Pazar "Adım ‘Gavur Hoca’ idi ama Kuran öğrettim"

"Adım ‘Gavur Hoca’ idi ama Kuran öğrettim"

22.12.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Adım ‘Gavur Hoca’ idi ama Kuran öğrettim"

Adım ‘Gavur Hoca’ idi ama Kuran öğrettim





Solcular, onu 70’lerden beri tanıyor. Marx’ın "Grundrisse (Anahatlar)" kitabını çevirmek için bir yaz Burgazada’ya kapanıp Almanca öğrendiğinden ve başardığından efsane gibi söz edilirdi.
Birikim dergisindeki resmi ideolojiyle taban tabana zıt tarih ve felsefe makaleleri mangalda kül bırakmayan solcuları bile şaşırtır, ürkütürdü.
1986 yılına gelindiğinde askerliğini yaparken de rahat durmadığı yolunda imalar yapılıyordu yayın organlarında. Hapse, mahkemeye düştüğü haberleri verilirken.
"Herhalde uslandı" diyenler olmuştur ama birkaç yıl önce de turizm alanındaki sıra dışı faaliyetleriyle adını duyurdu Sevan Nişanyan.
"Küçük Oteller Kitabı" gibi kimsenin politik bir anlam beklemeyeceği çok satan bir kitapta da resmi ideolojiyle mücadele etmeyi başarıyordu o.
Koruma altındaki Şirince evlerinde yaptığı restorasyon faaliyetleri yüzünden cezaevine girdi. Ve "Allah’ın nimeti" dediği bu 10 ay zarfında 30 yıllık projesi olan iki dil kitabı yazdı.
"Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü" alt başlığı ile yayımlanan "Sözlerin Soyağacı" birincisi. Nişanyan’ın bu kitaptaki iddiası şu: Türkçe başka dillerden rekor düzeyde kelime almıştır, türetmiştir ve dünyanın en kozmopolit dilidir.
İkinci kitap "Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı". İşte kitaptan bir alıntı: Şampiyon Fenerbahçe (Fransızca, Yunanca, Farsça).
Şimdi de bu neşeli ama ciddi kitapları tartışılıyor Nişanyan’ın.

Bu kitaplar nereden çıktı? Neden bu iki kitabı yazdınız?
Robert Kolej’deyken de deliydim, Latince öğrenmiştim. Latince tabii İngilizce hakkında inanılmaz bir perspektif sağlıyor insana. Derinliğini kavrıyor insan dilin, iki boyutlu bir nesne olmaktan çıkıp üç boyutlu bir nesne haline geliyor. Opaklığını kaybediyor, derinlik kazanıyor dil.

Birçok İngilizce kelime Latinceden gelmiş çünkü, değil mi; bütün o "tion" ekli sözcükler mesela?
Tabii. Aynı şekilde üniversitedeyken Arapça öğrenmek fırsatı ve mutluluğunu yakaladım. Bu da tabii Türkçe hakkında bana perspektif kazandırdı. Birden Türkçeyi yeniden öğrendiğim, kavradığım duygusuna kapıldım. Mecburen oturdum, Farsçayı da hatmettim. Yunancaydı, şuydu, buydu derken 12-13 dil öğrendim. İnsan çok sayıda dil bilince, diller arasındaki ilişkileri, alıntıları, kelimelerin başka dillerdeki dallanıp budaklanmalarının farkına varıyor. Oturup bildiğim bazı komik kelimelerin etimolojilerini yazmaya başladım. Bu bir tutku haline geldi. Gitgide kontrolden çıkan notlar yığınına dönüştü. "Ben bu kitap üzerinde daha bir 5-10 sene çalışırım, emekliliğimde yayımlarım" diye hesaplarken Allah bir büyük nimet verdi bana, cezaevine gittim. Üniversite ortamında olmayan biri için olup olabilecek en mükemmel çalışma ortamı diyebilirim, herkese tavsiye ederim.

"Türk olmayıp Türkçeyi en iyi bilenler Ermenilerdir"
Siz bana hep sistemin, iktidarın asla durduramadığı, bulunduğu her yerde kendine bir eylem alanı açan, muzip, neşeli, biraz da bu küreselleşme karşıtlarına, otonomlara benzeyen bir muhalif aydın olarak görünüyorsunuz. Öyle misiniz?
Aydın olup olmadığımı bilmiyorum ama çocuksu ve neşeli olduğum söyleniyor. Evet, devam edeyim: Cezaevinde 10 ay boyunca yıllardan beri kavuşamamış olduğum bir konsantrasyon düzeyinde günde net 15 saatlik bir tempoda sözlüğümle ilgilenme imkanını buldum. Eski İran dillerinde zayıftım, Aramicede çok zayıftım. Bunları öğrenme, yani yüzeyini tırmalama imkanını buldum. Koca koca Arapça, Osmanlıca kitaplarla çalıştığımı gördükçe bana "Gavur Hoca" diye bir lakap buldular.

Bastırdıkça öterek tekrar kafasını çıkaran yaylı oyuncaklara benziyorsunuz.
"Fırlama" demek istiyorsunuz bana yani, teşekkür ederim. Bunun doğruluk payı olabilir ama ne olur burada ciddi bir çalışmanın olduğu da unutulmasın.

Bu kadar dile vakıfken mensubu olduğunuz Ermeni cemaati, Ermenice için böyle bir etimolojik araştırma yapmak yerine Türkçe için yapmış olmanızdan ötürü size kızmayacak mı?
Evet, Ermeniyim, anadilim Ermenice fakat yıllarca bir Türkçe ortamında yaşadım, evimde artık Türkçe konuşuluyor, 16 yaşından bu yana beş tane Ermenice kitap okuduysam 5 bin tane Türkçe kitap okudum. Türkçe ve İngilizce kitap yazıyorum. Aktif iki dilim İngilizce ve Türkçedir. Ermenice konusunda bir kitap yazamazdım yani.

Peki, diğer taraftan yine Ermeni olduğunuz için şimdi Türkçenin başka dillerden ne kadar çok kelime devşirdiğini yazdığınızda bazı Türklerden tepki görmeyecek misiniz?
"Ermeninin teki çıkmış Türkçeyi bozuyor" diyenler çıkacaktır. Benim çok ilgimi çeken, üzerinde düşündüğüm bir hadise oldu. Türkçenin etimolojik sözlüğünü yapmaya ilk yeltenen kişi 1910’larda 30 seneden beri Hariciye Nezareti Müsteşarı olan Bedros Keresteciyan efendi olmuş. Orta Asya Türkçesi hakkında Sovyetler Birliği’nde çıkan 30 ciltlik sözlüğün editörü Kevorkyan. Hâlâ en iyi Türkçe sözlük Pars Tuğlacı’nın, yani Tuğlacıyan’ın Okyanus Sözlüğü’dür.

Nedir peki Ermenilerin Türkçenin etimolojisine bu ilgileri sizce?
"Bu işin içinde bir iş olmalı, nedir bu?" diye peşin değil, inanın sonradan sorduğum bir soru bu. "Ulan, ben niçin ilgileniyorum bu konuyla bu kadar?" diye sorduğumda, ancak bir spekülasyon yapabilirim: Türkçeyi anadili Türkçe olan biri kadar biliyorum ama anadilim değil. Bunun getirdiği Türkçenin hem içinde hem dışında olmak durumu söz konusu. Dolayısıyla kelimelere biraz daha objektif, biraz daha mesafeli, "Nedir bu? Bakalım şuna" diye bakıyorum. Bir de Türk olmadığı halde en çok Türkçe bilen ve Türkçe ile yaşayan topluluk Ermenilerdir. Bu da unutulmamalı.

Yaptığınız bu işin bir de politik anlamı olduğu kesin ama: Mesela Türkçenin rekor düzeyde dille ilişkisi, onun ne kadar kozmopolit bir dil olduğunu, Anadolu’nun da çokkültürlü bir yer olduğunu kanıtlıyor.
Muhakkak ki. Türk dili çalışmaları 30’lardan bu yana ne yazık ki belirli bir ideolojik angajmanın içinde olan bir çevrenin tekelinde kalmıştır. Bu insanlar Türkçe deyince bir Orta Asya dili kavramak ihtiyacı içindeler. Bugünkü Türkçenin Türki diller ailesi ile ilişkisini aşırı bir inatla hatta neredeyse ideolojik bir saplantıyla savunmak ihtiyacını hissetmişlerdir. 10 kelimelik bir cümle kuruyorsunuz, içinde Asya Türkçesi olan kelime ya bir tane ya hiç olmuyor. Arapçası, İngilizcesi, şusu busu birbirine karışıyor. Bildiğim edebi diller arasında en melez dildir Türkçe. İngilizce, Fransızca, Japonca, Rusça ile kıyaslanmayacak ölçüde melez bir dildir. Bunu Türk Dil Kurumu’nun yörüngesinde olan dilciler 70 seneden beri bir ayıp olarak algıladılar. Oysa bence bariz bir zenginliktir. Türkçe’nin nasıl bir dünya dili olduğunu gösteriyor.

"12 Eylül’de rejim beni mimledi haklı olarak"
Ama siz eskiden beri resmi ideolojiyi, resmi tarihi deşifre etmeyi ve onunla köşe kapmaca oynamayı seven birisiniz. 12 Eylül döneminde Birikim’de, cumhuriyetin niteliğine ilişkin bir makaleniz ötürü uzun süre yargılandınız. Bu pek bilinmez.
Doğru. 1980’den önce fikir düzeyinde çeşitli sol gruplarla bir yakınlaşmam oldu. Bir hayli sivri makalelerim yayımlandı sağda solda. Bunlardan ötürü kovuşturmalara uğradım. O zaman rejimin kurumlarınca mimlendim haklı olarak. 1986’da askerliğimi yaparken Ali Nesin’le aynı bölüğe düştük. O zaman şu tesbitte bulundular: "Sevan Nişanyan’la Ali Nesin bir yerde aynı bölüğe düşerlerse, bu Türk ordusunu bozar." Dolayısıyla bizi Türk ordusunu bozmaktan mahkemeye çıkardılar. Üç ay Ali Nesin’le keyifli, verimli bir hapis yaşamımız oldu.

Siz bu resmi ideolojiyle mücadele işini turizm kitaplarına bile soktunuz. Hatta yazdığınız Karadeniz turist rehberinde Susurluk’tan, Nataşalar’dan filan bahsettiğiniz için protesto edildiniz.
Evet. "Sen Trabzon’da Nataşa olduğunu nasıl söylersin?" dediler. "Ulan, Nataşa’dan başka bir şey bırakmadılar orada."

"Susurluk mahkumlarıyla can ciğer dost olduk"
Herhalde siz mahkumlara; koğuşa hediye edilen yeni, büyük ekran bir televizyon gibi gelmişsinizdir. Bu kadar çok anlatacak şeyiniz olduğu için.
Onlara buradan bir selam göndereyim. Koğuştaki dini bütün bir arkadaşımıza Kuran öğrettim. Birlikte oturup Kuran okuyorduk. Ben cezaevine girdikten birkaç ay sonra Susurluk davasının önde gelen mahkumlarından üçü bizim Selçuk Cezaevi’ne geldiler. Önce biraz birbirimizi kestik ama sonra can ciğer dost olduk.

Siz cezaevine girince çocuklarınız üzülmedi mi?
Son derece olgunlukla karşıladılar. Bizim hayatımızda maceralar boldur.

Şirince halkı ile ilişkiniz nasıl?
Halkla hiçbir sorunumuz bulunmuyor. Çok uğraştılar. Bir müze müdürü, bir kaymakam bir şekilde bizim kötü emellerle bu işe giriştiğimiz, aslında Ermeni olduğumuz, arkamızda uluslararası sermayenin olduğu, hem komünist olduğumuz hem bilmem ne olduğumuz söylentisini yaydılar. Buna kananlar oldu. Oradaki Ülkü Ocakları’nı üstümüze saldırtmaya çalıştılar. Ben hapse girdikten sonra karım Müjde kalktı, Ülkü Ocakları başkanını kahveye davet etti. Ondan sonra can ciğer oldular, "Ablacığım, sana dokunanı biz burada yaşatmayız" muhabbeti başladı. n

80’li yıllarda bizim çevremizde sizin Almancayı, Karl Marx’ın "Grundrisse" adlı kitabını çevirmek için öğrendiğiniz konuşulurdu. Burgazada’daki evinize kapanıp... Doğru mu bu?
Evet. Ben üniversitede felsefe okudum. Özellikle de 19’uncu yüzyıl Alman felsefesi. Dolayısıyla Almanca bilgim çok komik bir bilgidir. Bir hayli zor, akademik metinleri okurum da "Otur, sohbet et" deseniz, zorlanırım. Fransızcam, İngilizcem iyidir, Latince rahat okurum, modern Yunancam iyidir, klasik Yunancam yüzeyseldir. Arapçam iyiydi, Profesör Rosenthal ile iki sene Kuran okudum. Klasik yazı Arapçası konusunda biraz paslanmış olabilirim. Ermenice bilirim, klasik Ermenice de etüt ettim. İspanyolca bilirim. Doktora tezi konum Latin Amerika politikasıydı, altı ay Peru’da gazete arşivlerinde geçirdim vaktimi. İspanyolca, Latince, Fransızca bilince insana İtalyanca, Portekizce faso fiso geliyor.

Azınlıklar biraz sindirilmişlerdir ama muhalefete geçtiler mi de tam geçerler, değil mi?
Maalesef, Türkiye’de gayrımüslim toplumların mensupları etliye sütlüye karışmamak politikasını yaşam felsefesi olarak benimsemişlerdir. Bir de bazen birileri çıkıyor ki, "Karışırım" diyor. Ama Türkiye’de gayrımüslim olmanın bir avantajı da oluyor: Türkiye’de insanlar çok dar bir ideolojik çerçeve içinde ve bir çeşit hapishanede gibi yaşıyorlar. Ama gayrımüslimler bu hapishaneyi içselleştiremiyorlar. O zaman da ya bir duvar çekiyorlar ve "Ben bunun arkasında yaşıyorum" diyorlar, bu getto mentalitesidir; ya da bu duvarın arkasına çekilmeyi reddediyorlar ve saf saf dolaşıyorlar ortalıkta "Allah, Allah, bu insanlar niye hapishanede yaşıyorlar?" diye.

Ama bu durum etnik ya da cinsel azınlıklar için de söz konusu, değil mi? Çünkü sizin sözünü ettiğiniz ideolojik çerçeve din kaynaklı olmamalı.
Tabii. Bütün azınlıklar için.

Cezaevine girmenize neden olan Şirince’deki restorasyon meselesi ne durumda?
17 sene önce bu köydeki evler koruma altına alınmış ama Türkiye’de koruma denince nezarete atmak anlaşılıyor. Yani nezarete atıyorlar binaları, "Yasak kardeşim, dokunamazsın, burası devlet mülkü" oluyor. Bunlar geleneksel yapılardır, her sene tamirat ister. Köylüler bu işi briketle, plastikle yapıyorlar. Devlet aciz olduğu için, biz insanlara ikna yoluyla "Öyle değil, böyle yapın" deyince bu suça teşvik oldu. Olay bu.