Pazar “70 milyon insan devamlı aynı maçı seyrediyoruz”

“70 milyon insan devamlı aynı maçı seyrediyoruz”

12.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

“Önümüzdeki yerel seçimleri mutlaka kazanacağız” diyen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in insanın başını döndüren bir hayat enerjisi var. O sadece yaşadığı şehri güzelleştiren bir siyasetçi olarak tanınmıyor. “Beni kısa pantolonlu halimle bilirler” diye tarif ettiği Eskişehirliler, önümüzdeki yerel seçimlerin sonucu ne olursa olsun, onu önce eğitimci ve sanatçı kimliğiyle hatırlamak istiyor

“70 milyon insan devamlı aynı maçı seyrediyoruz”

Boz renkli bir Anadolu şehrinin sarı, solgun nehrinde orijinal bir Venedik gondoluyla süzülürken başımı kaldırıp dişsiz ihtiyarlar gibi sırıtan çirkin apartmanlara baktım bir süre. Sonra Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e dönüp “Sizce de biraz absürd değil mi? Porsuk Çayı’nın üzerinde, şahane bir gondolun içindeyiz ama binalar dökülüyor. Şehri güzelleştirmek için harcadığınız bütün o çabaya rağmen tarihi yeniden yazamıyorsunuz, değil mi?” dedim. Gülümsedi. “Şehirler de değişir. Hiç değilse benden sonraki bölümünü düzeltmek istiyorum” dedi.    


Eskişehirli olmak size ne ifade ediyor?
Bana coşku, heyecan veren, rahat nefes aldıran bir şehir burası. Ben bu şehirde doğdum, büyüdüm, okudum. Yüzmeyi bile Porsuk Çayı’nda öğrendim. Buradan vazgeçemem. Çocukluğum II. Dünya Harbi’nin sonuna denk geldi, çok sıkıntılı yıllardı. Biz çocukken koyun kafataslarının çene kemiklerini tabanca diye kullanırdık. Bilyeleri topraktan yapardık.
Ben o yılların Eskişehir’inde yaşadım ama o şehir bu gördüğünüz şehir değil. Torunlarıma, öğrencilerime bu şehrin eski halini anlatıyorum. Eski fotoğraflara bakıyor ve şimdiki haline çok şaşırıyorlar. 

Bence bir şehirde doğmak orayı sevmeye yetmez, nesini çok seviyorsunuz bu şehrin?
Bu şehrin insanını çok seviyorum öncelikle. Burası göçmenler şehri, dolayısıyla çok dinamik bir yapısı var. Osmanlı’nın çöküşünde yaratıcı, sevecen, cesur, müteşebbis insanlar buraya yerleşmiş. Onların varlığı beni heyecanlandırıyor. Şehir insanla önem kazanıyor. 

Güzel sanatlara yakınlığınızdan bahsediyorsunuz sıkça, neden akademisyen oldunuz?
Kader işte... Bana “Güzel sanatlara gir ama aç kalırsın, mimar ol” dediler. Babama sevinerek mimar olacağımı söyledim ama o üzüldü, “Seni okutamam” dedi. Sonra hukuka kaydoldum ve gazeteciliğe başladım.
Hiçbir zaman akademisyen olmayı düşünmemiştim. İstanbul’a gidip gazetecilik yapmak istiyordum ama hocam beni okulda kalmaya ikna etti. Doçent olduğum gün akademi başkan yardımcısı olarak atandım. Profesör olunca da akademi başkanı seçildim. O sırada Aydın Doğan, Milliyet gazetesini satın almıştı ve genel koordinatör arıyordu. Anlaşmıştık aslında. Kendisinden 15 gün izin istedim. Tatilden sonra işe başlayacaktım ama o sırada Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü’ne atandım.    

Pişman mısınız, belediye başkanı değil de bir gazete yöneticisi mi olmak isterdiniz?
Hayır, hiç pişman değilim, akademik hayatı da çok sevdim. Biliyorsunuz, önemli ilklerden birisini de gerçekleştirdim ben. Üniversiteye giremeyen insanın ömrünün sonuna kadar eğitim görebilmesi için hakkı olan fırsat eşitliğini savundum ve açıköğretim sistemini kurdum. Ben Türkiye’de diplomaların altında en çok imzası olan rektördüm. 


“İnsanları evde yaşamaya mahkum etmemek lazım”


Hedefe ulaşana kadar mücadele ediyorsunuz, hep böyle miydiniz?
Teşhisiniz doğru ama ben her zaman hayallerin yanına gerçekleri koyarım. Söylediğiniz gibi hedefe kilitlenirim. 

Ona eminim. Hayallerinizle gerçekler çakışmadığında ne oluyor?

Engeller yasalsa suç işlemeden nasıl çözerim diye bakıyorum. Benim başında bulunduğum kurumun dışındaysa sorunu çözmek için senaryolar yazarım. 

Hangi tarafta daha çok sorun yaşadınız: Akademik hayatta mı, siyasette mi?
Akademik hayat zordur, orada herkes rütbelidir. Bir de kibirlidir onlar. İki insan bir araya gelip birbirine fikir soramaz. Belediyede iş yapmak daha zor elbette çünkü körü körüne siyaset yapılıyor bu ülkede. Başarılı olmamanız için devamlı eleştiriyor ve yapacaklarınıza engel olmaya çalışıyorlar.  

Sizce insanın şehirle nasıl bir ilişkisi olmalı?
Bu bölgede yaşayanlar yaratıcıdır, şık giyinmeye meraklıdır, ayrıca üniversiteler yüzünden gençlerin çok sevdiği bir şehir haline geldi burası ve çok büyüdü. Ben şehrin otomobil gibi petrol yakan araçlardan ziyade insanlar için olduğuna inanırım.
İnsanları evlerde yaşamaya mahkum etmemek lazım. Sokakta bir hayat yoksa şehir kültürü yaratamazsınız. Bunu da ancak tiyatro, sinema, konser salonu, müze gibi sosyal mekanlar oluşturarak yapabilirsiniz. Bir de tabii, şehirlerinin yaşanabilir yerler olmaktan çıktığı garip bir süreç yaşıyoruz. Eğer şehirleri yeniden yapabilirsek orada yaşayanlarla Türkiye’nin problemlerine çözüm üretebiliriz diye düşünüyorum. 

En çok hangi yönünüzü eleştiriyorlar? 
Büyükşehir Belediye Meclisi’nde çoğunlukta olan AKP’li üyeler devamlı eleştiriyor zaten. 


“Türkiye’de 50’den fazla parti var, böyle demokrasi olmaz”


Ben sokaktaki insanı kastetmiştim.
Genelde bizim icraatlarımızdan hoşlanmayanları iki gruba ayırmak lazım. Partizan olanlar, yani futbol takımı tutar gibi parti tutanlar ve çıkarlarına dokunanlar, yani değişime menfaatlerini kaybetmemek için karşı çıkanlar. Yine de bütün bu insanlar akademik dönemimde yapılanları bildiği için bana güvenir. Eskişehirliler beni kısa pantolonlu halimle bilir. 

Bir belediye başkanı olarak siyasete mesafeli durabiliyor musunuz?
Siyasete mecburen girmek zorunda kalıyorsunuz, zira projelerinizi belediye meclisinde onaylatmak zorundasınız. Gönül ister ki siyasettekiler iş yapanlara destek olsun ama o tür bir yaklaşımları hiç olmadı.  

İlçe belediyeleri AKP’li olmasa daha mı uyumlu çalışırdınız?  
Belki ama öncelikle seçimle gelen insanlara oy verenlerin en iyi hizmeti beklediğine inanmaları lazım. Şehir belediyelerinde vahşi rant kavgaları var maalesef. Bazı partilerin üyeleri de o vahşi kavgada en büyük parçayı kapmaya çalışıyor. Ben siyaset yapmaksızın siyasetle mücadele ettiğim için o paylaşmanın önünde bir engelim, bütün mesele de bu zaten. Önümüzdeki seçimlerde de haliyle büyükşehir belediye başkanlığını bizden almak istiyorlar. 

Türkiye önemli bir değişim sürecinden geçiyor. Siz yerelden merkeze bakınca ne görüyorsunuz?
70 milyon insan devamlı aynı maçı seyrediyoruz. Müdahil olamayan taraftar gibiyiz. “Avrupa Birliği’ne girip bütün sıkıntılardan kurtulacağız, çok çalışıp kalkınmak yerine bize borç versinler yaşayalım” diyoruz ama kendi kaynaklarımıza güvenmiyoruz. Yereldeki yağma bütünden daha fazladır her zaman, yerel merkezi yönetimin tabanının teşkil ediyor. 

Çözüm öneriniz ne?
Anayasayı değiştirmeden önce şu seçim kanunlarını değiştirerek adam gibi bir sistem kurmak lazım. 

Önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimlere dair nasıl bir öngörünüz var? 
Partiler ve seçim kanunu değişmediğine göre henüz Türkiye’yi düzlüğe çıkaracak bir tablo göremiyorum. Vatandaşın işbaşına getirdiği siyasetçilerin, insanların inançlarını suiistimal ederek, yoksullara çıkar sağlayarak geliştirdiği sadaka sistemini önlenmesi lazım. Bu manada da partilerin işbirliği yapması gerekiyor. Bakın 50’den fazla parti var, böyle demokrasi olmaz. Her partinin tek başına iktidara gelme veya koalisyon ortağı olma hayalinden vazgeçmesi gerekiyor. 


“Eğer insan tembel değilse yaş alıyor ama yaşlanmıyor”


Önümüzdeki dönemde seçimleri tekrar kazanabileceğinize inanıyor musunuz?
Seçmenler arasında hangi partiden olursa olsun benim düşünceme yaklaşanlar olduğunu görüyorum. Ne yapıp edip bu seçimi alacağız ancak benim seçilmem yetmiyor, ilçe belediyelerini de almam lazım ki Büyükşehir Belediye Meclisi’nde yıllardır engellenen projeleri de hayata geçirebileyim. 

Sanıyorum siz bu enerjinizle “Sosyal demokratlar çalışmaz” klişesini en azından bu şehirde yıktınız.
Doğru, sosyal de-
mokratlar kavga etmekten iş yapamaz. Benim yaptığım pratik çözümler bulmak, koşullara göre formül geliştiririm. 

Kendinizi siyaseten nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben özel sektörün kazandığı, Türkiye’nin AB’ye üye olduğu ancak zenginleşmenin sosyal adalet ölçüleriyle paylaşıldığı bir düzenden yanayım. Kendimi “pratik kalkınmacı ve sosyal adaletçi” diye tanımlayabilirim. 

71 yaşındasınız. Tekrar seçilirseniz çalışmaya devam edeceksiniz. Ne zaman durmayı planlıyorsunuz?
Allah kısmet ederse son nefesimi verinceye kadar çalışmak istiyorum. 

Bu yaşta nasıl böyle dinç görünüyorsunuz, spor yapmaya vaktiniz oluyor mu? 
Hayır, ben hiç kendine bakan bir adam değilim. Yemek yemeyi bile unuturum. Çalışmak beni dinç tutuyor sanırım. İnsan tembel değilse yaş alıyor ama yaşlanmıyor. 

Gözünüzü kapattığınızda 100 yıl sonranın Eskişehir’ini nasıl hayal ediyorsunuz?
Her zaman çocuksu bir yanım oldu. “Jetgiller” adlı bir çizgi film vardı ya hani, uzay araçlarıyla uçarak işe giden insanlar. İşte öyle bir şehir hayal ediyorum. 


“Atatürk’ün yüzünü en iyi ben yaptım”


Nasıl heykeltıraş oldunuz?
Madame Tussaud Müzesi’nde galerileri gezerken çopur yüzlü, çirkin bir heykel gördüm. Baktım altında Mustafa Kemal yazıyor, çok sinirlendim. Dönünce tanıdığım heykeltıraşlara söyledim. Önce “Yapılamaz, kolay değil” dediler. Ama ben ikna olmadım ve Şadi Çalık’tan heykel dersi almaya başladım. İlk yaptığım balmumu heykeli felaketti ama sonra Atatürk’ün yüzünü en iyi biçimde yapmayı becerdim. 

“Atatürk’ün yüzünü en iyi bilen benim” demişsiniz. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?
O dönemde Atatürk’ün ölümünden sonra maskının alındığına dair bir yazı okumuştum. Çankaya Köşkü’nün çelik kasasında duruyormuş. Ölümünden sonra çene bağının kenarlarına kadar maskını almışlar. Onu buldum ve pergel kullanarak kopyasını çıkardım. Tabii son dönemlerinde hasta olduğu için çene içeri gömülmüş, yüz zayıflamış ama şakaklarını, alnını, burnunu ölçüp eski haline göre yaptım. 

Atölyenizde yüzlerce Atatürk heykeli var, neden sadece Atatürk heykeli yapıyorsunuz?
Cumhurbaşkanları da var, bir müze kurmayı düşünüyoruz. 

Sanıyorum şehir sokaklarındaki heykelleri de burada üretiyorsunuz. 
Güzel Sanatlar’da heykel bölümünü kurduk ama Türk halkına heykeli sevdiremedik. Heykel bağnaz çevreler tarafından hâlâ put diye kabul ediliyor. Belediye başkanı olduktan sonra “Avrupa’da heykellerin önünde
resimler çektiriyorlar, neden burada olmasın” dedim. Köylüsüyle, kentlisiyle heykelleri o kadar sevdiler ki, varoşta yaşayanlar “Buralara da heykel yapın” diyor. 

Yılmaz Büyükerşen’in “ilkleri”

Haberin Devamı

Türkiye’nin ilk televizyonla eğitim sistemi
Türkiye’nin ayakta kalan ilk uzaktan eğitim sistemi (Açıköğretim)
Dünyada bir üniversitenin sahip olduğu ilk havaalanı 
Türkiye’nin ilk sivil havacılık eğitim kurumu
Türkiye’nin ilk balmumu heykelleri
İşitme Engelli Çocuklar Okul Öncesi Eğitim Merkezi