Pazar “Ben kendime Louis Vuitton’u, Gucci’yi rakip olarak görürüm”

“Ben kendime Louis Vuitton’u, Gucci’yi rakip olarak görürüm”

26.05.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Dün gece, Viyana’da, her köşede yıldızların arzı endam ettiği, AIDS’le mücadele için düzenlenen yardım etkinliği Life Ball’da iki modacının tasarımları sergilendi: Roberto Cavalli ve Atıl Kutoğlu. Yıllardır yurt dışında Türkiye’yi başarıyla temsil eden Kutoğlu “Ben dev markaları, Louis Vuitton’ları, Gucci’leri, kendime rakip olarak görürüm” diyor

“Ben kendime Louis Vuitton’u, Gucci’yi  rakip olarak görürüm”

Yolumuz senelerdir kesişir Atıl Kutoğlu’yla. Ne zaman görse, bir defilesinde yer almam için teklifte bulunurdu. Hayatının yarısını yurt dışında geçirdiği ve Türk kanallarını pek izlemediği için benim model olduğumu düşünüyordu çünkü.
Ona ne kadar “Ben hayatımda mankenlik yapmadım” desem de...

“Ben kendime Louis Vuitton’u, Gucci’yi  rakip olarak görürüm”

Hep koltuklarım kabarırdı... Nasıl kabarmasın? Sadece Avrupa’da değil, New York Moda Haftası’nda da
10 yıl boyunca koleksiyonları sergilenen, Naomi Campbell, Karolina Kurkova
gibi top modellerin kreasyonlarını taşıdığı modacımız, beni tasarımları içinde görmek istiyor.
Derken bir akşam, Antalya’nın en gözde otelinin süitinde bir partideyiz. Atıl Kutoğlu onuruna veriliyor. Cemiyet sayfalarının daimi isimlerinin hepsi orada. Bir de Avusturyalı prens var. Tekerlekli sandalyede olmasına rağmen ne danslar ediyor! Suşiler, şampanyalar bir yandan... Bir anda Atıl’ın kıyafetleri paylaşıldı ve bir podyum düzeneği yaratıldı. Bir de ne görelim, davetliler -ki birçoğu Atıl tasarımı giyiyordu- modellik yapıyor, salınarak yürüyor. Atıl beni de çıkardı oradaki ‘temsili’ podyuma ve “Bak gördün mü, işte mankensin” dedi. Bir tek sorun var. Karnım burnumda, ikinci kızıma dokuz aylık hamileyim... En şahane halimde olduğum söylenemez yani.
Bu sayfadaki fotoğraflardan anlayabileceğiniz üzere, içimde kalmış demek ki. Atıl’a röportaj teklif ettim; o da bana “Benim kıyafetlerden giyersin” dediğinde, sevinçle kabul ettim. Gerçi kısacık bir çekim, ne özel ışık, ne makyaj var. İyi olan kıyafetler, bir de
Ercan Arslan faktörü tabii... Boşuna dersini vermiyor bu işin Mimar Sinan’da.
Gelelim AIDS’le mücadele eden Life Ball’a... Dün gece Viyana’da gerçekleşen Life Ball, dünyanın bir gecede en çok yardım toplanan organizasyonu.
Her köşede starların arzı endam ettiği bu gecede, şaka değil, 12 milyon avroyu aşan rakamlar toplanıyor!
Bu yıl geceye eski ABD Başkanı Bill Clinton ve Elton John ev sahipliği yapıyor. Atıl Kutoğlu, Roberto Cavalli’yle birlikte bu galada tasarımları sergilenecek iki isimden biri olarak seçilmişti. Biz Atıl’la
iki gün öncesinde buluştuk. Defilesi Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer’in himayesinde gerçekleşecekti. Düşünün, Avusturya, Atıl Kutoğlu’nu bir ‘milli’ markaymışçasına devlet düzeyinde nasıl ön plana çıkarıyor.
Biz ne kadar farkındayız?
Bizim devlet geleneğimizde sanatçıyı baş tacı etmek pek yok maalesef.
O nedenle kendi imkanlarıyla dünyada başarı yakalayan isimlerimize de soğuğuz, kim ne derse desin.
Oysa bu isimler, ülkemizle, insanımızla ilgili algıyı yukarı taşımada öyle önemli araçlar ki... Milyonları döküp yıllarca yapamayacağınız reklam ve propagandayı sağlıyorlar. Avusturya Cumhuriyeti’nin bilim ve sanat için verdiği en yüksek “Devlet Altın Nişanı”nı göğsünde taşıyan Atıl Kutoğlu, bu isimlerden biri.

Haberin Devamı

Avusturya’da sana da prens gibi davranılıyor gördüğüm kadarıyla. Peki, Türkiye’de modacı olmak nasıl?

Bence güzel. Ben son dört yıldır Türkiye ile daha yakından haşır neşirim. Önceliğim yurt dışıydı ama İstanbul bir anda önemli bir merkez ve pazar oldu moda dünyası için.

Üst gelir grubunun yabancı markalara olan düşkünlüğü malum. Kendi ülkende hak ettiğin talebi görüyor musun müşteriden?

Yıllarca New York Fashion Week’te koleksiyonlarımızı sergiledik, hâlâ orada ve başka ülkelerde showroom’larımız var. Birçok yabancı ünlüyü giydirdik, giydiriyoruz. Burada yabancı markalara hayranlık kesinlikle söz konusu ama beni de biraz öyle algılıyor Allah’tan Türk müşterisi!

Bu müşteriler senin gibi dünya markası olarak algılanmayan Türk modacılara pek ilgi göstermiyor mu?

Maalesef. Onların işi biraz daha zor. Aslında kendi markalarımıza, değerlerimize sahip çıkmamız gerekir. Lady Diana hep İngiliz modacılardan giyinirdi, bizim cemiyetin lady’leri henüz öyle yapmıyorlar.

Haberin Devamı

“Türkiye’de eşarplarım, fularlarım tercih ediliyor”

Bizim Lady Diana’mız kim olurdu diye düşünüyorum ama... Politikacı eşlerini mi kastediyorsun?

Yok, “lady” olarak biraz ironiyle tüm hali vakti yerinde olan, giyinmeyi seven hanımları kastetmiştim. Avusturya’da Başbakan’ın eşi Martina Faymann, Kültür Sanat ve Eğitim Bakanı Claudia Schmied müşterilerimden. Adalet Bakanı Beatrix Karl, eski Başbakanlardan Wolfgang Schuessel’in ve Viktor Klima’nın eşleri de.

Bizim eski ya da yeni politikacı eşlerinden tasarımlarına rağbet var mı?

Türkiye’de şimdilik eşarplarım, fularlarım bu camia tarafından tercih ediliyor.

Bir modacı olarak Avrupa’da Türk olmanın dezavantajlarını yaşadın mı?

Kariyerime başladığım yıllarda Türk olmak oldukça dezavantajlı görünüyordu. Türkiye’yi geri ve kapalı bir ülke olarak görüyorlardı.

Sen bu dezavantajlı durumu nasıl değiştirdin?

Ben, koleksiyonlarımın çizgisinin Avrupalı sofistike zevkle buluşmasıyla, onların beğenisini yakalamamla, kamuoyunda giyimi takip edilen birçok ismin benim kreasyonlarımı giymeleriyle bunu kırdım. İlk defilelerimi yaptığımda “İsminizi değiştirmeniz gerekir, bu isimle çok zor” diyenler olmuştu. Bugün aynı ülkede bana “Aa isminiz özel bulunmuş sanatçı ismi mi, kulağa çok hoş geliyor!” diyorlar.

Haberin Devamı

Aşırı milliyetçi tonları olan bir toplumda prensler ve Cumhurbaşkanı tarafından el üstünde tutulmadığın dönem nasıldı?

Ben Avusturya’da başından beri hiç yabancı düşmanlığıyla karşılaşmadım. Tam tersi, komşularım, üniversitede hocalarım, daha sonraki yıllarda basın, moda yazarları, hep bana destek oldular. Kültüre, sanata, sanatçıya çok değer veriyorlar, hangi milletten olursanız olun.

Avusturyalıların Türklere bugünkü bakışı nasıl? Eskiyle kıyasladığında değişen bir şey var mı?

Bir kere, belki biraz benim de katkılarımla, Türklere bakış değişti, hem hükümette hem de basın ve kamuoyunda. Daha saygıyla ve sevgiyle yaklaşıyorlar. Türkiye, Avusturya basınında hiç kültür sanatla, hatta turizmle ilgili yer almıyordu. Ya depremle yer alırdı ya da terör olaylarıyla ilgili. Sonra futboldaki başarılar, Galatasaray, Orhan Pamuk’un Nobel alması yer buldu. Son yıllarda İstanbul Modern Müzesi, hatta benim Nişantaşı’ndaki mağazam, İstanbul’la ilgili haberler de gazetelerin hafta sonu eklerinde yer alır oldu.

Haberin Devamı

“İlk butiğimi sevinerek açtım, iki senede üzülerek kapattım”

Avrupa’daki kişisel yolculuğun hep tırmanarak mı geçti? Hikayen hep toz pembe mi?

Viyana’da çok zor yıllarım da oldu, bugünlere sadece aydınlık, güneşli günlerle gelmedim. Mesela ilk butiğimi çok sevinerek açmıştım bir saray yavrusunda. İki sene içinde üzülerek kapatmak zorunda kaldım. Çok borca girmiştim ve senelerce borçları ödeyebilmek için canım çıktı. Sonra... ABD’deki ilk yıllarda, önce koleksiyonumuzu aldılar diye sevindiğimiz Barney’s ve ardından Macy’s iflas ettiler ve faturalarımızı ödeyemediler. Dünya kadar alacakla baş başa kaldık ve genç bir şirket olarak epey sarsıldık. Ama tüm bunlar birer ders oldu.

Moda dünyasında rakiplerin kimler?

Dev markaları, Louis Vuitton’ları, Gucci’leri, Ralph Lauren’leri rakip olarak görürüm ve onların ellerindeki uçsuz bucaksız imkanlarına, ekiplerine, reklamlarına imrenirim. Kimilerini takdir eder beğenirim, kimilerine de çok sinir olurum! Bu kadar imkana rağmen nasıl böyle ruhsuz ve zevksiz oluyorlar ve nasıl böyle çok para kazanıyorlar diye. Ben hep iyi taraflarını kendime örnek alırım. Antenlerimi açık tutarak yaptığım işte hep en iyiyi hedeflerim.

Haberin Devamı

Hangilerini ruhsuz buluyorsun?

Boşver, ruhsuzları söylemeyeyim.

Markana bugün ne kadarlık bir yatırım yapılsa Atıl Kutoğlu bir Gucci olur?

Sanırım 7-8 milyon dolar ve üzeri, markamın uluslararası arenada iyi bir sıçrama yapması için uygun olurdu.

Bu işler nasıl oluyor? Bir büyük grup mu senin gibi markaları alıp yatırım yapıyor?

Evet, öyle bir şirket de olabilir ya da markaları alıp büyütüp sonra satan fonlar var. Bakalım bize de bir kısmet çıkar inşallah.

“Okul çıkışı Vakko’ya giderdim, işin mutfağını orada öğrendim”

Şanslısın da Atıl.

İyi ve eğitimli bir aileden geliyorsun. Yetişkin oluncaya kadar hiç para sıkıntısı çektin mi mesela?
Orta halli bir ailede büyüdüm. Kimya Yüksek Mühendisi olan babam özel sektörde fabrikalar kurmuş, genel müdürlüklerini yapmıştır. Annem mimarlık eğitimi almış ama ev hanımı olmuş. Bana ve kardeşime çok iyi eğitim imkanları sağlamışlar. İkimiz de Alman Lisesi’ni başarıyla bitirdik. Vitali Hakko’ya ilk rica edip çizimlerimi görmesi için randevu isteyen yine annemle babam olmuştur!

Ne yaptı Vitali Bey? Destek oldu mu?

Tabii, Bay Vitali beni hemen Vakko’ya davet etti, “Kapılarımız senin için açık, istediğin zaman gel, burada yetiş, öğren, çalış” dedi.
Ben o yıllarda okul çıkışı, millet baskete, ek derslere giderken, Vakko’nun yolunu tutardım ve bu işin mutfağını orada öğrendim.

Ya sonra?

Daha sonra ben Viyana’da işletme okudum. Ailemiz bize, belki arada olmuştur, maddi sorunları hiç hissettirmediler. Tam tersi hiçbir şeyimiz eksik olmadan ama öyle savuracak şekilde harcayarak değil, yurt dışına yaz okullarına da giderek, tatillerimizi güzel yerlerde geçirerek, tenis oynayarak orta halli bir seviyede yetiştirildik.

“Biyolojik saatim henüz 23’ü gösteriyor”

Etrafın prenslerle, alım gücü çok müşterilerle dolu. Eski dostlarınla görüşüyor musun?

Evet, her kesimden yakın dostlarım vardır. Eski okul arkadaşlarımdan bazılarıyla çok yakın irtibattayımdır. Aslında en yakınımdaki birkaç kişi çok mütevazı şartlarda yaşayan, orta halli insanlardan oluşur.

Hayatını paylaştığın biri var mı? Âşık oldun mu hiç?

(Gülüyor) Bu soruyu geçelim! Ya da şöyle diyeyim; şu anda biri yok. Ama bilirim, aşk muhteşem bir duygudur. Korkutur beni çünkü çarpabilir insanı, ayağının altındaki halı çekiliyormuş gibi olur insan. Ben çekiniyorum galiba şu anda aşktan, diğer büyük aşkım olan işimi etkiler, konsantrasyonum bozulur, güzellikler üretemem diye. Ama bakarsın belki de tam tersi olur...

Belli mi olur? Çocuk hayalin var mı?

Pek yok doğrusu. Büyük bir sorumluluk gibi geliyor bu. Onların sağlıklı, huzurlu bir ortamda yetişmeleri ne kadar önemli, bunu sağlamak, stresli hayatlarda ne kadar zor değil mi? Ya da ben mi bencilce düşünüyorum?

Annen baban da öyle düşünseydi sen olmazdın. Belki baba olmaya hazır hissetmiyorsun? Öyledir ya, biyolojik saat denilen
bir şey var...


Bu çok doğru! Benim biyolojik saatim henüz 23’ü gösteriyor! Bu da bu zamanda baba olmak için çok erken.

Yazarlar