Pazar Bir "Gassaray" tarihi

Bir "Gassaray" tarihi

03.03.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Armand Mosse 1919’da Galatasaray Lisesi’nden içeri girerken tam 41 yıl boyunca orada kalacağını acaba biliyor muydu?

Bir Gassaray tarihi

Bir "Gassaray" tarihi

Armand Mosse 1919’da Galatasaray Lisesi’nden içeri girerken tam 41 yıl boyunca orada kalacağını acaba biliyor muydu?

Minik Maurice dünyaya gözlerini açtığında, hangi ülkenin yurttaşı olduğunu tabii ki bilmiyordu. Büyük Britanyalı olabilirdi, çünkü annesi İngilizdi. Babası Armand, Fransız kimliği çıkardı oğluna. Ancak Maurice’in kulağına, doğduğu dünyaya dair ulaşan ilk yabancı ses ne İngilizceydi, ne de Fransızca. Yıl 1921, yer İstanbul, konuşulan dil Osmanlı Türkçesiydi.
Mustafa Kemal Paşa, bir mayıs sabahı İstanbul’dan Samsun’a giden gemiye bindiğinde, Marsilya’dan kalkan bir gemi de kendisinden yalnızca üç yaş genç bir Fransız iktisatçısını, Armand Mosse’yi İstanbul’a getiriyordu. Kemal Paşa İstiklal Savaşı’nı başlatırken, Armand Mosse de Galatasaray Lisesi’ndeki görevine başlıyordu. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, küçük Maurice’in babası Armand Hoca da o güne değin fen ve edebiyat eğitimi veren Galatasaray Lisesi’ndeki Ticaret ve Bankacılık Bölümü’nü kuruyordu.
34 yaşındaki Fransız iktisatçı Armand Mosse, 1919 yılında o görkemli kapıdan içeri girerken biliyor muydu acaba 1960 yılında ve 75 yaşında çıkacağını? Tam kırk bir sene boyunca, Galatasaray Lisesi’ndeki "yerine tayin edilecek kimse bulunamayacağı" gelmiş miydi acaba aklına? Kuşkusuz, hayır.
Ama işte, pek de şikayetçi değildi herhalde ünlü lisenin demirbaşları arasında sayılmaktan.
Oğul Maurice Mosse, Galatasaray’ın ilk "yabancı uyruklu" öğrencisi olduğunda altı yaşındaydı. İlk harfleri elif ba oldu ve ilk defterini sağdan sola eski Türkçeyle doldurdu. Ama ertesi yıl, o bir Dil Devrimi çocuğu, Türkçeyi Latin alfabesiyle okuyan ikinci sınıf öğrencisiydi, yeni defterinin köşesine gururla yazdı: 1928. Tam on yıl sonra, üstelik Armand Hoca’nın derslerinde "oğluma torpil yapıyorum denmesin" diye kök söke söke Galatasaray mezunu olduğunda, üniversite öğrenimi için hiç bilmediği "ülkesine" geldi: Fransa. Ancak kader Türkiye’de örmüştü genç Maurice’e ağlarını, İkinci Dünya Savaşı çıkacağı kesinleşince, Armand Hoca "Beri gel!" dedi oğluna.
Delikanlı geldi ama Fransızdı ve Fransa işgal altındaydı ya, yan gelip yatamadı İstanbul’da, içine sinmedi. De Gaulle’ün Beyrut’taki direnişçi Fransız Hava Kuvvetleri birliğine gönüllü katıldı ve İkinci Dünya Savaşı’nı Ortadoğu’da bitirdikten sonra, 1945 yılında döndü Türkiye’ye.
Dönüş o dönüş. Babası nasıl İstanbullu bir İngilize aşık olduysa, o da İzmirli bir Levanten hanıma vuruldu. Ve 1986 yılına değin, bir Türkten farksız Türkçesiyle Fransa Elçiliği’nin "demirbaş"ı oldu Maurice Mosse. Ankara’ya Fransız ticari müsteşarların biri gelip biri gidiyor, İstanbul’daki ataşe yardımcısı Maurice Mosse kalıyordu. Nasıl kalmasın? Galatasaraylı her seçkin işadamı, sanayici, politikacı, bilimci ve diplomat, ya babası Armand Hoca’nın talebeleriydiler, ya kendi arkadaşları: Mükerrem Taşçıoğlu, Mukadder Öztekin, Atilla Alpöge, Can Kıraç, İnan Kıraç, Şahap Kocatopçu, "Safiye" lakaplı Selahattin Beyazıt, Yiğit Okur, Mithat Perin ve daha pek çokları... Fransız büyükelçileri, okul arkadaşları, yani koca koca bakanlar ve Türkiye’nin en seçkin insanlarıyla "senli benli" konuşan Maurice’in karşısında küçük dillerini yutuyorlardı.
1986 yılında emekli olduktan sonra, eşiyle birlikte Fransa’ya yerleşen Maurice Mosse, çok da uzak kalamıyordu Türkiye’den ve altı ay İzmir’de, altı ay Nice’te yaşıyorlardı. Sonra bir gün, son kez gitti Türkiye’ye. 1995 yılında eşini yitireliberi, dönmedi. Şimdi yalnız başına ve hasta, Nice’teki evinde anılarıyla avunuyor. Varlığından, ortak dostumuz Osmanlı Bankası eski genel müdürü Jacques Jeulin sayesinde haberim oldu. Maurice Mosse, telefonda, o güzelim Türkçesiyle "Mektebimizin büyüklüğü, hocalarımızın kıymeti yarattı bizleri. Galatasaray bir pınardı, Fransız hocalarımız kadar Türk hocalarımız da iz bıraktı" dedi. "Ben bir Atatürkçüyüm. Atatürk devrimlerinin çocuğu olmakla iftihar ediyorum. Galatasaray’ı o öldüğü yıl bitirdim. Bakın kaç sene geçti, hiçbir Müslüman ülke, Atatürk’ün Türkiye için yapabildiklerini başaramadılar. Hâlâ da yapamıyorlar. Kimse onun kadar vizyon sahibi olamadı."
Sonra buğulandı yaşlı sesi. Türkiye’yi çook özlediğini söyledi. "Samatya Hastanesi’nde psikiyatr bir arkadaşım vardı, Necdet Ecder Bey, siz devekuşu gibisiniz derdi bana ve aileme. Ben Türkiyeli Fransız Maurice Mosse, ne deveyim, ne de kuş, sizin anlayacağınız." Bir an sustu ve ekledi: "Dostlarımın kısmı azamı rahmetli oldu, onlardan daha iyi dost bulamadım buralarda. Bilirsiniz, bizim oralarda başkadır arkadaşlık."
Kısmı azamı rahmetli olan üç yakın arkadaşını, Atatürk sonrası Türkiye’sinde iç ve dış teröre kurban vermişti oysa Maurice Mosse: Büyükelçi İsmail Erez’i Paris’te ASALA öldürdü, Osmanlı Bankası Müdürü Reşat Aksan’ı ve Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi’yi ise Türk katiller...






PAZAR