Kültür Sanat Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

09.05.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

MURATHAN MUNGAN

Kaderi doğru zamanda çizmek
Kendi falınıza bakmaya doğru yerde karar verip, doğru zamanda kaderinizi çizmelisiniz.
Hayat atölyesi
Evime her gelişinde kitaplarımın fazlalığından yakınan bir arkadaşım vardır. Ona kalırsa, çok sayıda gereksiz kitap bulunduruyormuşum, çoğunu atmalıymışım, kendimi "Milli Kütüphane" sanmaktan vazgeçmeliymişim. Bir yazarın kitaplığının her zaman zevklerini yansıtmadığını, bir bölümünün yazarlık gereği evde bulunduğunu, onlara ne zaman gereksinim duyacağımı bilmediğimi söylerim. Zaman içinde aramızda tatlı bir itişme konusuna dönüşmüş olan bu durum böyle sürüp gider.
Son geldiğinde, Neil Somerville’in "2001 Çin Falınız" adlı kitabını gördü ortalıkta. "Peki, bunu niye atmıyorsun hâlâ, bunun için de bir açıklaman var mı?" dedi. Doğrusu köşeye sıkışmıştım. Böyle zamanlarda karşı tarafın zekâsını küçümsemek pahasına bahaneler uydurmaya çalışmaktansa, doğruyu söylemek iyidir: "Daha okumadım," dedim. Eline geçirdiği fırsatın tadını çıkarırcasına, "Gördüğüm kadarıyla kitabın son kullanma tarihi geçmiş zaten, artık sana bir yararı olmaz." dedi. "Gene de bir bakmalıyım,ödedim. "Hani konuyu ele alış tarzı, kulandığı dil, metaforlar, simgeler, kehanet yöntemleri..."
Aslında kitaplarımdan kolay kopamıyorum. Zaman zaman ev taşımak gibi durumlarda elesem de, kapıdan çıkanlar yerine bacadan girenlerle evin tamamında onlar oturuyor, bense yatacak yer zor buluyorum.
Bir ömür boyu topladığınız kitaplara ömrünüzün yetmeyeceğini bilmenin trajedisine "Kaf Dağının Önü" kitabımdaki "Kitaplığın Önünde" adlı hikâyede yeterince değindiğimi düşünerek burada yinelemek istemiyorum.
* * *
Hangi kitabın size ne zaman, nasıl bir kapı açacağı belli olmaz. Yıllar önce, Anadolu’da yaşamış çeşitli uygarlıkların kadınlarından yola çıkan bir oyun yazmaya çalışıyordum. Bu nedenle Muhibbe Darga’nın üniversite yayınları arasında yayımlanmış olan "Eski Anadolu’da Kadın" adlı kitabını okumuştum. Darga’nın konusu Hititlerdi. Daha önceleri yalnızca adını bildiğim Hitit kraliçesi Puduhepa’yı bu kitap sayesinde daha iyi tanımış oldum. Puduhepa, kitabın bana verdiği ipuçları nedeniyle, diğer kadınlardan birkaç adım daha öne çıkarak bütün projeyi ele geçirdi ve sonunda onu tek başına yazmaya karar verdim. Tiyatronun küstürdüğü yazarlardan biri olduğum için, bu tasarım da diğer hayallerim gibi zamana yayılarak askıda kaldı. Bir gün bitirmeyi düşünüyorum elbet, ama ya bitiremezsem, ya "2001 Çin Falınızöda olduğu gibi zaman atlarsam?
Kendi falınıza bakmaya doğru yerde karar verip, doğru zamanda kaderinizi çizmelisiniz. Çünkü zaman her zaman önünüze geçer.
* * *
Bu konuyu gündeme getirmemin birkaç nedeni var: İlki, yazar olmak isteyen genç insanların çoğunun, yalnızca edebiyat kitapları ve ürünleriyle ilgilenmeyi kendileri için yeterli görüp edebiyat dışı alanlarla beslenmeyi ihmal etmelerine dikkat çekmek, ikincisi de, kendi alanlarında ürünler yayımlayan bilim insanlarının verimlerine yeterli ilginin gösterilmeyişinden duyduğum rahatsızlığı dile getirmek. Yayın dünyası, yalnızca oluşmuş olan meraklar üzerinden çalışmaz, aynı zamanda yeni meraklar oluşturarak okuru bilgilenmeye kışkırtır.
Ve üçüncü olarak, üniversitelerin sınırlı olanaklarla basımlarını gerçekleştirdikleri bilimsel çalışmalara, büyük kuruluşların destek ve öncü olmasının gerekliliğini vurgulamak için burada Akbank’ın yayımladığı Muhibbe Darga’nın "Hitit Sanatı"nı anmak istiyorum. Kitabın kendi değerinin yanı sıra, benim banka yayıncılığından beklediğim kültür sanat hizmeti konusuna iyi bir örnek oluşturuyor. Yıllara yayılmış uzun araştırmaların, güçlü deneyimlerin, yoğun emeğin ürünü olan bu çeşit çalışmaların yayımcılık açısından ticari şanslarının olmadığı açıktır. Ancak o alanda eğitim yapanların, konuya meraklı kişilerin ilgisini çeker. Bu yüzden "kültür sanat hizmeti" adı altındaki çalışmaların, zaten ticari şansı olan kitapları yayımlamaktan çok, bu çeşit yapıtları desteklemesini, onları çoğaltmasını ümit ediyorum. Özellikle eski, tarihi ve arkeolojik belgelerin fotoğraflarının daha iyi görülebilmesini, okunabilmesini sağlamak, iyi cins bir kağıt ve özenli baskı gerektiriyor. Bunlar küçük yayınevlerinin altından kalkabilecekleri külfetler değil. Banka ve benzeri kuruluş yayınlarının bu alanlarda, yalnızca yerli değil çeviri yapıtlarla da daha fazla ağırlık koymasının gerekliliğine, yararına inanıyorum.

KESİKBAŞ
"Geyikler Lanetler" oyunumu yazdığım sıralar, oyundaki "Kesikbaş" nedeniyle Anadolu’daki kesikbaş kültüyle ilgili araştırmalar yapıyordum. Ahmet Yaşar Ocak’ın "Türk Folklorunda Kesik Baş" adlı kitabını okumaya başladığımda, birden kendimi Sabiiler konusunun içinde buldum. O kitap beni, antropolog Metin Özbek’in "II. Arkeometri Sonuçları Toplantısı"nı yayımladığı raporlarına, Malatya, Ergani, Adıyaman yöresinde yapılan kazılara ve konuyla ilgili diğer kitaplara çıkardı. O süreçte kafamın içinde, sonradan adını "Sahibin Yıldızı" koyduğum Sabiiler üzerine yazmayı düşündüğüm roman oluştu. "Murathan ‘95öte giriş bölümünü yayımladığım bu romanı günün birinde bitirebilirsem, belki de tarihte Sabiiler üzerine yazılmış ilk roman olacak. O günden sonra Ahmet Yaşar Ocak’ın diğer kitaplarının yanı sıra, Sabiiler üzerine yayımlanmış kitapları ve dini kaynakları da gözden geçirdim. Kitaplar birbirlerinin kapısını açar. Üzerimizde yalnızca edebiyat adamlarının, şairlerin, yazarların değil, aynı zamanda bilim insanlarının da hakkı vardır. Onlar, kültür hayatımızın gölgede kalmış kahramanlarıdır.
Yazarların mutfakları yalnızca kendilerinden ve günlerinden oluşmaz. Eğer sizi yazar yapan şeyden eminseniz, bulmayı istediğiniz şeyi, nerede arayacağınızı biliyorsanız adımlarınız sizi doğru ve sürprizli yerlere çıkarır.
Şu sıralar yoğun biçimde yeniden Hititlerle ilgilenmeye başladığım için, bu konu etrafında arka arkaya bir sürü kitap okumaktayım. Sonuçta, yalnızca okuma keyfi adına bile, hayli zenginleştirici deneyimler bunlar. Sonuçta hiçbir şey yazamasanız da, bunun için bile değer. Birçok kere söylemişimdir: "Taziye" adlı oyunumu, yalnızca, çocukluğumda taziye oyunlarına tanık olduğum, tiyatro eğitimi yaptığım üniversite yıllarında İran taziyeleri üzerine bilgi edindiğim için değil, aynı zamanda Freud, Jung okuduğum için de yazabildim. Bilginin batısı, doğusu yoktur. Her ikisi de insanı yazının ortasında yakalayıverir.

SENİNLE AMA ŞİMDİKİ AKLIMLA
Geçen gece, Ceylan Çaplı’nın yeniden açtığı "2 Cöye gittik. Eski "19" ve "20öyi birbirinden ayıran duvar yıkılıp tek mekâna dönüştürülerek yeniden dekore edilmiş. O gece dj’ler yarışması varmış. Balkonların birinde jüri üyeleri, tam karşısındaki dj kabininde ise sırayla müzik yapan yarışmacılar yer alıyordu. "Club music", "electronic", "house" ve "techno" seviyorum. Her şeyin olduğu gibi, bunların da iyileri ve kötüleri var. Zaman ayırıp izlerseniz, anlamaya özen gösterirseniz, içlerinden sizin de sevecekleriniz çıkacaktır. Kötü bir dj’in müzik yaptığı mekâna katlanamazken, ne kadar yorgun olursam olayım, iyi bir dj beni saatlerce ayakta tutabiliyor. Eski "Twentyönin "2 C" olarak açılmasına sevindim. Eski sevgililerimden biri de oradaydı. Yanıma geldi. "Seninle şimdiki aklımla tanışmak isterdim," dalında her yıl "Oscar"a aday gösterilmekten bıktım.

SEYİRLİK BİR SİNEMA
Hayat atölyesi
David Lynch benim sevdiğim bir yönetmen değildir. Fazla numaracı bulurum onu. Olmadığı kadar derin görünme gayreti, birçok benzerinde olduğu gibi onda da gereksiz bir kapalılığa yol açar. İnce ve duyarlı görünme meraklısı birçok insanın pek bayıldığı "Fil Adam" filminden de hoşlanmam. Usta bir sinemacı olduğu sugötürmez elbet. Kendine özgü bir sinema dili ve zevki olduğu tartışılmaz. Çerçeveleme tekniği, renk düzeni, oyuncu kullanımı başarılıdır. Başta "Kayıp Otoban" (Lost Highway) olmak üzere film müziklerini de çok sever, özellikle Angelo Badalamenti ile çalışmasını takdir ederim. Filmlerinde merak unsurunu kullanma biçimlerinden, pek çabuk taşan bilinçaltından, Hollywood klişelerini tersyüz ederek kullanırken, aynı klişelerin farklı tuzaklarına düşmesinden ve filmlerine hakim olan bir türlü halledemediği biseksüellik karmaşasından çabuk yorulurum.
Bütün bu sayıp döktüklerimden sonra, Lynch’in birbirine pek benzemeyen son iki filminden büyük keyifler aldığımı söylemek istiyorum. "DigiTürköte seyrettiğim "Straight Story" çok dokunaklı, acıtacak kadar sade, insanın içine işleyen dümdüz bir film. Bu yazıdan sonra biri çıkıp da, "O film Lynch’in değildi, sen karıştırmışsın," dese şaşırmam. Son yıllarda Vüs’at O. Bener’in yaşlılıktan söz ettiği kitaplarından sonra beni bu konuda en çok etkileyen yapıtlarından biri oldu "Straight Story".
Şu sıralar sinemalarda gösterimde olan ve Cannes’da ona en iyi yönetmen ödülü kazandıran "Mulholland Çıkmazı" ise tam bir seyirlik sinema harikası! İlk kez bir Lynch filmini ikinci kez seyretme arzusu duydum. Bence, en usta işi filmi; öncelikle gramerini tutturmuş, bütün film baştan sona aynı dili konuşuyor. Ve Lynch bu kez kendi içinde önemli bir eşik atlamış, neredeyse mizahı yeniden keşfetmiş. Bu da önceki filmlerinde olmayan bir dirimsellik sağlamış ona; gündelikteki saçmalık ve hiçlikle daha doğrudan bağlantı kurma olanağı ve yaşamsal bir derinlik kazandırmış. Filmin son yirmi dakikasında, o güya bulmacanın parçalarını birleştiriyormuş, hâlâ anlamıyorsanız bu sizin alıklığınızmış gibi yapması tadımı kaçırsa da, üzerinde durmadım. İtirazınızın bir karşılığı olmaz, çünkü belli ki, parçalardan bir sonuç ve gerçeklik çıkarmaya çalışan klasik dramaturjik kurgu meraklılarına dil çıkarmak için, oyununun bir parçası olarak yapmış bunu da...
Filmde Naomi Watts’ın oyunculuğuna şaşkınlıkla hayran olmamak elde değil. Bu kadar sıradan bir fizik, özelliksiz bir yüzün sınırlı imkânlarıyla, bu zenginlikte bir performans göstermek, ancak büyük oyuncuların harcıdır.

LİTERATÜR SOKAĞA AÇILDI
İstiklal Caddesi’nde eskiden Karaca olan mağazanın yerinde beş katlı bir kitapçı açıldı. Daha doğrusu eskiden hanın içinde olan ve daha çok eğitim kitapları satan Literatür, satış yelpazesini zenginleştirerek şimdi sokağa açıldı. Kendi adıma, yurt dışından gelirken valizlerde çok yer tutan albümleri burada bulabileceğime sevindim. Boş zamanlarında kitapçı gezmeyi seven, gördüğünde hatırlayan unutkan okurlar için geniş, ferah bir mekân. Beyoğlu birdenbire çok sayıda kitapçıya kavuştu. Bu aynı zamanda yayıncılığın ve okur direncinin de bir ölçüsüdür.

BİR YAZARIN SERGİSİ
Bruno Schulz öykülerini sevdiğim, bir öyküsünü "Çocuklar ve Büyükleri" adlı seçkime aldığım, öykü sanatıyla ilgilenenlerin mutlaka tanıması gerektiğini düşündüğüm bir yazar. Bütün öyküleri Türkçede tek ciltte toplanan Schulz’un şu günlerde karakalem desen çalışmaları sergileniyor Yapı Kredi’de.
Schulz hakkında son derece bilgilendirici, iyi düzenlenmiş bir sergi olmuş. Mutlaka gezmelisiniz. Bir ressamın değil, daha çok bir yazarın sergisi olarak ilgimi çekti benim. Bazı öyküleri için yaptığı "illüstrasyonlar", bazı desenlerinden öykü kahramanlarının fırlıyor gibi olması, kendi sözcükleriyle dillendirdiği dünya ile kendi çizgileriyle, desenleriyle gösterdiği dünya arasında ilişki kurma olanağı sağlaması bakımından yararlı ve kışkırtıcı bir sergileme... Schulz’u hiç tanımayanlar bile, duvarlarda asılı duran yazıları okuyarak bilgilenebiliyorlar.
Sergideki tek renkli resmin, öyküleri konusunda en fikir verici resim olduğunu düşünüyorum. Sokak arasında bir Musevi ve iki kadının yer aldığı bu resim, bir yazar olarak mekândan kurtuluş isteğinin, ara sokakların sapaklara, yolların labirentlere dönüşebileceği kaygısının, kısacası kaybolma korkusunun en net biçimde görüldüğü, dahası boyut oyunlarıyla yeni gerçeklikler elde eden öyküleme tekniği hakkında örnekleyici olması bakımından öne çıkıyor. Yazarların resim ya da desen yapmalarına özel bir ilgi duyuyorum. Başka bir sanat disiplininin dehlizinden geçerek yazılarına açılan yeni bir kapıya çıkıyorsunuz.

STAR GUITAR
Bu arada klip yapmanın kimi zaman ne kadar yalın ve etkili olabileceğine dair seçkin bir örnek ekranlarda dönüp duruyor. Chemical Brothers’ın "Star Guitar"ı için yapılan klip, tren penceresinden çekilmiş tek planlık bir çekimden oluşuyor. Alabildiğine etkili, güçlü; Chemical Brothers’ın ritmiyle, bir tren penceresinin çağrıştırabilecekleri arasında sağlam bir bağ kuran güzel bir klip.

E - POSTALARA TEŞEKKÜR
Doğum günüm nedeniyle yüzlerce e - posta aldım. Herkese, her şey için teşekkür ederim. Mayıs ayı içinde çeşitli kuruluşların, üniversite gruplarının ya da kitabevlerinin konuğu olarak Istanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, Diyarbakır, Trabzon, Antalya, Zonguldak, Hatay, Eskişehir, Van ve Konya’da olacağım.
"Yüksek Topuklaröla görüşmek üzere...






KÜLTÜR & SANAT