösterdiği ve "B çok önemli bir harftir, 'B' olmasa Bülent'e ülent, Bursa'ya ursa derdik" dediği rivayet edildi. Şimdi aynı kanalda kendi show programını sürdürüyor.

Şivesi yasaklanırsa
Yeni yayın döneminin ilk programına hem hemşehrisi, hem de kadim dostu olan İbrahim Tatlıses'i çıkardı. Böyle vefalı bir dosttur İbo, bir Urfa sıra gecesine dönüştürdü program. Bir ara sürpriz bir şekilde, İbo'nun annesi bağlandı canlı programa telefonla. Anne oğul birbirine Leyla Hanım-İbrahim Bey'li muhabbete başladılar RTÜK'ün beğenmediği Mahmut Tuncer şivesiyle. O şive bile Leyla Hanım'a çetrefil gelmiş olacak ki, "Bırak oğlum bu konuşmayı, dilim dönmüyor, ben Kürtçe konuşacağım" dedi ve başladı Kürtçe konuşmaya. İbo ile Mahmut kadını susturmak için çırpındılar.
Şimdi Mahmut Tuncer'in şivesini yasaklasalar ona, ondan ne kalacak geriye sorarım size. Şivesi onun varlık nedeni, ekmek kapısı. Televizyonlar, şivesinden dolayı ona program yaptırıyor, seyredenler, şivesinden dolayı seyrediyor. Yoksa, şivesi alınmış bir Mahmut Tuncer'i ne yapsın halk? Zaten bir sürü şivesiz Mahmut Tuncer var sokaklarda ve hiçbiri meşhur değil.
Onun RTÜK'e sorduğu soru çok haklı bir soruydu ve cevabı da bir o kadar zordu: "Ben başka türlü konuşmayı bilmiyorum ki. Nikahlı karım, şiveni düzelt, yoksa boşarım seni dese, ne yaparım ben?" RTÜK'ün, "Konuşma" dediği Urfaca'dan başka bildiği tek dil Kürtçe, onunla program yapmak ise, yasal olarak serbest de, uygulamada yasak!
Ne yapsın şimdi Mahmut Tuncer?

Mahmut Tuncer'in Bakkal Amca'yı yaptığı dönem, Mustafa Topaloğlu'nun da uzayın derinliklerinde gezindiği yıllara rastlar sanırım. Abuk sabuk sözler yazıp, oynak makamlar bulup, içine biraz Kürtçe veya Lazca karıştırıp, Urfa veya Hemşin şivesiyle söylemenin moda olduğu bir dönem bu dönem... Ankaralı Turgut'un ucu görünmüş, İsmail Türüt henüz 'Lazoğli derler bana / Canım kurban vatana' türküsünü yazıp Altın Kelebek ödülünü almamış, (Sahiden Mahmut Tuncer 'Kürdoğlu derler bana...' diye bir parça yapabilir miydi, hatırlarsanız İbrahim Tatlıses kırk yıllık Kürdün Gelini türküsünü Türkmen Gelini yapıp öyle söylemişti) Ciguli henüz Kumkapı meyhanelerinden sabah şekerleri programlarına terfi etmemiştir. İşte Mahmut Tuncer'in İngilizce'nin içine Urfa ağzını karıştırdığı yıllar da bu yıllara rastlar. Modaya uyup, (galiba modayı kendisi yaratmıştı) şuna benzer sözleri olan bir parça hatırlıyorum hayal meyal: "Ay em de sori ne soriğ/Ciğerim siye kebap oli".



POPULER KÜLTÜR


Ramazan piyasaya açıldı
Popüler nostalji
Para versinler, Süveyş Kanalı'nda da çıkarım
Latinolar, kovboylar, starlar
Cihangir savaşları
10. Yıl Marşı gibisi yok
Kapanmak ya da kapanmamak. İşte bütün mesele bu
e-ramazan geldi, hoşgeldi!
Aşiretler Cola Turka ile barıştı
Spotların Altındaki Kızlar ve Anneleri
Rockçıyım, aşırı ahlâkçıyım!
Yaşasın Magazin
Pastane erotika
Kitaplar birlikte yaşamak içindir
Geçen hafta seçilenler
POPUN YARIM ASRI