Pazar ‘Ben bir isyancıyım’

‘Ben bir isyancıyım’

11.03.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Fenerbahçe farklıymış" diyen Mustafa Denizli futbol kamuoyunun sık değişen tutumuna şöyle direniyor: "Dünyam başarı değil. Ama başarısızlık da değil"

‘Ben bir isyancıyım’

Futbolculuk döneminde başlattığı isyan onu büyük hedeflerin adamı yapmış
‘Ben bir isyancıyım’

"Fenerbahçe farklıymış" diyen Mustafa Denizli futbol kamuoyunun sık değişen tutumuna şöyle direniyor: "Dünyam başarı değil. Ama başarısızlık da değil"

‘Ben bir isyancıyım’
Ahmet Tulgar

Bu ülkede bir teknik direktör olarak bir gün ‘dahi’, ertesi gün ‘deli’ ilan edilebilirsiniz" diyor Mustafa Denizli. Bunu da ülke gündeminin aynı gün içinde iki üç kez değişmesiyle, insanların hafızasının bu ülkede başka her yerdekinden fazla yorulmasıyla açıklıyor.
Evet, işte tam da bu hafıza yorgunluğundan olsa gerek bu ülkede kimse başarısının tadını çıkaramıyor. Çünkü en ufak tökezlemenizde kredi kartınıza provizyon verilmeyecektir.
Ancak Mustafa Denizli kendi dünyasında bunu da çözmüş. "Benim dünyam başarı değil. Ama başarısızlık da değil" diyor.
Fakat yine de eklemeden edemiyor: "Fenerbahçe’yi şampiyon yapabileceğimi bildiğim için bu takıma geldim."
Bunu da, isteyen Fenerbahçeli erken bir müjde olarak kabul edebilir.

Milli Takım ya da Fenerbahçe gibi zor takımların teknik direktörü olmak nasıl bir baskı oluşturuyor insan üzerinde?
Türkiye’de baskı çok farklı. Başka ülkelerde görev yapanlar baskıyı bizim kadar günlük yaşamının içinde hissetmiyor. Ama artık neticede bu bizim için bir yaşam biçimi olmuş. Ben artık bundan kaçamıyorum. Belki de adrenalinin benim yaşamımda yüksek oranda olması gerekiyor.

Futbolcu üzerindeki baskı ile teknik direktörün üzerindeki baskı farklı mı?
Dışarıdan eşdeğer görülse bile kıyaslanamaz. Bir tanesi kendi sorumluluğun, diğeri ülke sorumluluğu. Farkın boyutunu belki böyle ifade edebiliriz.

Batı’daki baskı neden daha az?
Bu, ülke insanının futbola bakışıyla ilgili. Buradaki grafiğin günlük olarak değişmesi mesela. Bir gün çok başarılı, bir gün inanılmaz başarısız ancak burada olabilirsiniz. Dahi ve deli unvanlarına aynı kişi bir hafta içinde sahip olabilir.

Bu toplumsal hafızasızlıktan kaynaklanıyor herhalde.
Toplumda hafıza bırakmadılar ki. Toplumda hafıza için olayların bir standardı olmalı. Bir günde gündem iki üç defa değişebiliyor. Millet ne yapıp ne yapmadığınızı hakikaten hatırlamıyor. Hiçbir ülke insanının hafızası bizimki kadar yorulmuyordur herhalde. Ankara’dan başlayarak insanlar bir ikilem içinde. Ne ikilem? Üçlem, dörtlem...

Başkası da yapamaz
Evet, üç hafta önce IMF umuttu, şimdi çağın gerisinde olduğu söyleniyor.
Peki yani, bugün mü anlaşıldı IMF’in böyle olduğu? Evet, müthiş bir ülkeyiz. Üstelik bu ülkede gündemin değişmesi için kimsenin düğmeye basmasına da gerek yok. Düğme zaten basılı olarak takılmış kalmış.

Diyelim ki, bir maç kazandınız. Ama önünüzde kritik bir maç... Ne zaman başarının tadını çıkarıyorsunuz?
Ancak oynadığınız maçtan sonra uzun süre maç olmazsa çıkarabilirsiniz.

Fenerbahçe, Allah göstermesin, bir mağlubiyet aldı.
Almaz. Yani almasın...

Bir mağlubiyette sokağa çıkmak, taraftarlarla karşılaşmak istemediğiniz dönemler oldu mu?
Çok enteresandır, antrenörlük hayatımda bu hiç olmadı diyebilirim.
Eğer kendi içimde bir pişmanlık yoksa, başkalarının ne düşündüğü o kadar önemli değil. Önemli olan; kendine o hesabı verebiliyor musun? Ben o hesabı kendime hep verdim. Ben yapamadıysam, başkası da yapamazdı. Başka türlü yaşayamazsın. Başarının ve başarısızlığın hesabını insan her gün veremez. Hesap bir kere verilir.
Ne zaman? Yıl sonunda.

Defalarca aynı film
Sonra aniden rüzgar dönüyor, galibiyetler geliyor. Medyanın, kamuoyunun tavrı değişince hınzırca bir keyif alır mısınız?
İlk dönemlerde alıyordum. Şimdi artık kalmadı. Defalarca aynı filmi görmüş gibisin. Yedi yılım böyle geçti. Kocaeli’ye gittim aynı şey. "Anadolu’da hiçbir şey yapamaz" dediler. Hınzırlıktan çıktım Anadolu’ya. Önemli olan insanın kendini bilmesi.

Evet, kendinizi çok dirayetli savunuyorsunuz herkes üstünüze gelse de.
Ama işte o benim. Ne yapayım? Millet üzerimize geldiğinde gidecek halimiz yok.

Bütün eleştirileri okur musunuz?
Okurum da, kim ne için yazmıştır, hangi hesabın peşindedir, bunlar benim için bellidir. Hep aynı kasetin geri sarılması gibi. Kaset bir defa kafamın içinde. Galatasaray’da, Kocaeli’de, Milli Takım’da aynı...

Politika yazarları hükümet düşürüyor, hükümet kuruyor gibiler. Spor yazarları da takım kurmak, futbolcu, antrenör seçimini belirlemek istiyor mu?
Farksız. Tabii hepsi değil. Bunu yapmak isteyenlerin hesapları yazılarına yansıyor.

İddialı bir kişisiniz.
Gayet tabii. Hayat iddia üzerine.

İddia için mi Fenerbahçe’desiniz?
Bana Fenerbahçe’de bu görev teklif edildiğinde Fenerbahçe’nin tarihinde bir Türk teknik adamın şampiyonluğu yazsaydı, belki bu görevi kabul etmeyecektim.

Fenerbahçe şimdiye kadar yönettiğiniz takımlardan farklı mı?
Farklıymış. Bu farkın olduğunu gördüm.

Nedir bu fark?
Bu bize kalsın.

Sahada oyuncunun ya da teknik direktörün zaman zaman o uğuldayan kendi taraftarını düşman gibi algıladığı olur mu?
İşte benim görev alanımın en büyük zorluğu buydu. Birkaç yıldır Fenerbahçe tribünü sahaya olan inancını yitirmiş, saha içindeki futbolcularda da bundan ötürü korku oluşmuştu. Birbirine olan inanç ve güven duygularını kaybetmiş birimlerin bir araya gelmesi zaman alır. Ben Fenerbahçe’de çalışmaya başlarken birinci soru işareti buydu. Zaten bu unsurun sonucu olarak bu kadar çok futbolcuyu Fenerbahçe’den yolladım. O duyguları başka türlü yok edemezsiniz. Bu yüzden Fenerbahçe’de dünyada çok az takımın yaptığı şekilde sayısal üstünlüğü yenilere verdim. Ve bu şekilde daha yeni bir ilişki kuruldu takımla tribün arasında. Forma dizaynına, stattaki renklere, kullandığımız odalardaki renklere kadar girdik. Futbolcuyu geçmiş dönemlerdeki mekanlarından kurtarmayı hedefledik. Bu arada kalan eski oyunculara da şu mesaj verildi: Sizi yollamıyorsam, sizden istifade etmek içindir.

Şu sıralar her takımın galibiyetinden sonra soyunma odasında teknik direktör tarafından yapılmış bir tarihi konuşma gündeme geliyor. Siz nutuklar atıyor musunuz?
Hayır.

Siz daha ‘cool’ bir tipsiniz galiba. Ya da daha çok bir akıl insanı...
Sözünü ettiğiniz tip söylemler artık biraz hamasi kaçıyor. Söylem değil eylemlerle başarının yolunu bulur bir takım. Söylemle kazanılan başarı kısa dönem başarısıdır, eylemle kazanılan başarı kalıcı başarıdır. Eylemden kastım çalışma, tanımlama ve tanıma. Bir takım kurulmuş, bu kadar masraf edilmiş, başına da Mustafa Denizli diye bir adam getirilmiş. Kim bu? Sen şimdi gelenlere istediğin kadar anlat kim olduğunu. Onun için hiç önemli değil. Kendi tanıyacak ve ondan sonra karar verecek. Taşıma suyu biz normal akarsu haline getirmek zorundaydık. Taşıdık, getirdik, taşıma suyla değirmen dönmez ya, o değirmenin dönmesi için suyu akarsu haline getirmek lazım. Bu Fenerbahçe’de altı-yedi ayımızı aldı. Çok uzun bir süre. Yani Türkiye gibi bir ülkede... Millet önyargılı, Fenerbahçe de bu önyargılara hayatı boyunca cevap vermiş. Üç maçta, beş maçta bir antrenör, bir sezonu üç antrenörle kapatmış. İşte, bu hadiseler Fenerbahçe’nin "bizde kalsın" dediğim zorluğu.

Soyunma odasında bir hatadan ötürü futbolculara bağırır mısınız?
Hatada bağırmam. Hata yapılacağına dair işaretler alırsam o zaman biraz daha fazla bağırma dediğimiz hadise elbette ki... Bir teknik adam insan faktörüyle birlikte olduğunu bilmeli. Futbolcularımla tam bir insani ilişki içerisindeyim. Ama hep bir çizgi olur aramızda. Zaman olur kor bir ateştir bu çizgi, zaman olur pamuk helva gibidir. Şartlar ne olursa olsun, skor ne olursa olsun, devre arasında bir kere beş dakika kimse hiçbir şey konuşamaz. Önce düşünecek, ondan sonra benim konuşmalarımı daha iyi algılarlar.

Şu sıralar gösterimde olan bir Amerikan filminde siyah antrenör takım içindeki ırkçılığa ilişkin şöyle diyor: "Sizin aranızdaki tek fark sahada durduğunuz yerdir." Sizin için de bu genç insanlar sadece bir pozisyon mudur?
Kişilere insan olarak standart bakamam. Genci olur, tecrübelisi olur, sempatik olanı olur, "cool" olanı olur. Sabah karşılaştığınızda güleni olur, surat asanı olur. Kişi olarak farklı değerlendiririm ama sporcu olarak farklı değerlendirmem.

Şimdi farklı bir konu: Siz hep kadınların ilgisini çeken biri oldunuz.
Kadınlar tarafından sevilmek, beğenilmek tamamen başarıyla orantılı bir şey. Fizik olarak nedir bilemiyorum ama mesleki başarılar herhalde.

Ama Fatih Terim’in kadınlara bu tür etkisi olmadı.
Olmuştur.

Çok ezildik
Başarının müptelası olmuş olabilir misiniz?
Benim için önemli olan insan olarak, Mustafa Denizli olarak başardığım gün de, başaramadığım gün de çevremde konuşabileceğim, beni gerçekten seven insanların olmasıdır. Ve yaşamım çok ama çok küçük bir dünyadır. Çevremdeki insan sayısı 20-30’u geçmez. Ben futbolda başarısızlığı etap da olsa geçirmiş bir insanım. Beni ayakta tutan olgu hep kendime güvenim olmuştur. Bir gün başaramam diye düşünmedim. Benim içimdeki dünyam başaramayacağım hiçbir şey olmadığını söylüyor bana. Ben tereddütlerle yaşayamam. Bugün şampiyon bir takımın antrenörü olarak da, ertesi gün küme düşen bir takımın antrenörü olarak da sokağa çıksam herhalde sosyal yaşamımdaki farklılık yüzde beş olur. Benim dünyam o değil. Benim dünyam başarı değil. Ama başarısızlık da değil.

Peki, lig sonunda şampiyonun teknik direktörü olarak mı çıkacaksınız sokağa?
Yollar öyle gösteriyor.

Sizin başarılarınızın da Terim’inkiler kadar abartılmasını ister miydiniz?
Şimdi Fatih olağanüstü başarılı bir insan. Ama onun başarısını farklı bir çizgiye taşımanın Fatih’i memnun ettiğini sanmıyorum. Konuşmadım onunla bunu ama aynı rahatsızlık içinde olduğunu sanıyorum. Biz önemli bir misyon yüklendik. Nerede yüklendik? Ezildiğimiz bir alanda. Bizim çıkış noktamız bu. Bunu kabullenmedik. Kabullenseydik sıradan insanlar olurduk. Bu yetiyor zaten.

Kırmızı kart rekortmeni
Sıradan olmadınız siz. Hatta, özel hayatınıza girmek istemiyorum ama ilişkilerinizi de çok cesurca göğüslediniz.
Sıradan olmamak, farklı olmak güzeldir. Benim sıradışılığım meslek yaşamımdaki hedeflerim, felsefem, verdiğim mesaj, mesleğimde açtığım penceredir. Ama diğer taraftan kendi içinde olanları Türkiye’de çok az insan dışavurmuş. Benim söylediklerimi düşünenler dahi korkmuş. Bırak bunu söylemeyi, düşünmek bile suç olmuş. Benim yaşam felsefem şudur: "Yaşamak cesurların hakkıdır." Ben kendimi o sınıfın içerisine koymuşum. Ben risk aldım. Benim antrenörlük hayatım başlarken bitebilirdi. Hiçbir şey yapmasaydım, bu çizgiye gelmeseydim bile, insanları öyle düşünmeye zorladım diye mutlu olabilirdim. Ben 15 sene futbolculuk dönemimde uçağa binerken mağlup olmuş bir insanım. Kazanmayı düşündürtmediler bana. Almanya ile oynuyorsun, karalar bağlıyorsun. Sürekli yaşam standardı farklılıkları konuyor ortaya ve şu deniyor: "Kaybedersen üzülme, biz zaten hazırız buna". Şimdi bunu kabullenmek mümkün değil. İşte isyancılığım oradan başlıyor. Sıradışılıktan çok isyancıyım ben. Ben futbolculuğumda da böyleydim. Türkiye’nin en sevilen futbolcularından biriydim ama kırmızı kart rekortmeniydim.



PAZAR