Pazar Ankarada bir barok akşamı

Ankarada bir barok akşamı

20.02.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Başkentte bir grup fedakar insan devlet ilgisizliğine rağmen önemli işler yapıyor. Geçtiğimiz salı akşamı dinlediğimiz barok müzik konseri bu yolda umut veren etkinliklerden biriydi

Ankarada bir barok akşamı

Cumhuriyet başkentini burada kurdu: Ankaralılar milli mücadeleyi desteklemiştir ama başkent olmayı ne kadar istedikleri tartışılır. Buna karşılık İstanbul ve Konya ise Kurtuluş Savaşını yürüten kadrolara başkent olarak uygun gelmedi. Ankara hükümetin merkezi olarak kaldı. Doğrusu küçülen Türkiyenin imkanları zorlanarak bir şehir yaratıldı. 1940larda opera, tiyatro ve giderek bale gibi sanatlar devletin desteğiyle hayata girdi. Her hafta Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası bir konser veriyordu ve seven de sıkılan da katılıyordu. Çünkü yüksekokul öğrencileri bu konserlere katılmaya tembihliydi. Çocukluğumuzda bizi de birkaç kere götürmüşlerdi. Sadece Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin büyük salonunun tıka basa dolu olduğunu hatırlıyorum; bir de icra edilen eserleri açıklayan zatın çok sonraları tanıdığım Nusret Hızır olduğunu... Nusret hoca bir İstanbul çocuğuydu, başkente aşılanan malzemedendi. Alman, Fransız dillerindeki hakimiyeti ve bu dillerin ardındaki Latince, Yunancası, engin müzik ve sağlam fizik bilgisi herkese malumdur. 1960larda muhtelif fakültelerdeki bir nesle felsefe ve mantık öğretti.1960larda Ankara genç insanların yetişmesi için bulunmaz yerdi; gerçi sıkıcıydı ama sıkıntının yanında Avrupa dillerini, hem de oradan getirilen hocalardan öğrenmek kentteki Batı kültür merkezlerinde mümkündü. Bunlardan İtalyan Kültür Merkezinde İtalyan filmleri seyredilirdi, Fransız Kültür Merkezinde de Fransız filmleri... Alman Kültür Merkezinde sık sık nefis oda müziği konserleri verilirdi, çeşitli kültür haftaları tertiplenirdi; mesela bir Alman uzman getirtilip, Çin gölge oyunları üzerine bir hafta düzenlenmişti. Karagöz üzerine gösteriler ve bir konferans ile birlikte sergilenmişti. Metin Andın konferanslarını da o zaman dinlemiştim. Ülke turizme açılıyordu, Turizm Bakanlığı lisan bilen lise ve üniversite gençleri için mihmandar kursları tertipledi. Genç, güzel, bilgili asistan Gönül Öney ve zarif hocası ünlü sanat tarihçisi Catharina Otto-Dornun, ünlü arkeologlarımız Ekrem Akurgal ve Tahsin Özgüçün sürekli konferanslarını dinlemiştik. İlgisi olanlar için Ankara çok meşgul ediciydi. Akşamüstü konferanslar, saat 20.30da orkestra konseri veya tiyatro, sonra tartışmalar. Doğrusu Ankara bir Balkan başkentiydi ve ülkenin kültürel merkeziydi. Sonraki yıllarda bu parlaklık hava kirlenmesi ve politik fırtınalardan dolayı yok oldu. Aydınlar İstanbula kaçtı veya geri döndü ve şehir battallaştı. Operanın, bir eski hangar olan konser salonunun ve tiyatronun yolu unutuldu. Koca şehirde ne doğru dürüst konser salonu ne de opera binası ve tiyatro var. İnsanın içi kararıyor. Nadiren içimizi aydınlatan faaliyetler de yok değil. Devlet Operası ve opera orkestrasının üyelerinin kurduğu Anthion Oda Müziği Topluluğu böyle bir girişim. Salı akşamı Operet sahnesinde yani Resim Heykel Müzesi binasında bir barok müzik akşamı tertiplendi. Haendel, Stradella, Clari, Bach, Cacciniden aryaları, Funda Ateşoğlu, Begüm Mengü, Haser Tek, Serkan Kocadere gibi Devlet Operasının başarılı solistlerinden büyük bir keyifle dinledik. Orkestra üyeleri Çiçek Cihan Tek, Aslı Özsoy Körner, Ayşe Karaoğlan, Demet Altun, Murat Gedikli, Özgür Uluçınar, Gülnihal, Gülay Ülgentürk, Yaprak Oktay ve Müjgan Aydın bir barok dönem orkestrası kurmuşlar. Ancak yurtdışındaki orkestralardan dinleyebileceğimiz otantik bir icra ile bir barok müzik akşamı yaşattılar. Bu girişimler fedakarlığa dayanıyor ve imkansızlıklara rağmen başarılıyor. Türkiye sanatçısıyla, sanatseveriyle rafine bir hayat yaşamanın yollarını arıyor. Devlet ne mi yapıyor? Kültür hayatında öncülük yapan, tahıl ve tütün ihracıyla oluşan dar bütçesine rağmen bu alanları besleyen 1930ların devlet anlayışı bugün yok. Kültür Bakanlığının bütçesi gülünç miktarda. İstanbulda özel sektör bu alanda öncülük yapıyor, Ankarada ise insanların kendi başlarına bir şey yapması gerek, aksi takdirde karanlık başkent havası sürer gider. Ankara şehri 25 bin nüfuslu eski, büyük fakat fakir bir vilayetin mütevazı merkeziydi. 19uncu yüzyılın Mordtmann gibi gözlemi kuvvetli seyyahlarından ve vilayet yıllıklarından çok güzel tasvirler edinmek mümkün. Ankaranın zenginleri toprak sahiplerinden çok, esnaf ve tüccardı. Şehrin Katolik Ermeni nüfusu içinde zengin tiftik tüccarları vardı. Yabancı tüccarlar ve birkaç Avrupalı hekim ve konsolostan oluşan küçük bir yabancı koloni de vardı. Halkı varlıklı da olsa, mütevazı ve hesaplı bir yaşam biçimini tercih ederdi. Yemeklerinde ve giyiminde ise Ankaralılar şaşılacak derecede dış esintilerin getirdiği zevklere sahipti. I. Dünya Savaşına kadar şehirde yabancı okullar da vardı.

Yazarlar