Pazar “70 yaşına da gelsen kendini yolun başında göreceksin, yaptığımız işin sonu yok”

“70 yaşına da gelsen kendini yolun başında göreceksin, yaptığımız işin sonu yok”

28.04.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

"Sofrada Baş Başa"nın bu haftaki konukları Mehmet Turgut ve Hülya Koçyiğit

“70 yaşına da gelsen kendini yolun başında göreceksin, yaptığımız işin sonu yok”

Hülya Koçyiğit
Milliyet Gazetesi için Mehmet Turgut ile gün bitiminde keyifli bir sohbet için buluşma fikri bana iyi gelmişti. Aslında günlerdir sürekli bir yerlere gidip insanlarla konuşup onları dinlemek, anlamak yorucuydu...
Dünyanın en güzel şehrinin, en güzel semtlerinden birinde, çok özel bir restoranda müthiş lezzetleri tatmak, şimdi düşünüyorum çok iyi gelmiş bana. Yakamoz ışığı eşliğinde, martıları ve İstanbul’u dinlemek kime iyi gelmez ki?
Mehmet Turgut’un işine olan aşkı beni heyecanlandırdı. Daha 30 yaşında olmasına karşın yaşamla ilgili rafine ve dem almış dünya görüşünden etkilendim. Belki de en çok özgüvenine hayranlık duydum. Genel problem gibi gördüğüm özgüven bence başarı için en önemli araç. Sanıyorum bir süre sonra yaratıcılığı yalnızca fotoğraflarla sınırlı kalmayacak.
Bir de 30-60-90 buluşmasına davet ettirdim kendimi... Bu da iyi geldi açıkçası...

Mehmet Turgut
Hülya Koçyiğit ile geçirdiğim bu paha biçilmez iki saati bir paragrafta anlatabilmem neredeyse imkansız.
Ben bu buluşma sayesinde hayatımda olan bir çok rengin yanı sıra farklı bir renk kazandığımı düşünüyorum ve bunun devam edeceğini canı gönülden hissediyorum. Daha önümüzde uzun yıllar var, daha çok yemekler yiyip, çok sohbetler edip, birçok konu üzerinde tartışıp fikir alışverişinde bulunabiliriz bence.

Haberin Devamı

Mehmet Turgut: Bu benim yeni çıkan kitabım. Yekta Kopan da editörü oldu. Sizin için imzalayayım. Sizde olması benim için çok büyük bir keyif. Bunlar benim son 11 senede çektiğim, yurt dışında sergilenen işlerden. Bu arada ben size rakıyla eşlik edeceğim. Şarap uykumu getiriyor. Aydın Boysan’ın da öğrencisi olduğum için... Haftada iki gün beraberiz biz. Mustafa Hoca (Alabora), Aydın Abi, ben... Tanırsınız zaten. Üçümüz 30-60-90 diye bir yemek düzenliyoruz. Bankalar bize özel günler düzenliyor, İKSV’de şöyleşiler yapıyoruz.
Hülya Koçyiğit: Keyifli bir iş.
Mehmet T.: Organik olduğu için çok iyi oldu yani biz zaten yemek yiyorduk beraber. Biliyorsunuz ki üçümüz de döneminin en hayta adamları olduğumuz için o kadar çok ortak noktamız var ki...
Hülya K.: Çok güzel. Bu kitaba evde doya doya bakarım. Güzel de bir başlangıç oldu Aydın Boysan ve Mustafa Alabora... Aydın Boysan
ile ne yazık ki hayatımda bir kez muhabbet edebildim.
Mehmet T.: Hemen organizasyon yapayım o zaman.
Hülya K.: Çok memnun olurum çünkü çok müstesna bir kişilik. İyi ki hayatımızda böyle bir insan var. Mustafa Alabora ise benim çok sevdiğim bir dostum.

“Benim babam da, babamın babası ve annesi de fotoğrafçı”
Mehmet T.: Benim manevi babam gibidir. Onun apartmanında oturuyorum, bahçe katında beraberiz her gün yani.
Hülya K.: Çok arzu ederim bir gün bu üçlünün olduğu muhabbete katılmayı. Bir şey dikkatimi çekti; karşımdaki siz değil ama bu kitabınızdaki fotoğraf Freddie Mercury’ye benziyor. Daha önce benzeten oldu mu bilmiyorum.
Mehmet T.: Oldu. Makedonya’da bir çekimdeyim, gece bir bardayız, bir şeyler içiyoruz. İki tane çok güzel Makedon kız geldi yanıma “İnanamıyoruz” diye. “Allah Allah” dedim, “Taa Makedonya’da beni nasıl tanıdılar”... “Sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?” dediler. En son giderken “O kadar çok Freddie Mercury’ye benziyorsunuz ki biz çok hayranıyız onun, o yüzden sizinle fotoğraf çektirdik” dediler. Çok da severim Queen’i bu arada.
Hülya K.: Nasıl bir ailede yetiştiniz?
Mehmet T.: Biz Ankaralıyız. Babam Erzurum doğumlu. Bize esnaf saygısı aşılandı. Benim babamın babası da fotoğrafçıymış. Hatta rahmetli babaannem de fotoğrafçıymış. Kadınlar erkeklere fotoğraf çektirmek istemiyor. Dedem babaanneme öğretiyor; babaannem kadınları, dedem de erkekleri çekiyor. Babamla aramızda tam kırk yaş var.
Hülya K.: Bayağı geç dünyaya geldin...
Mehmet T.: O kırk yaşındayken ben dünyaya gelmişim. Hâlâ fotoğrafçılığa devam ediyor ama.
Hülya K.: Erzurum’da mı?
Mehmet T.: Yok Ankara’da. Erzurum’da doğmuş ondan sonra Gaziantep’e yerleşmişler sonra Ankara’ya gelmişler. Mustafa Hoca benim için “Mehmet Ankaralı ama tedavi görmüş bir Ankaralı” der. Doktor da kendisi...
Hülya K.: Ankara ile ilgili peşin bir yargı vardır ya; memur kenti, üniversite kenti gibi... Sanki orada her şey daha resmi olmak zorunda. Halbuki değil. Ben Ankara’da okudum iki dönem.
Mehmet T.: Ben Ankara’dan geleli beş buçuk sene oldu. Çok yeni yani.
Hülya K.: Peki, babayı izlerken mi ona öykündünüz ya da yardım ederken mi kendinizi işin içinde buldunuz? Nasıl oldu?
Mehmet T.: Ben hiç şey yaşamadım; hani çocuk okuldan çıkar, evine gider, ödevini yapar sonra televizyon karşısına geçer... Benim hayatımda hiç böyle bir şey olmadı. Okuldan çıktıktan sonra doğru stüdyoya gittim. Annem de orada, beraber çalışıyorlardı. Yani hep stüdyonun içindeydim.

“Mustafa Hoca ile en iyi meyhaneleri buluyoruz, ben de fotoğraflıyorum”
Hülya K.: Futbolla ilgilenir misiniz?
Mehmet T.: Hiç alakam yoktur. Takım bile tutmuyorum.
Hülya K.: Ben tabii mecburen çok içindeyim. Benim eşim (Selim Soydan) eski futbolcu. Hayatında en zevk aldığı şey futbol; hem mesleği hem hobisi. Onun için bizim evde bol bol futbol konuşulur. Hakikaten futbolla hiç ilgisi olmayan insanlar olduğu gibi korkunç fanatikleri de var.
Mehmet T.: Benim hayatımda izlediğim tek maç var o da Milan-Juventus maçı... Bir marka bizi Milano’da izlememiz için davet etmişti. O da bitmek bilmedi yani bana. Bir dünya kupası maçını izlemektense sizinle burada yemek yemek gerçekten yüz kat daha keyifli.
Hülya K.: Şu anda Türkiye’nin yarısından çoğunun kalbi güm güm atıyor bu akşam için. Fenerbahçe-Benfica maçı var.

“Yönetmenlik için aceleci davranıp amatör bir şey yapmak istemem”
Mehmet T.: Yalnız barbunya inanılmaz güzel. Ben rakıya biraz meraklı olduğum için rakının yanında yediğim şeyler çok önemli benim. Çok fazla meyhane geziyorum. Hatta Mustafa hocayla bir projemiz var bu konuyla ilgili. İstanbul’da muhitleri gezip en iyi meyhanelerini buluyoruz, ben de fotoğrafları çekiyorum...
Hülya K.: Çok hoş olur. Çok güzel insandır Mustafa. Pırlanta gibi bir evlat yetiştirdi. Hepimiz çok seviyoruz Memet Ali’yi. Fotoğrafla bu kadar ilgili olunca doğal olarak da sinema da ilgi alanınız değil mi?
Mehmet T.: Evet bayağı bir ilgi alanım ama hiç acele etmiyorum.
Şu an gözlem ve biraz okuma, anlama dönemindeyim. Çok aceleci davranıp amatör bir proje yapacağıma bekleyip daha oturaklı bir şey yapmak istiyorum. Biliyorsunuz senaryo ve oyuncu seçimi çok önemli bu işte.
Hülya K.: Oyuncu seçimi çok önemli çünkü o yanlış olunca bu sefer hikayede bir şey aksıyor, doğru gitmeyen bir şey var diyorsun. Ama tabii ki hiçbir şey senaryo kadar
önemli değil.
Mehmet T.: Adrien Brody’ye bayılırım ben mesela, çok iyi bir oyuncu. “Piyanist”te çok iyiydi.
O adamı aldılar bir tane canavarlı, action filminde oynattılar. İkisi de aynı adamdı ama o film korkunçtu.
Hülya K.: Oyuncu da yerini buldu mu, yönetmenini buldu mu çok büyük performans verebilir. Neticede oyuncu yönetmenin elindeki bir malzeme.

Haberin Devamı

“70 yaşına da gelsen kendini yolun başında göreceksin, yaptığımız işin sonu yok”

Haberin Devamı

Mehmet Turgut: Kaç film çektiniz tam olarak?
Hülya Koçyiğit: Çok film çektim. Sanki ayıpmış gibi utanıyorum sayısından.
Mehmet T.: Çok merak ediyorum.
Hülya K.: 200 tane.
Mehmet T.: Tam 200 mü?
Hülya K.: 198.
Mehmet T.: Vay be!
Hülya K.: Bir insanın ömrüne nasıl sığar değil mi böyle bir sayı?

Haberin Devamı

“Tamam dedim, ben bu görevi üstlenirim”

Haberin Devamı

Hülya K.: Ayrıştıran, ötekileştiren, güvensiz, korkak, biraz böyle hastalıklı gibi bir şeyler olduk son yıllarda. İçinde bulunduğumuz siyaset, içinde bulunduğumuz şiddet... Bazılarımız bir miktar içindeyiz bazılarımız görmezden gelmeye ve yok farz etmeye, reddetmeye çalışıyoruz ama gerçekçi değil bu. Bu ülkede insanlar ölüyorlar, canlar yanıyor, evlerde ağıtlar çekiliyor... Yirmili yaşlarda bu ölen insanlar, hiçbir hayat yaşamadılar, çocuk yani daha... Gelen giden hükümetler bu konuda projeler üretiyorlar, fikirler üretiyorlar, halkın nabzını yokluyorlar, askeri tedbirler alıyorlar ama olmuyor, yetmiyor, bitmiyor. Dağdaki şiddeti, terörü durduramıyorlar. Bu defa ister konjonktür gereği deyin, ister zamanlama, ister irade, ister proje... Ne dersek diyelim ilk defa “Bunun arkasındayız ve şiddeti bitireceğiz” diye ciddi olarak bir kararlılıkla beni davet ettiler. Benim gibi 63 kişiyi davet ettiler. Ve bize dediler ki sizler toplumun bir örneğisiniz. Toplumdan çeşitli insanların düşüncelerine yakın olsun diye sizi seçtik. Toplum ne diyor? Hazır mı? Terörün bitmesiyle ilgili, kanın durmasıyla ilgili teklifleri var mı? İtirazları mı, korkuları mı var? Bir sivil toplum örgütü gibi düşünün kendinizi ve halkın içine girin, onlara sorun. Halkın nabzını tutun. Nedir ne söylüyorlar? Böyle bir göreve sizi davet ediyorum. Bu yol bizi barışa götürecek, bu yol bizi çözüme götürecek; anlayacağız ve ona göre planlarımızı yapacağız. Bilin ki kararlıyız, biz bunu halledeceğiz. O zaman bende hay hay dedim. Bir bahanem yok, ne diyeceğim hayır ben bu işe girmem mi diyeceğim! Tamam dedim ben bu görevi üstlenirim. Şimdi yaklaşık bir aydır mümkün olduğu kadar çok insanı ziyaret edip onların fikirlerini paylaşıyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Onları raporluyoruz. Hükümete yolladığımız gibi yarın öbür gün kamuoyuna da açıklayacağız. Amacımız hükümetin söylediği bir şeyi insanlara bildirmek değil. O başka bir görev. Onu zaten yapıyor partili insanlar. Bizim bir partimiz yok.

“Sahneye en son çıkan sanatçı gibi”
Mehmet T.: Gayet güzel bir misyon. Ama ülkede sizin dediğiniz gibi sinirli olma durumu hakim. Bu okumuş, görmüş geçirmiş diye adlandırdığımız, sosyal medya kullanabilen insanların da gün içerisinde yazdıklarını okuduğumda da fark ediyorum ki herkes çok sinirli. Herkes bir şeylere tepkili. Beni de mutsuz eden şeyler var ama ben onlarla ilgili her sene bir sürü projenin altına imza atıyorum. Yani yılda beş tane sosyal sorumluluk projesini kim çekiyor, kim duyuruyor? Onu yaptığım için de beni yargılıyorlar bazen, onu bile anlayamıyorlar. Mesela kadına şiddetle ilgili bir şey çektim geçenlerde. Oraya ünlü insanları koymamın sebebini anlayamadılar hala. Ben oraya sekiz tane ünlü kadın koyuyorsam onu televizyonda izleyen genç neslin, o çocukların “Bilmem ne abla da, abla diyorlar ya hep, bunu yapmış demek ki bu kötü bir şey, ben onu dinleyeyim.” Türkiye’de “bir işte niye ünlüleri kullanıyorsunuz” diye bir laf var ya, çok saçma bence. E kimi kullancaktık? O zaman nasıl dikkat çekeceksin? Sizin gibi insanların hem sevdiği hem de güvendiği sanatçıların sayısı bu ülkede 50’yi geçmez. Sizin gibi bir insanın bu akil insanlar arasında olması çok önemli, sahneye en son çıkan, en önemli sanatçı gibi.

“TV programına başlıyorum”

Mehmet T.: Ben 13 yıldır televizyon izlemiyorum.
Hülya K.: Medyada değerli olarak bize gösterilen şeylere çok üzülüyorum ben.
Mehmet T.: Balon hepsi, yazık.
5 Mayıs’ta NTV’de kültür sanat programına başlıyorum. Bana sorduklarında ne yapmak istiyorsun diye; diyorum ki ben kültür-sanat, fotoğraf ve sohbet programı yapacağım ama anons yapmak istemiyorum. “Merhaba, hoş geldiniz, ben Mehmet Turgut, bugünkü konuklarım...” diye yapmak istemiyorum.
Hülya K.: Sen lap diye gireceksin.
Mehmet T.: Ben lap diye gireceğim, konuşacağım. Yaptığım sergiyi, beğendiğim olayları, hepsini göstereceğim. Konuğumla ilgili konuşacağım. Sonra onları götürüp bir konseptle fotoğraflarını çekeceğim ve orada da sohbet edeceğim, bitecek. 45 dakika.
Hülya K.: Bir de böyle bir şey görsün insanlar.
Mehmet T.: Yanında hani yardımcı olur ya, komik bir tip...
Onu da zombi yaptım. Ben ne zaman kalksam benim koltuğuma oturuyor.
Hülya K.: Çok hoşmuş. Mutlaka seyredeceğim.

“Hollywood yapımcıları beni ajan gibi takip etmişlerdi”

Hülya K.: Yurt dışında da sergiler açtım dediniz değil mi? Nerelerde? Nasıl oluyor? Davet mi alıyorsunuz?
Mehmet T.: Evet. Bundan yaklaşık on sene önce Ankara’daydım. İtalya’dan bir telefon geldi. “Sizi takip ediyoruz internetten, biz dünyada üç tane farklı ülkeden fotoğrafçı seçtik.
Birisi de sizsiniz” dediler.
Hülya K.: Çok ilginç ve çok fazla şaşırmıyorum çünkü 1964 yılında benim başıma böyle bir şey geldi. “Susuz Yaz” için bizi Meksika’ya Acapulco Film Festivali’ne davet ettiler. Orada bir hafta festivali izleyeceğiz. Nereye gitsem, gözlüklü iki tane adam sanki beni takip ediyorlar. Casus gibi, bir tuhaf oldum. Yanıma geldiler. Benim İngilizcem o zaman hiç yok diyebilirim. Hemen bir yardımcı aradım ve dertlerini anlattılar: “Biz burada Metro-Goldwyn-Mayer’in görevlendirdiği “ajanlarız”, yepyeni yetenekleri keşfetmek için buradayız. Filminizi gördük, sizi izliyoruz ve sizinle bir sözleşme yapmak istiyoruz.” Kaçacak delik arıyordum, o kadar korkmuştum. 15-16 yaşındayım, Acapulco’ya gelmeden önce babam vefat etmiş ve ne olacağım belli değil, Ankara’da Devlet Konservatuarı’nda talebeyim... Ve altı yıllık mukavele istiyorlar benden. Afalladım, “Yapamam” dedim ve yapamadım. Hani bazen soruyorlar “keşke dediğiniz şeyler oldu mu?” diye...
Çok keşkelerim olmadı ama bir anda aklıma geldi bu olay. Gençlere böyle bir teklif gelse kaçırmamasını tavsiye ederim.
Mehmet T.: Ben New York’taki bir galeriyle mail’leşebiliyorum yani. Yurt dışındaki Avrupa ülkelerinden portföyüme bakıp işler geliyor. Bayağı sanki Türkiye’de bir firmaymış gibi teklif gönderiyorum.
Hülya K.: Hem teknolojinin ilerlemesi hem Türkiye’nin dünyaya daha açık bir toplum olması çok fark ettiriyor.
Mehmet T.: Babamla birlikte Ankara’da seminer verdik. Fotoğrafta 40 yaş 40 fark diye.
Arada 40 yaş var ya... Babama sordular “Mehmet Turgut’un fotoğrafçılığını nasıl buluyorsunuz?” diye. Cevap şuydu: “Daha yolun başında.” Çok haklıydı ama. Gerçekten ben de öyle görüyorum.
Hülya K.: İnan bana 60 yaşına da gelsen öyle göreceksin 70 yaşına da gelsen... Sonu yok çünkü yaptığımız işin; iyinin, güzelin sonu yok.
Mehmet T.: Mesela bir film çektikten sonra izlediğinizde şimdi oynasam daha iyi oynardım dediğiniz oluyor mu?
Hülya K.: En büyük eleştirim bu.
Mehmet T.: Benim son verdiğim röportajın başlığı “Mehmet Turgut ile ünlü Mehmet Turgut’u öldürmek üzerine konuştuk.”

“Türkan, Filiz ve ben filmlerde aynı şekilde ağlıyor, aynı şekilde konuşuyorduk”

Mehmet T.: Kaç film çektiniz?
Hülya K.: Çok film çektim. Sanki ayıpmış gibi utanıyorum sayısından.
Mehmet T.: Çok merak ediyorum.
Hülya K.: 200 tane.
Mehmet T.: Tam 200 mü?
Hülya K.: 198.
Mehmet T.: Vay be!
Hülya K.: Bir insanın ömrüne nasıl sığar değil mi böyle bir sayı?
Mehmet T.: İnanılmaz.
Hülya K.: Türkiye şartları öyle gerekiyordu öyle yapıldı. Zaman içinde gördüm ki kendi kendimi tekrar ediyorum, aynı şeyleri yapıyorum. Beni içimdekileri araştırmak için dahi kamçılayan hiçbir şey yok. O zaman “Eyvah bu gidiş iyi bir gidiş değil” diyerek frene bastığım zamanları hatırlıyorum. Talep edilen bir star olduğum için en azından senaryoda, yönetmende aradığım taleplerimi dile getirebildim. Daha gerçek insanları canlandırmak istiyordum. Çok fazla karton karakter olarak kaldık. Yani Allah’tan o ara o cazgırlığı yapmışım.
Mehmet T.: İyi ki yapmışsınız. Bunu fark etmeniz de çok büyük bir erdem.
Hülya K.: İlk, kendimi seslendirmek istiyorum diye direndim. Ona da izin vermiyorlar. Başkasının benim namıma konuşuyor olması yıllarca beni çok irrite etti. Çok mücadele ettim. Bana diyorlardı ki “Hayır seslendirme, seslendirme sanatçılarının işidir. Siz kendinizi seslendiremezsiniz”. Çok garip.
Mehmet T.: Çok garip gerçekten.
Hülya K.: Yıllar önce Mısır’dan Türk filmlerini satın almak için bir yapımcı gelmiş. Benim sürekli çalıştığım Erman Film’de filmlerimizi izlemiş, benim, Türkan’ın (Şoray) Filiz’in (Akın)... Sonra “Bir şey dikkatimi çekti hangi ekolden bu oyuncular, hangi okuldan mezunlar? Bunlar bir ekol olmalı, aynı tarzda ağlıyorlar, aynı tarzda konuşuyorlar bakışıyorlar” demiş. Bu benim kulağıma geldiği zaman yer yarılsa da yerin dibine girsem dedim, o kadar utanmıştım.
Mehmet T.: Şu anki sinema için ne düşünüyoruz?
Hülya K.: Yeni soluk katmaya çalışan, deneyen, hevesli, heyecanlı gençler var. Cesurlar, alıp filmlerini yurt dışında deniyorlar şanslarını. Çok hoşuma gidiyor.
Mehmet T.: Tiyatro da bayağı gelişti biliyorsunuz. Bu sene Afife Jale ödüllerinde bir sergi düzenliyorum. Bütün jüriye opera sanatçılarının yaptığı grotesk makyajdan yapıp onların farklı ifadelerini çektik.

“Cihangir’de yeşilliğin içinde yaşıyorum”
Hülya K.: Ben senelerce deniz kenarında oturdum. İstanbulluyum doğma büyüme... Kuzguncuk’ta büyüdüm. Hiç Kuzguncuk’a gittiniz mi? Oradaki meyhane çok meşhurdur, oraya gidin. Evlendikten sonra Suadiye’de oturduk. Suadiye’de 17 Ağustos depremini yaşadık, daha doğrusu ben değil eşim yaşadı ve üzerinde etkisi kaldı... Sonra kızım tutturdu; “tek katlı bir eve geçin artık” diye. Zekeriyaköy’e taşındık. Biz taşındığımız zaman “Eyvah ben ne yapacağım, deniz görmeden nasıl yaşayacağım?” dedim. Ama zaman içinde oraya da alıştım. Orada da aradığını bulabileceğin kadar zengin tabiat var...
Mehmet T.: Ben de yeşilliğin içindeyim
Hülya K.: Nerede oturuyorsun?
Mehmet T.: Cihangir’de.
Hülya K.: Ama yeşilin içerisinde?
Mehmet T.: Evet öyle bir şansım var. Büyük bir bahçesi var. O bahçede 170-200 yıllık bir manolya ağacı var. O ağacı sabah gördüğüm zaman bütün moralim düzeliyor. Yakında açacak biliyorsunuz.
Hülya K.: Saygılarımı sunarım.
Mehmet T.: Dün Aydın abi ve ben bir meyhaneden çıktık, aracının gelmesini bekliyoruz. Bir ağaç gördü, iki tane tokat atıp “Naber, ne yapıyorsun?” dedi ağaca.
Hülya K.: Bazı insanlar vardır, ne olur Allah’ım hep yaşasınlar, hiç ölmesinler diyorum. Aydın Bey öyle bir insan.
Mehmet T.: Yani 93 yaşında, 61 yaşında kitap yazmaya başlamış, şu anda yanılmıyorsam kırk üçüncü kitap çıkacak.
Hülya K.: Dopdolu bir insan. Bütün biriktirdiklerini paylaşmış bizimle.
Mehmet T.: Doğduğunda Vahdettin padişahmış. Atatürk’ü iki kez görmüş.

YEMEK KOÇYİĞİT’İN TERCİHİ BEBEK BALIKÇI’DA YENDİ

“70 yaşına da gelsen kendini yolun başında göreceksin, yaptığımız işin sonu yok”

Başlangıç olarak meze tabağı alındı. Hülya Koçyiğit’in seçimi tekir oldu.

Yazarlar